YAZARDAN NOT: Merhaba canımlar! Hepiniz Unutulmuş: Türkiye'ye hoş geldiniz. Umarım sizin için oldukça zevkli geçecek bir serüvenin başlangıcındasınızdır!
Başlamadan önce söylemek istediğim ufak bir hatırlatma var: kitap devam ederken birçok okurum zombi öyle öldürülmez böyle öldürülür, ama zombiler öyle yapmaz, onlar aslında şöyle... gibi yorumlar yapıyorlar. Arkadaşlar bu The Walking Dead değil ki ben o diziyi hiç izlemedim. Zombileri tamamen kendi yarattığım kurguya göre tasarladım. Kitabın TWD ile alakası olmadığını hatırlayarak okuyun lütfen.
Keyifli okumalar, oy ve yorumlarınızı (özellikle satır içi olanları) unutmayın lütfen canımlar. Sizeleri seviyorum ^-^
Sakin olmalıydım. Eğer sakin olmazsam hızlı nefes alıp verirdim. Eğer hızlı nefes alıp verirsem yerimi belli ederdim. Eğer yerimi belli edersem yakalanırdım. Ve eğer yakalanırsam iyi ihtimalle ölür, kötü ihtimalle ise bir zombiye dönüşürdüm.
İki buçuk yıldır hayatta kalmayı başarmıştım. Bu virüs ilk ortaya çıktığında, yani bundan iki buçuk yıl önce, henüz on beş yaşındaydım. Ve o zaman bile hayatta kalmayı başarabildiysem, şimdi kesinlikle başarabilirdim.
Bana doğru yaklaşan ayak sesleri duyduğumda kendime itiraf etmek istemesem de sonumun geldiğini biliyordum. Kaçabileceğim hiçbir yer yoktu. Güvenli olan hiçbir yer yoktu. Ülkelerin çoğunda 'yaşayan insan' kalmamıştı. Türkiye'de o ülkelerden biriydi.
Bazı ülkelerde güvenli bölgeler oluşturulduğunu tahmin edebiliyordum. Ancak Türkiye onlardan birisi değildi.
İsterik bir şekilde gülümsedim. Birazdan hayatta kalan son Türk ölecekti. Yani ben. Türkiye zombileşmekten kurtulamamıştı. Ben iki buçuk yıl boyunca yaşayan tek bir insana dahi rastlamamıştım. Canlı birileri olsa beni muhakkak görürlerdi. Ya da ben onları görürdüm. Türkiye'nin başkentinde yaşıyordum. Eğer burada hayatta kalan insan yoksa, hiçbir yerde yok demekti. Belki, ufak bir ihtimal dahi olsa İstanbul'da hayatta kalan insanlar olabilirdi. Bu düşüncemin doğru olduğunu umdum. Yoksa birazdan resmen Son Türk ölecekti.
Karnım guruldayınca korkudan nefesimi tuttum. Başıma ne geldiyse bu açlık yüzünden gelmişti zaten. Ailem ve ben salgından önce oldukça güvenli bir sitede yaşıyorduk. Kapılarımız bir füze atılsa bile açılmayacak cinstendi. Ve şükürler olsun ki zombi de geçirmiyorlardı. Altıncı katta yaşadığımızdan camdan da herhangi bir tehlike gelmesi mümkün değildi.
Benim bu zamana kadar hayatta kalmamda en büyük yardımcı etken bu olmuştu. Ama evimden zaman zaman çıkmam gerekiyordu. Evde sınırsız su olsa da (faturayı ödemediğim için suyumu kesecek bir devlet kalmamıştı) yiyecek yoktu.
Bende arabama binip en yakın marketlerden yiyecek almaya başlamıştım. Arabayı sonuna kadar dolduruyor ve yiyecekleri evime götürüyordum. Ancak geçen ay zombilere kurban gitmekten son anda kurtulmuştum ve normalde üç aylık yiyecek alabilirken yalnızca bir aylık yiyecekle geri dönmek zorunda kalmıştım. Normalde evimin olduğu semtte çok zombi olmazdı. Ancak nedense son bir aydır çok daha fazla zombi görüyordum. Bu durum yüzünden dışarı çıkmaya cesaret edemesem de iki gündür hiçbir şey yememiştim. Ve açlıktan ölmekte oldukça acı verici bir şeydi.
Aklımdaki düşünceleri bir kenara atıp içinde bulunduğum duruma odaklandım. Hava aydınlık olsa da marketin sonundaydım ve içerisi bu yüzden karanlıktı. Elimde tuttuğum yayıma ve oklarıma baktım. Bütün bu olanlar yaşanmadan önce okçuluk kursuna gidiyordum. Ve birçok turnuvada derecelerim de vardı. Zombi öldürürken de işime yarıyordu. Her zaman insanların kendilerine yararlı olacak hobiler edinmelerinden yanaydım. Sonuçta ne zaman bir zombi istilası olacağı belli olmuyordu.
İçimden bildiğim bütün duaları sıralamaya başlamıştım. Çünkü zombilerin giderek yaklaştığını duyabiliyordum. İşin kötüsü marketin içinde yayımla düzgün bir atış yapıp yapamayacağımı bilmiyordum. Her ihtimale karşı yanımda bıçak bulundursam da daha önce bir zombiyle bıçak kullanabileceğim kadar yakından dövüşmemiştim.
Derin bir nefes alıp rafları kendime siper ederek ayağa kalktım. Burada durduğum her saniyenin aleyhime işlediğinin fark etmiştim. İçeri daha fazla zombi girmeden açık alana çıkmalıydım. Markete giren zombinin sesi diğer uçtan geliyordu. Benim çıkışa daha yakın olduğumu fark edince saklandığım yerden fırlayarak dışarı doğru koşmaya başladım. Zombi de beni fark etmiş peşime düşmüştü. Ama hesaplamalarım da yanılmamıştım ve zombi beni yakalamadan dışarı çıkmayı başarmıştım. Marketten çıktıktan sonra cadde de biraz koşup aramızdaki mesafeyi açtım. Daha sonra yayıma bir ok takıp zombinin gözüne nişan aldım.
Bir zombiyi öldürmenin birkaç yolu vardı. Eğer zombiyi uzaktan öldürecekseniz, üç hayati organa nişan almalıydınız. Beyin, kalp ve akciğerler. Bir zombi bile olsanız bu üç organ olmadan yaşayamıyordunuz. Beyin ve kalp her zaman işe yarardı ama akciğer çok riskliydi. Eğer yakından öldürecekseniz de kafasını kesebilir veya yakabilirdiniz. Bu ikisi her zaman işe yarardı.
Ama her zaman risk vardı. Uzaktan öldürecekseniz, uygun bir açıyla nişan almak zorundaydınız. Ve bazen oklar kafatasından içeri giremiyordu. Bu durumda vakit kaybetmiş ve yerinizi açık etmiş oluyordunuz. Yakından öldürecekseniz de zombinin yanına yaklaşmış olmak başlı başına bir dertti. Ben uzun süreli tecrübelerden sonra işimi garanti altına almak için zombileri gözlerinden vurmaya başlamıştım. Beyine giden en yumuşak doku gözdü çünkü.
Okumu bıraktıktan sonra, ok havada ıslık çalarak zombinin gözüne girdi. Zombi bir adım daha attıktan sonra yere düşerek öldü. Muzaffer bir edayla gülümsedim. Hayatta kalan son Türk'ü öldürmek o kadar kolay değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unutulmuş: Türkiye
Science FictionKitabın başlangıç tarihi 12/09/2015. #1 Bilim kurgu **Dikkat! Parola Yayınevi ile yapılan anlaşma ile Unutulmuş: Türkiye iki ayrı kitap şeklinde basılacaktır. İlk on bölüm tanıtım amaçlı bırakılmıştır, kalan bölümler kaldırılmıştır** 21 Aralık 2012...