1.

44 7 2
                                    


Bazen bazı insanlar altın kaşıkla doğar. Oldukça zengin bir aileye sahip olabilir, üstün zekalı ya da özel yetenekli olarak dünyaya gelirler. Etraflarına yaydıkları auralar bile farklıdır, attıkları her adımda öz güven yatar.

Fakat bazen bazı insanlarsa oldukça sıradan dünyaya gelirler. Dünyada milyonlarcası bulunan fiziksel özellikler,orta halli hatta fakir bir ailede dünyaya gelmek ya da bir baltaya sap olamamak gibi sıfatlarla doğarlar.

Ve ben kesinlikle ikinci gruba giriyordum.

Hayatımda başarı diyebileceğim tek şey belki de evrenin işleyişindeki ufacık bir sapmadan dolayı üç yıl önce şansa bala kazanabildiğim ve seve seve burslu okuduğum bu liseydi.

Aslında çok şey feda etmiştim bu lise için, çoğu zaman diğerlerine ayak uydurabilmek amacıyla uykularımdan feragat edip gece yarılarına kadar ders çalışmıştım. Hepimizin yırtıcı hayvanlar gibi yarışa tabi tutulduğu bu mücadelede ayakta kalabilmek için zamanımın çoğunu derslerime vermiştim ama buna rağmen hiçbir zaman en iyisi olamadım. Birileri hep benden daha az çalışmasına rağmen oldukça kolay bir şekilde istediğine ulaşırken ben boşa giden çabalarımın ardında bıraktığı hayal kırıklığıyla birilerinin başarılarını izledim.

Oldukça normal biriydim ben, sıradan ve milyonlarca insandan hiçbir farkı olmayan biri. Tüm bunları kendimi küçük gördüğüm için değil aksine kendimin farkında olduğum için söylüyorum. Çünkü ben böyle doğdum.

Bu liseye ilk başladığımda hep bir hayalim vardı, çok çalışıp başarılı olmak ve kendimi kendime kanıtlamak. Fakat ben ne kadar çaba sarf edersem edeyim bazen bazı insanlar ağızlarında altın kaşıkla doğduğu için benden hep birkaç adım önde oldu ve zaman geçtikçe önce umutlarım sonra da kendime olan güvenim kırıldı.

İnsanların bu denli sıralandığı ve sürekli birbirleriyle yarıştığı bu okulda sıradan ve başarısız olmak onlar için beni ezmek anlamına geliyordu. Onların gözünde çöpten hiçbir farkım yoktu.

Aslında hepimiz çocuktuk ama daha bu yaşta iki yüzlülüğü bu denli öğrenen yaşıtlarım hep en güçlü olmak ya da en güçlünün yanında olmak için birbirlerini ezerdi. En çok da benim gibileri.

Belkide bu nedendir ki kapısında arızalı yazısı asılı duran ve günlerdir kullanılmayan bu tuvalet kabininde üstümdeki ne olduğu belli olmayan kirli suyu temizlemeye çalışırken bunu bana yapanlara sinirlenemiyordum bile. Beyaz okul formam kahverengiye dönmüş, kumaş pantolonum bacaklarıma yapışmıştı.

Sırf canları sıkıldığı için eğlence malzemesi olarak beni kullanan sınıf arkadaşlarım çoktan sınıfa gitmiş bense ders zili çalana kadar kendimi toparlamaya çalışıyordum.

Paketinden çıkarttığım son peçeteyle kollarımdaki ıslaklığı silerken ders zili çaldı. Zaten yaşıtlarımdan oldukça gerideydim bu nedenle elimdeki bursu kaybetmemek için hiçbir dersi kaçırmamaya çalışırdım ama bu hâlde derse nasıl gideceğimi bilmiyordum.

Kendiliğinden dolan gözlerimi elimin tersiyle silip kilitli kapıyı açarak tuvaletin içine baktım. Kimsenin olmadığını görünce rahatlayıp lavaboda ellerimi yıkadım. Temiz olduğunu hissedene kadar en az üç dört kere yıkadım.

Nefret ediyordum bu kadar güçsüz olmaktan, karşı koyamamaktan. Her seferinde neden bu kadar aciz olmak zorundaydım ki sanki. Aynı yaştaydık oysa neden sürekli ezilen taraf ben oluyordum? Neden böyle doğmak zorundaydım ki?

Akan gözyaşlarımı engellemek için kafamı kaldırdığım sırada aynada yansımamla göz göze geldim. Bir öğle arasını ağlayarak geçirdiğim için kızaran gözlerim, sürekli akan burnum ve dağılan saçlarımla oldukça çirkin duruyordum. Bu istemsiz daha da ağlamama sebep olurken elimi biraz ıslatıp saçlarıma şekil vermeye çalıştım ama başarız oldum. Belki biraz düzelir diye elimi musluğun altına tutup soğuk suyla yüzümü yıkadım. Ama olmuyordu.

Neden bu kadar çirkin olmak zorundaydım ki? Aciz olmaktan nefret ediyorum. Kendimden nefret ediyordum.

Derin nefesler alıp rahatlamaya çalıştım ama biraz daha zaman kaybedersem hocanın beni derse almayacağına adım kadar emindim. Bu nedenle yüzümü bile kurulamadan öylece çıktım tuvaletten.

Ders zamanı olduğu için koridorda kimse yoktu ama ben utancımdan kafamı yerden kaldıramıyordum. Neyseki saçlarım biraz uzun olduğu için yüzümü gizliyordu.

Hızlı adımlarla sınıfın önüne geldiğimde derin bir nefes alarak kapıyı tıklayıp içeri girdim. Ben adımımı içeri atar atmaz arka sıralardan büyük bir kahkaha tufanı koptu.

Halime gülüyorlardı. Onlarda biliyordu benim ne kadar aciz ve gülünesi biri olduğumu.

Hocayla göz göze gelmemeye çalışarak zar zor araladım dudaklarımı.

"G-Geç kaldığım için özür dilerim"

Beni baştan aşağı süzdüğünü hissettim ama ağzını açıp tek bir kelime etmedi. Nasılsın, başına ne geldi,neden üstün bu kadar kirli ya da ne oldu diye sormadı. Aslında o da haklıydı bir yerde çünkü bu okulda öğretmenlik yapıyorsa hepsi bu sınıftaki diğer zengin çocuklar ve onların aileleri sayesindeydi. Bense alt tarafı burslu bir öğrenciydim. Bana yardım etmek demek kendi işinden olmak demekti,bunu göze alamayacağını biliyordum.

"Sırana geç ve bir daha geç kalma" derken yüzüme bile bakmıyordu. Muhtemelen iğreniyordu bu halimden.

Hiçbir şey demeden en arkalarda ki sırama giderken yanlarından geçtiğim kişiler bilerek bana dokunmamak için sırada öbür tarafa kayıp yüzlerini buruşturuyordu. Tek başıma oturduğum sırama oturunca ön ve arkamdaki bazı insanların burunlarını tuttuğunu fark ettim. Tam o sırada bir kız bağırarak parmağını kaldırdı ve hoca bir şey demeden konuşmaya başladı.

"Hocam sınıfta bazı arkadaşlarımızdan çok kötü bir koku geliyorda ben çok rahatsız oldum, acaba camları açabilir miyim?"

Sözleri biter bitmez camı açmak için ayaklanınca kafamdan vurulmuşa döndüm. O kadar utandım ki yerin dibine girmek istedim. Çaktırmadan üzerimdeki formayı kokladığımda kızın ne kadar haklı olduğunu fark ettim. Uzun zamandır üzerimde olduğu için mi yoksa sürekli ağladığım için mi fark etmemiştim bilmiyorum ama şuan leş gibi kokuyordum. Öyle iğrenç bir kokuyduki bu, çürük yumurta gibi kokuyordu. Derse geldiğime pişman olmuştum ama başka çaremde yoktu.

Bana bunu yapan onlar olmalarına rağmen yüzlerinde sanki bu benim suçummuş gibi suçlayıcı ve yargılayıcı bir ifade vardı. Çoğu benden uzağa oturmuş burunlarını tutarken kendi aralarında benimle alay ediyorlardı.

Buradaydım oysa,her birini duyuyor ve görüyordum. Fakat ağzımı açıp tek bir şey diyemiyordum onlara. Korkuyordum çünkü. Zar zor kazandığım bu bursun yanmasından ya da tüm bu yaşadıklarımın ailemin kulağına gitmesinden deli gibi korkuyordum. Bu yüzden utana sıkıla da olsa sıranın altındaki hırkayı alıp ıslak ve yapış yapış olan formamın üzerine giydim.

Yine nefret ettim kendimden ve acizliğimden. Eğer onlara engel olabilecek gücüm ve fırsatım olsaydı bir an bile durmaz onlara yaptıklarının hesabını sorardım ama yapamıyordum. Buradan mezun olana kadar tüm bunlara katlanıp sessizce göze batmadan yaşamak zorundaydım. Çünkü ben onlar gibi ağzımda altın kaşıkla doğmamıştım. Özel bir yeteneğim yoktu ya da ailemin maddi durumu iyi değildi.

Bu nedenle oturduğum yere iyice sinerek utana sıkıla kafamı kaldırıp hiçbir şey olmamış gibi tahtada ders anlatmaya devam eden öğretmeni dinledim. Belki bir ihtimal derslerimde başarılı olabilirsem buradan mezun olduktan sonra kendimi kurtarabilirdim. Elimdeki tek çıkar yol buydu. Kendimi kurtarmak.

Çıkış zili çalana kadar bekledim, etraftaki yargılayıcı bakışlara rağmen onlara bakmadım ve sadece hocaya odaklandım.

Aciz kalmış her kul gibi yine ve yine sadece içimden dua ettim, lütfen kendimi kurtarabileyim diye.

__________

Bir gece vakti en az bedenim kadar yorgun olan zihnime rağmen sırf biraz daha rahatlamış hissetmek için yayınlıyorum bu kurguyu. Normalde olgunlaşması için biraz daha bekletmeyi düşünüyordum ama bu güne kısmetmiş.

Umarım tutar,destek olursanız sevinirim

ACİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin