[kıraç - yıllar sonra]
9 yıl sonra, Seul Sanat Galerisi
"Eserin adı, Buzdaki Alevler. Amacım tamamen iç sesimi dinlemekti. Tıpkı edebiyatta var olan bilinçakışı tekniği gibi. Kırmızı deyince aklıma gelen her şeyi ama her şeyi kullanmaya çalıştım." dedim etrafımda oluşan kalabalığa doğru. Bu insanların birkaçı üniversite hocamdı, Bay Jeon da dahil. Birisi eleştirmen ve geri kalan yedi kişi sanatseverlerden oluşuyordu.
Ve bu olay beni hâlâ ilk günkü gibi heyecanlandırıp ellerimi terletiyordu.
"Vante, zıtlıkları harmanlayışın çok hoş fakat sence de fazla Picassovari değil mi? Sanki karşımda Avignonlu Kızlar'ın erkeklerden oluşan versiyonu duruyor." diyen sarışın genç kadın sanatseverlerin içinden biriydi. Mavi gözleri oldukça parlak bakıyordu, kötü bir niyeti yoktu nihayetinde.
Bir süre düşüncelerimi tarttıktan sonra tam cevap veriyordum ki hiç beklemediğim bir şey olmuş, Bay Jeon söz almıştı.
"Hayır, Picasso'yla alakasının olmayışı ilk görüşte bile belli oluyor." Eli çenesini kaşıyordu, benimkiler dahil tüm gözler ona çevrilmişti ve o yalnızca tabloya bakıyordu. Başını hafifçe sağa eğip konuşmaya devam etti. "Ustanın o eserinde kadınlar oldukça kaba, afrika heykellerine benzer üslupla resmedilmiş. Geometrik tarzı da zaten tartışmaya kapalı. Vante'nin onun tarzıyla ve konusuyla hiçbir ilgisi olmadığı açık..." Bir süre düşünür gibi bir mırıltı çıkardıktan sonra bize döndü ve herkesin gözünün içine tek tek bakarak devam etti.
"Ben karşımdaki tabloda iki aşık görüyorum. Araları buzla kaplanmış fakat hâlâ cayır cayır yanıyorlar."
Bu cümlesi karşısında kalbim teklemiş, neye uğradığımı şaşırmıştım. Ellerimin tir tir titrediğini hissediyordum. Yutkunamıyordum bile üstelik. Fakat o... Çok rahat ve fevriydi.
Bir iki alkış sesinin ardından bütün kalabalık sakince alkışlayarak onaylamıştı onu. Hocalarımla zaten tanışıyorlardı, gülüşerek bir şeylerden söz etmeye başladılar fakat ben eşlik edecek gücü kendimde bulamadım. Ben o an orada bile değildim.
İzin isteyerek ayrıldım yanlarından. Koştur koştur asansöre atlamış, terasın olduğu kata basarak beklemeye koyulmuştum.
Fularımı elimle gevşettim.
"Kavuşamayan aşıklar ha? Şakasın sen, Jeon Jeongguk. Yemin ediyorum şaka gibisin."
Aynaya dönüp çığlık attıktan sonra biraz daha rahatlamıştım. Şimdi bir de terasın ayazını yersem terk edilişim iyice aklımdan çıkmış olurdu ve sergime kaldığım yerden devam edebilirdim.
Asansörün kapısı açıldığında hızlı hızlı, biraz da yeri döverek attığım adımlarla kocaman küf kokulu terasın en ucuna gidip aşağıya bakmaya başlamıştım. Yüksekliği baş döndürücüydü bu nedenle ilerideki şehir silueti yeni manzaram olmuştu.
"Hayranlarını çok bekletiyorsun."
Yine bu ses. Arkamı dönmeyecektim. Bu sefer beni ele geçiremeyekti. O yalnızca saygı duyduğum hocamdı. Evet, öyleydi.
"Onlar hayranlarım değiller. Birkaç dakikanın da bir zararı yok."
"Birkaç dakikada çok şey gelip gidebilir, Vante."
"Sen neden buradasın?" Ve işte, ona dönmüştüm. Ona dönerek hayatımın en büyük hatalarından birini yapmıştım çünkü o aptal siyah saçları rüzgarla dans ediyordu ve gömleğinin yakası da açılarak beyaz tenini ortaya seriyordu. Ceketini nerede bırakmıştı tanrı aşkına?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Born to be Blue | taekook
FanficKirli bir binanın beşinci katı, on dokuz buçuk yaşım ve pas tutmuş ruhum. Bir de o. Herkeslerden itinayla sakındırdığım o... Pas tutmamış her bir parçamı esir alan o.