[The Weeknd - Blinding Lights]
"Taehyung, adamım, bu mekâna bayılacaksın." Gecenin bir yarısı, ne halt yediğimi, neden hâlâ ona eve gitmem gerektiğini söylemediğimi bilmiyorum. "Hoseok... Ne mekânı tanrı aşkına? Şu kılığımıza bak!"
Tamam, önce kafeye gitmiştik. Orada güzel güzel oturmuş, dekorasyonu yorumlayıp kahve içmiştik. Sonra tam evlere ayrılacağımız vakit Hoseok atılmış, beni kolumdan tuttuğu gibi taksiye bindirmiş ve şu küften de beter kokan -plastik, tekstil ve işlenmiş şeyler- alışveriş merkezine getirmişti. Hayatımda ilk kez böyle devasa, küften beter bir yere gelmiştim ve dolayısıyla meraklanıp Hoseok'un peşine takılmıştım. İsimlerini okuyamadığım mağazaları dolaşıp bir sürü şey almıştık. Parayı kim nasıl ödüyordu anlamamıştım bile -hoş, benim ödemediğim kesindi- her yeri alıcı gözle incelemekle meşguldüm çünkü.
O dev yerden çıktığımızda üzerimde kenarlarından zincirler sarkan parlak siyah bir jean, siyah tülden bir gömlek -daha sonra isminin transparan gömlek olduğunu öğrenecektim- siyah deri bir ceket ve ayakkabı olarak da kenarlarında parlak taşlar olan siyah bir bot. İşin en ilginç yanı ne biliyor musunuz? Saçlarım mavi. Evet, evet, mavi. Hem de en seksisinden.
Hoseok ise benim pantolonun zincirsiz ve dizleri yırtık versiyonunu giyiyor, üstünde leopar desenli güzel bir gömlek var ve ceketi kurşun geçirmez gibi. Sinirim bozuk. Bu pahalı şeyleri kıçımı satsam alamayacağım gerçeği suratıma vurdukça daha da sinirleniyorum.
"Hadi gidelim," diyor Hoseok az önce önümüze gelen araca binerek. Alnımı sıvazlıyor, ne halt yediğimi düşünmeyi bir kenara iterek arabada Hoseok'un yanına biniyorum. Özel bir şoför var ve arabayı bilmediğim sokaklara sürüyor. İç sesimi susturuyor, sinirlenmenin yersiz olduğunu düşünüyor ve sakinleşip geceye boyanmış sokakları izlemeye devam ediyorum.
Tam uyku moduna geçeceğim sıra duruyoruz, şoför yavaşça park ediyor arabayı. "Geldik mi?" diye soruyorum pek bir keyifsiz. "Aşkım asma suratını," diyor Hoseok cıvık cıvık: "Çok eğleneceğiz." Suratındaki gülüşte herhangi bir anlam aramıyorum zira ne olursa olsun bana zarar vermeyeceğini biliyorum- ya da öyle sanıyorum, evet.
Lüks bir bahçeden geçiyoruz, ortada büyük bir süs havuzu var ve kenarları mor led lambalarla süslenmiş. İlerliyoruz, ağaçlık bir alandan sağa sapıyoruz ve kahverengi çelik kapıya ulaşıyoruz. Hoseok kenardaki zile basıyor, ardından beni belimden kavrayıp yanına çekiyor. "Yanımdan ayrılma," diye fısıldıyor kulağıma doğru eğilip. "Tamam," diyorum: "Tamam ama elini çek." Suratında şaşkın bir bakış peyda oluyor ve hemen çekiyor elini belimden. "Affedersin, kızdın mı? Ama çok eğleneceğiz."
"İçeride kim var neci var bilmiyorum bile. Endişelenmem gayet normal değil mi, Hoseok? Yolda telefonuna gömülmeyip birkaç bilgi verebilirdin. Siktiğimin partisi zengin sürtüklerden mi oluşuyor öğrenirdim böylelikle!" Sert çıkışmış olacaktım ki kapıyı açan kişinin kaşları çatılıyor. "Hoseok?" diye mırıldanıyor geniş omzunu kapı pervazına yaslarken. "Bize sürtük mü dedi arkadaşın?"
İkisi bakışıyorlar ve bir süre ciddi bir sessizlik oluşuyor. Tam atılıp sessizliği bozacağım sıra birden kahkaha atıyorlar, adam gülmekten yerlere yatacak neredeyse. Bizim Hoseok benim gülmediğimi görünce duruyor, bana dönüyor. "İçeri geçelim," diyor ancak hâlâ gülmeye devam ediyor. Kollarımı göğsümde bağlayıp eşlik ediyorum ona.
(Havaya girmek isterseniz medyaya bıraktığım şarkıyı açın.)
Karanlık bir koridordan geçtiğimiz sıra içeriden güzel bir melodi duyuyorum. Böylelikle kaşlarım gevşiyor, dudak kenarlarım kıvrılıyor. "Dedim ki, ooh, gecede boğuluyorum"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Born to be Blue | taekook
Hayran KurguKirli bir binanın beşinci katı, on dokuz buçuk yaşım ve pas tutmuş ruhum. Bir de o. Herkeslerden itinayla sakındırdığım o... Pas tutmamış her bir parçamı esir alan o.