Ölüm Yiyen İşareti

27 8 1
                                    

Merhabalar. Geçen gün bir okurumun doğum günüydü. Girememiştim, kutlayamamıştım. Bu bölüm ona hediye olarak gelsin o zaman :)

Hikayenin İngilizce versiyonunu A03 platformunda yayınlıyorum. Bu aralar çevirme işlemleriyle uğraştığımdan bölüm biraz aksadı. Keyifli okumalar.


"Severus?"

Yaşlı büyücünün sesini duyduğunda kıpırdamadı. Hiçbir tepki vermedi. Göz kapakları sımsıkı bir şekilde kapanmış, nefesi ciğerine lanet yemişçesine yavaşlamıştı. Uçurumun kıyısında öylece dikilmeye devam ediyordu.

"Severus?"

Okul müdürü bir kez daha seslendi ona ve Severus yine dönüp yaşlı adama bakmadı. Rüzgar siyah saçlarını dağınık bir şekilde uçuruyor, Hermione'nin nazik dokunuşunu andırırcasına yüzünü okşuyordu.

"Oğlum neden buradasın?"

Rüzgârın uğultusunun arasından süzülüp zihninde yankılanan o soruyla birlikte nihayet gözkapaklarını araladı ve koyu gri renge hâkim uçurumun etrafındaki örtü gibi zemine yayılmış olan ormanı izledi. Tıpkı düşünceleri gibi onlar da karanlık görünüyordu.

"İhtiyaç odasını böylesine tehlikeli bir alana dönüştürmeyi nasıl başardın?"

Albus Dumbledore, artık yanında duruyordu. Severus, hala ona bakmamakta ısrarcıydı fakat bu kez sorusunu cevapladı.

"Ben karanlık sanatların varisiyim Albus; yoksa bunu unuttun mu?"

Yaşlı müdür hiçbir cevap vermeyip iç çekince dudağının kenarı alayla seğirdi. Ona biçtiği hayat buydu işte, şimdi neden üzülmüş gibi yapıyordu ki?

"Böyle olmasını istemediğimi biliyorsun oğlum..."

Sanki içindeki fırtınayı duyuyormuş gibi onunla konuşmaya devam edince Severus müdüre daha fazla kayıtsız kalamadı. Yüzünü yaşlı adama dönerek başını bir kez hafifçe oynattı.

"Bu savaşta bana seçim hakkı sunulmadı Albus. Üzgün olduğunu biliyorum ama beni iki taraflı ajan olmaya zorladığında bunların yaşanmayacağını öngörmediğini söyleme lütfen. Çünkü buna inanmam."

Albus, elini Severus'un omuzuna koydu. Severus ise beraberinde kafasını yeniden önüne dönüp, karanlık ormanı izlemeyi sürdürdü.

"Çift taraflı ajan olmayı sana teklif ettiğimde yolun sonunda öleceğini biliyordum oğlum. Hepimiz bu savaşta ölecektik. Sen de ben de gerekirse diğer yoldaşlık üyeleri de. Ancak özellikle seninle benim kaderimin değişmeyeceğinden şüphem yoktu. Fakat senin kaderin için yanılmışım oğlum. Senin kanlı bir savaşın ortasında aşkı bulacağını düşünemezdim. Kimsenin aklına gelmezdi bu. Senin bile."

"Öyle," dedi Severus ve gözlerini kapatırken sesi titredi. "Onun gibi birinin benim gibi birine âşık olması bir mucizeydi. Ve ben bu sabah hayatımın en güzel mucizesini kaybettim."

"Kaybetmedin oğlum, onlar sağlıklılar ve hayattalar."

"Ne demek istediğimi biliyorsun Albus," dedi ve bu sefer ses tonu her zamanki öfkeli tınısından daha gür çıktı. Dönüp yaşlı müdüre baktı ve adam hafifçe başını salladı.

"En zor sınav seninki oldu oldu oğlum. Bunu kabul etmemek en büyük alçaklık olurdu."

"Kabul etmek de bir şeyi değişmiyor," dedi Severus ve sırtını uçuruma dönerek müdürü orada tek başına bırakıp koridorlara geri döndü. Rüyasız bir uyku iksirine ihtiyacı vardı. Akşam yemeğinde Hermione'yi o turuncu kafayla yan yana ve samimi bir şekilde görmeye dayanabilmek için vücudunu titreten bu yorgunluktan kurtulması gerekiyordu...

---

Ana salona giden merdivenlerin basamaklarını çıkarken kalbi deli gibi çarpıyordu. Sağ eliyle sol bileğinin üzerini kapatmış acıdan inlememek için dişlerini birbirine kenetlemişti.

"Hayır, şimdi değil. Henüz değil."

Ortak salonun açık kapılarına doğru yürüdüğünde dövmesi şiddetli bir şekilde yanmaya başladı. "Lanet olsun," diye kükredi, sıkılı dişlerinin arasından ve acıdan kamburlaşan sırtını doğrultarak ter içinde kalmış yüzünü salona döndü. Gryffindor masasının altın üçlüsü henüz masaya teşrif buyurmamışlardı. Hermione, kötü olsa aralarındaki ruh bağı sayesinde bunu hissederdi ve şu anda tam olarak endişelendiği şey de aralarındaki bu ruh bağıydı. Hermione, er ya da geç onun acısını hissedecekti. "Kahretsin," dedi bir kez daha ve yürümeye devam etti. Açık kapılardan içeri girer girmez bakışları öğretmenler masasında oturan ihtiyarı buldu. Dudaklarını okuyacağını bildiği için kimselerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde saçlarının ardında yüzünü gizleterek kafasını önüne eğdi ve terden ıslanmış saçlarının yüzünü çevrelemesinden memnun kaldı. Sessizce, "İşaretim yanıyor," diye fısıldadı ve anında kafasını doğrultarak yeniden ihtiyarla göz göze geldi. Albus Dumbledore'un gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Eğilip yanında oturan müdür yardımcısının kulağına bir şeyler fısıldadı ve sonrasında Minevra McGonagall da ona aynı endişe dolu gözlerle baktı. Lordun onu bu kadar hızlı çağıracaklarını belli ki ikisi de beklemiyordu. Ama Severus bunun olacağının bilincindeydi. Bu yüzden de onları Hermione'yle ilgili olayda bu kadar çok sıkıştırmıştı.

Ona bir şey olmasına asla fırsat vermem diye düşündü içinden ve geçip öğretmenler masasındaki yerini aldı. Gözleri ona endişeyle bakan yoldaşlık üyelerinin yüzlerinden daha farklı bir noktaya, büyük salonun açık kapılarına doğru kilitlenmişti. Ve beklediği kişi de sanki ıstırabına son vermek istercesine, birkaç saniye sonra kapıda belirdi. Ah, üzgün ve yorgun görünüyordu. Belirginleşmiş karnını gizlemek için her zamanki gibi büyü yapmıştı. Ron! O alçak düzenbaz, karısının dibindeydi. Pis iri eli sırtında diğer boşta kalan eli ise bileğindeydi. Belli ki Hermione hala halsizdi. Ya da... Evet, bunu nasıl düşünemezdi... Onun işareti... O lanet olası işaretin vücuduna verdiği işkenceyi aralarındaki ruh bağı sayesinde Hermione de bilinçsizce hissedebiliyordu.

"O da hissediyor Severus," dedi Albus ve İksir Profesörü bakışlarını Gryffindor masasına doğru yürüyen karısından bir saniye bile ayırmadan yaşlı büyücüyü kafasıyla onayladı. "Farkındayım," dedi düz bir sesle ve sağ eliyle sol bileğini olabildiğince sert bir şekilde sıktı. Yüz kasları acıdan titremeye başlamıştı, o ne kadar çok acı çekiyorsa Gryffindor masasında da ortalık bir o kadar çok karışıyordu. Herkes Hermione Granger'in başına toplanmış değişen ruh haline neyin neden olduğunu merak ediyorlardı. Snape bu esnada titreyen çene kaslarını umursamadan dişlerini birbirine sıkarak, yüzünü müdürün yanında oturan ve endişe dolu gözlerle onu izleyen müdür yardımcısına döndü. "Lütfen Madam Pomfrey'den Hermione'yle ilgilenmesini isteyin." Minevra McGonagall, hızlıca kafasını sallayarak hiç alışık olmadığı bir biçimde kişisel ev cinini masanın hemen yanına çağırdı. Nazik bir şekilde ondan Madam Pomfrey'e Hermione'yle ilgilenmesi durumunda kalacaklarını bildirmesini rica etti. Ev cini geldiği gibi bir pırıltıyla anında salondan yok olarak müdür yardımcısının iletisini hastane kanadında olan kadına yetiştirmeye gitti.

"Peki, sen ne yapacaksın Severus?" diye sordu Albus ve Severus o esnada zamanında onun gibi karanlık sanatlar dersi vermiş olan Profesör Lupin'le göz göze geldi. "Bana yardımın lazım. Riskli ve başarısızlıkla sonuçlanabilir ama yine de bir fikrim var," dedi. Lupin başını sallayarak masadan kalktığında Severus da o her zamanki ürkütücü ifadesini yüzüne yerleştirerek sandalyesinden kalktı. Profesör Lupin'le birlikte büyük salonun masaları arasından geçip giderken zorlukla Gryffindor masasına doğru bakmamaya direndi. Hermione'yle göz göze geldiği anda hissettiği acının bin kat daha fazla artacağından emindi. O gözlerin içinde kendisine dair büyük bir sevgi parıltısını görmemeyi kaldıramazdı... Şu an değil...

Obliviate | SnamioneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin