Mina şu an nerede olmalı, evinde.
Mina şu an ne yapmamalı, kesinlikle onun evine gitmemeli.
Ama Mina ne yapıyor, elinde tuttuğu kurabiye kaplarıyla onun bahçesinde oturup onu bekliyor. Evinin adresini nereden aldığım çok meşakkatli bir işti ancak elimden de kurtulamadı bu iş ve buldum. Kapısının yanında kalan oturma grubunda oturuyor ve bacaklarımı sıkıca birleştirmiş, kucağımdaki kapları düşürmemeye çalışıyordum.
Onun için okuldan gelince işi ekmiş ve vişneli, az şekerli kurabiyeler yapmıştım. Diğer kapta ise limonlu, çikolatalı, frambuazlı karışık malzemelerle yaptığım ultra daha az şekerli kurabiyelerim vardı. Bana kalsa, şekeri içine boca ederdim ama doktor beyciğim ne yazık ki şekerli şeyleri sevmiyordu. Bunu da geçen gün, okuluma gelip beni kahve randevusuna çıkardığında anlamıştım.
Randevu.
Randevulaşmıyorduk elbette.
Buraya gelirken üstüme özenle giydiğim beyaz, dizlerimin üstünde, pileli eteğe sahip beni bebek gibi hissettiren elbiseyi giymiştim. Göğüs kısmında küçük bir pembe kurdelesi vardı.
Burada öylece oturup onu bekleme sebebim de evde olmamasıydı. Saat çoktan gece dokuzu geçmişti. Hastanede miydi? Beni morga götürdüğü gün asistanın dediği Simge adlı kadınla mıydı? Sahi o kimdi, onun gizemi hala çözülememişti. Kuruntularımı bir kenara bırakıp serin havayı ciğerlerime çektim.
Kendimce kurabiye yapmaya karar verme sebebimse sevgili adli tıp uzmanı doktor beyciğime her zaman yararımdan çok zararımın dokunmasıydı. Bu yüzden sanırım hafif bir mahcubiyet hissediyordum. Hem, hastanede bile benimle ilgilenmişti. Bu ufak bir teşekkür ödülüydü. Beni öpedebilirdi bu benim içinde ödül olurdu.
Şimdiyse, arabasının giriş yaptığını görmüştüm ve az sonra yanımda olacağı bir gerçekti. Hızlı bakışlarımı üstümde gezdirdim. Bebek gibiydim gerçekten! Pekala, uh! Heyecanlanmıştım.
Arabadan uzaklaştığında bakışlarını üstümde hissettim. Gözlerim kendiliğinden irileşirken, büyüyen göz bebeklerimle ona baktım. Şaşırmış olmalıydı. "Mina," Bana seslenmesiyle dudaklarımı dişledim. Burada ne işin var gibi bakıyordu bana. Bense ona arsız arsız gülümsüyordum. Ayağa kalktığımda oturma grubundan uzaklaştım ve ona doğru adımladım.
"Hoş geldin!" diye cıvıldadım. Nedense inanılmaz mutlu hissediyordum şu an. Heyecandan da olabilirdi. Arabasını kilitledi birkaç saniyeliğine gözlerini benden ayırdığında. "Hoş buldum," diyip duraksadı. "Sen de hoş geldin." Adımlarımız evinin kapısında buluştuğunda omzumdan düşmek üzere olan çantamı düzeltmek adına elimdeki kalpli saklama kaplarını göğsüne ittirdim.
Telaşla ona kapları tutuşturmam üzerine onları tuttu. Çantamı aheste aheste düzeltirken bakışları bir an üstümden ayrılmıyordu. "Geleceğini bilmiyordum."
Dan diye, "Neredeydin?" dedim. Ben onu burada beklemiştim neticede bir saate yakın. Konu benim gelip gelmemem değildi bence. O da soruma en az benim kadar şaşırmış görünüyordu. Hatta daha çok, bu sert ve büyük adamın kafasında soru işaretleri var gibiydi.
"Arkadaşlarımla akşam yemeğindeydim. Geleceğini söyleseydin erken gelirdim." dediğinde nedense içim rahatlamıştı.
"Ayaklarım ağrıdı, kapıyı açmayacak mısın? O kadar zamandır seni bekliyorum." Üzgünmüş gibi çıkarttığım sesime karşılık ufaktan telaşlandı. Beni esareti altına alan koyu kahve gözlerine gözlerimi çıkarttığımda burada olmamı anlayamıyor olduğunu görmüştüm. Pekala, bunları içeride konuşacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rota (+18)
ChickLitUfak, küçücük bir öpücük bırakıp kendimi çektiğimde dağılmış gibi hissediyordum. Bununla yetinmeyip dudaklarımı yaladım. "Mina, Mina, Mina..." İsmimi sayıklayıp alınlarımlarımızı birleştirdiğinde ürkekçe gözlerimi kaçırdım. "Niye beni öpmedin?" Ell...