Hazal tam bir gerizekalı olduğunu düşünüyordu.
On dakika sonra mahkemesi vardı. Hiçbir mahkemede bu kadar stres olmamıştı. "Abla sakin olsana." dedi Semih. Bu muydu ona övüle övüle anlatılan, hiç dava kaybetmeyen avukat?
Hazal dehşet saçan gözlerle Semih'e baktı. Çocuk gerçekten de çok efendi duruyordu. Pekâlâ, sakin ol Hazal, dedi kendi kendine içinden. Alt tarafı terk ettiğin çocuğunun babasının karşısına çıkacak ve onun davayı kaybetmesi için uğraşacaksın. "Bana bak." dedi Semih'in üstüne yürüyerek. Parmağını kaldırdı. "Almadın dimi madde falan."
"Ya abla ne maddesi tövbe tövbe." dedi Semih. Çatlaktı bu karı. "E adam durduk yere niye koysun çantana doping?"
Semih ona deli gibi baktı. "Maç iptal olsun diye? Ben atılayım on kişi kalalım kaybedelim diye? Ya sen bizim maçı izledin mi?" Tabii ki izlemişti. Yani o an izlememişti ama davayı salak gibi Barış'ı görmek için kabul edince izlemek zorunda kalmıştı.
"İzledim Semih!" dedi. Semih kafasını salladı. Kaybedeceklerdi işte, ah Mustafa abi, nereden buldun bunu!
"Davalı Barış Alper Yılmaz, davacı Semih Kılıçsoy, mahkeme salonuna bekleniyorsunuz." Sesi duyduğumda Semih'e baktı Hazal. Korktuğunu gördü. "Korkma." dedi. "Seni yüz üstü bırakmayacağım." Yeşil cüppesini giydi. Odalarından çıktılar ve mahkeme salonuna girdiler. Kendi taraflarına geçtiler. Hazal'ın yüreği ağzında atıyordu, elleri terliyordu.
Barış yanındaki avukatıyla beraber girdi. Gözleri direkt karşıyı buldu. Tepkisini gizlemedi. Gözleri kocaman açıldı. Ağzının içinde bir şey geveledi. Birkaç saniye içinde adam solmuş görünüyordu. Müvekkiller Semih ve Barış'a oturma izni çıktığında Hazal Barış ile göz göze gelmemeye çalıştı. Oysa ne kadar da özlemişti onu. Tam üç yıl. Üç yıl sonra Barış beş metre ilerisindeydi, rakiptiler.
Beyanname okundu ve avukatlara söz hakkı verilmeye başlandı. Önce Barış'ın avukatı konuştu. "Davacı Semih Kılıçsoy, spor ahlakı ve yasalara aykırı bir şekilde uyuşturucu madde kullanmış, adalet tarafından ligden atılınca da müvekkilim Barış Alper Yılmaz'a iftira atmıştır. Müvekkilim ile sabah on sıfır altı saatinde Beşiktaş'ta seyyar bir dükkana oturmuşlar ve sahanda yumurta yemişlerdir. Net görüntüleri yüce mahkemenize sunduk. Müvekkilim Barış Alper hiçbir şekilde Semih Kılıçsoy'un çantasına dokunmuyor."
"Sayın yargıcım, müvekkilim Semih Kılıçsoy üzerine oynanan bir kumpas sonucu ligden atılmıştır. Hiçbir şekilde kendisine kan testi yapılmamış, herhangi bir kanıt aranmamıştır. Yalnızca çantasında bulunan maddeden yargılamışlardır. Müvekkilimin kan değerleri önünüzde. Kendisi son on günü bırakın, hayatı boyunca bir kere bile alkol içeren bir madde dahi almamıştır. Semih Kılıçsoy olay gününde Barış Alper Yılmaz dışında kimseyle buluşmamış, mevcut halde konakladığı tesislerde maç saatine kadar antrenman yapmıştır. Maçın yapıldığı Atatürk Olimpiyat Stadında ve müvekkilimin konakladığı Vodafone Arena Standında toplam 3079 kamera vardır. Semih Kılıçsoy'un saniyesi saniyesine her hareketi kameralarla kaydedilmiştir. Hiçbir görüntüde de kendine madde aldığını göremeyeceksiniz."
Barış'ın avukatı girdi lafa. "İtiraz ediyorum sayın yargıcım. Bahaneler geçersizdir. Semih Kılıçsoy'un tüm gün tesiste durduğunu iddia edemiyoruz. Müvekkilimle buluştuğu saat aralıklarında da maddeyi almış olabilir. Bunun yanı sıra, Vodafone Arena'dan Atatürk Stadına gittiği yolda da pekâlâ maddeyi kullanmış olabilir."
"Doping en fazla dört saat önceden alınması gereken bir maddedir." dedi Hazal, hafifçe sırıtarak. "Müvekkilim son altı saatini Atatürk Olimpiyat Stadında ısınarak geçiniyor. Böylece bu tezinizi çürütmüş oluyoruz. Vodafone Arena'dan Atatürk Stadına gittiği yolda Semih Kılıçsoy bireysel olarak gitmedi, hiçbir Beşiktaş oyuncusu gitmedi, kişisel otobüslerini kullandılar. Ve MOBESE kameralarına takılan görüntüde çevirme olduğu, Türk polislerinin tüm oyuncuların üzerlerini ve çantalarını aradığını görüyoruz. Semih Kılıçsoy da altı nokta elli beşinci saniyeye aldığınızda karşısınıza net bir şekilde çıkacaktır. Müvekkilime atılan diğer iddiayı da çürütüyoruz."
Semih'in Hazal'a karşı olan tüm düşünceleri değişmişti. Kadın mükemmeldi.
"Müvekkilimin günlük GPS raporları da yüce mahkemenize teslim edilmiştir. Görüldüğü gibi, stadyumlar dışında Barış Alper dışında kimseyle görüşmemiştir."
"Hiçbir kanıtınız yok." dedi karşı avukat. "Müvekkilimin çantasına doping koyduğuna dair hiçbir görüntü, ses kaydı yoktur, varsa sunun mahkemeye." Yoktu. Zaten Barış'ın yaptığını düşünmüyordu Hazal. Barış'ın yaptığına inandırtacaktı yalnızca, görevi buydu. "Ayrıca." diye devam etti karşı avukat. "İlk fiziksel teması da Semih Kılıçsoy müvekkilime uygulamıştır. Videosu da tüm Türk televizyonunda yayınlanmıştır."
Bu doğruydu ve yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. "Bunun hakkında diyecek bir şeyiniz var mı avukat hanım?" Yargıç Hazal'a sordu. "Bu konuda diyecek bir şeyimiz yoktur. Semih Kılıçsoy yalnızca bu konudaki hatasının farkındadır." dedi Hazal. Ah Semih ah... dedi içinden.
"Fakat." diye devam etti Hazal. "Müvekkilim ve Barış Alper arasındaki altı yaşlık yaş farkı da 367. ceza kanununda suçlamaya açıktır.'' Karşı avukat bozuldu. "Bu onları nötrler ve suçunu düşürür." diye devam ettim. "Haklısınız." dedi yargıç önündeki kitaba bakarken.
Karar vakti gelmişti. Herkes ayağa kalktı. "Karar. Semih Kılıçsoy'un doping aldığı tespit edilememiş, tüm suçlar üzerinden düşmüştür. Barış Alper Yılmaz'ın Semih Kılıçsoy'un çantasına madde koyduğu yeterince kanıtlanamamış, tüm suçları düşürülmüştür. Mahkeme sona ermiştir."
Dosyalarını topladı. Başarılı bir mahkeme diyemezdi ama gerçekten de kanıt yoktu. En azından kaybetmemişti ve Semih liglere geri dönmüştü. Barış ile arası kötü kalsa da olurdu, kariyeri daha önemliydi. "Semih ben çıkıyorum ablacığım." dedi çocuğa. Bir aydır beraber mahkemeye hazırlanıyorlardı. İyice yakın olmuştular. "Tamam abla." dedi. "Bırakayım mı seni?"
"Yok canım arabayla geldim." Semih kafasını salladı ve çıkışa yöneldi. Salondan çıktığında derin bir nefes aldı. Bu kadar mıydı yani? Sadece otuz dakika karşısında dikilmek için mi kabul etmişti davayı? Zaten ne bekliyordu ki?
"Hazal." Hazal panikle kafasını duvardan ayırdı. Karşısında Barış vardı. Kalbi güm güm atmaya başladı. Zaten Hazal'ın kalbi hayatı boyunca bir tek Barış'a atmıştı, onun aksine. "Barış." dedi kız, yutkunamıyordu. "Seni burada görmek beklediğim son şeydi." dedi Barış yamuk gülüşüyle. Aman tanrım, dedi Hazal, içinde bir şeyler kopuyordu. Kalp krizi geçirecek gibi hissediyordu.
"Sürprizlerle doluyum." dedi. Sonra bunu dediği için kızdı kendine. "Nasıl gidiyor?" dedi Barış, aslında ağzını arıyordu, hayatında biri var mı diye. Sanki kendi hayatında yokmuş gibi... Hazal ne diye bozuluyorsa, üç yıl onu mu bekleyecekti sanki koca futbolcu? Onun gibi enayi olmak zorunda mıydı?
"İyi, iş güç." dedi Hazal. Gülümsemeye çalıştı. "Sen de Galatasaraydasın, hep hayal ettiğin gibi." Barış gülümseyip kafasını salladı. Bu muydu Barış'ın hayali? Hayır. Hayal ettiği gibi Hazal'la değildi. Aslında Barış mutlu da değildi. İpek iyi bir kızdı, ama çok şımarıktı. Öpüşüyorlardı, sevişiyorlardı. Zevk de alıyordu ama hiçbir zaman Hazal'ın yerini tutmuyordu. Barış ona çok kızgındı. Onu terk ettikten sonra toparlanmasına İpek yardımcı olmuştu. İki yıl boyunca arkadaşı olmuştu... sonra bir gün sarhoşken... Barış buna hata diyip her şeyi çöpe atmak istemiyordu ama öyleydi.
"Sen de avukatsın... Birincilikle mi bitirdin fakülteyi?" Hazal'ın kalbi açıldı. Son sınıfa gidemedim ki diyemedi. Nasıl diyecekti ki? "Hayır, bitiremedim." dedi sessizce. Barış şaşırmıştı ama hiçbir şey demedi. Eski sevgilisiyle sohbet etmesi ona suçlu hissettiriyordu. İpek öğrense ağzına sıçardı ama çok özlemişti. Ne kadar kızgın olursa olsun. "Hazal bir yere mi otursak? Uzun zaman oldu."
Siz alışmışsınız Okan Buruk'un kızı olmaya ben gecenin dördü beşiyim