ön edit: Yıllar önce başladım bu hikayeye. Şimdi neden geri döndüm bilmiyorum, birkaç düzenlemeyle paylaşacağım taslak halindeki bölümleri. Kıyamadım silmiyorum önceki açıklamamı, değerli çünkü bunlar; ilk denemelerimden. Ayrıca bana ne kadar değiştiğimi fark ettiriyor. Neyse, umarım okurken zevk alırsınız...
—-
Öncelikle merhaba! Hikayemi bulduğunuz için teşekkürler :D
Bu hikayeyi daha önce yayınlamaya başlamıştım ama içime sinmedi düzenledim, diğer bölümlerde de birçok değişiklik yapacağım. İlk bölümü düzenlemeyi bitirdim. Bu bölüm konuyla ilgili ipuçları veriyor, sonraki bölümlerle birlikte olaylar daha çok netleşecek. Bu bölümün kısa olması ön yargılı yaklaşmanıza sebep olmasın. Gelecek olan okuma sayısına göre devamını yayınlayacağım. Umarım okur ve beğenirsiniz.
İyi okumalar...
Endişe, duyguların en huzursuz edici olanıydı. Hayatım boyunca en çok bu duyguyu tattım, bunu değiştirmek de çoktandır elimde olmayan bir şey. Karışık mı oldu söylediklerim? Kafamda dolanan düşünce yumağından daha karışık olamaz.
Ben Grace Skeeter. 6 yıldır polisim ve sıradan bir hayatım var. En azından dışardan öyle görünüyor. Uzun süredir uzağında olduğum 'endişe' duygusunu bana hatırlatansa dün arananlar listesinde gördüğüm isim.
Sıradan bir hayatım var demiştim, ama geçmişimden söz etmedim. Geçmişim pek de sıradan değil. Annem ben çok küçükken ölmüş, onu hiç hatırlamıyorum. İnsanın annesini sadece fotoğraflardan bilmesi çok tuhaf bir duygudur. O hep bir hayaldir sizin için, hafızanızın derinliklerinde arayıp bir türlü bulamadığınız bir hayal. Sonra bir bakmışsınız yaşanmamış şeyleri yaşanmış gibi kabul etmeye, annenizle ilgili hatıralar uydurmaya başlamışsınız. Hatta bu hayallere öylesine inanmışsınızdır ki sizi bütün bunların bir 'hayal' olduğuna ikna etmeye çalışacak biriyle bağır çağır kavga etmeye hazırsınızdır. Sanırım annenizi tanımamanın tek iyi yanı onun ölümünün acısını duymamış olmanızdır. Acı değildir fotoğrafa baktığınızda hissettiğiniz şey. Adı henüz konulmamış, sadece 'tuhaf' gibi güçsüz bir sıfatla niteleyebileceğiniz bir duygudur.
Acı ne peki? Acı da babam öldüğünde hissettiğim. Bu, hayatımda canımı gerçekten acıtan tek şey olmuştu. Tüm hayatım boyunca yanımda olan tek insan da beni henüz ben 16 yaşındayken bırakıp sonsuzluğa gitmişti. Üstelik bir pislik yüzünden. Evet, babam öldürülmüştü. Kısaca açıklamak gerekirse babam bir çete tarafından öldürüldü. Ama olaylar hiç de bu kadar basit değil.
Babamın tek suçu karşısındakine güvenmekti, çetelerle ve o tür işlerle hiç alakası yoktu. Öldürdükleri bir adama benzediği için onu şeçmişler, cesedini de iyi anlaşmadıkları başka bir çete başının evine bırakarak suçu üstlerinden atmışlardı. Adeta bir Agatha Christie romanı değil mi? Benim tüm bunları nasıl öğrendiğime gelince, bir Hercule Poirot yoktu elimde ama daha fazlası vardı. Hem benle aynı nefreti paylaşan hem de cesur bir arkadaşım vardı. O olmasa kim bilir başıma neler gelirdi... Büyük ihtimalle 'öfkesinin kurbanı olmuş bir genç' olarak acemice intikam çabalarında bulunur, en iyi ihtimalle hapse girerdim. En iyi ihtimalle diyorum çünkü uğraştığım şeyin büyüklüğünü o zamanlar bilmiyordum ve muhtemelen benim intikam girişimim yakalanıp feci şekilde can vermemle son bulacaktı. Neyse ki Rita'yı tanıdım.
Rita Reeves, aslına bakarsanız bir çete üyesi; ama diğerlerinden farklı. Onun çetesi uyuşturucuyla uğraşmaz, kadın pazarlamaz ya da masum insanları öldürmezler. Yanlış şeyler yapmazlar demek doğru olmaz, çünkü onların dünyasında dürüst kalmak mümkün değildir. Rita'nın tek amacı ailesini öldüren adamdan intikamını almaktı. Belki de başlangıçta bir çetenin başı olacağını tahmin bile etmiyordu.
Onun ailesinin ve benim babamın ölümünün nedeni, Frank diye tanınan adam, aklınıza gelebilecek her türlü pis işten para kazanmasını bilir. Ama bir şekilde bunları hep bir piyon kullanarak yapar, sonunda da kendi hiç zarar görmeden paçasını sıyırır. Frank'in ismini hangi çeteye söyleseniz tanırlar; ama o, onlar için bile fazla tehlikelidir. Kimse onun düşmanlığını kazanmak istemez, ayrıca piyon olmaya niyeti olmayan en ufak akıl sahibi insan onunla çalışmak da istemez.
Rita ailesi hakkında konuşmayı sevmezdi, kaç kere bu konuyu sormaya kalktıysam her seferinde bir yolunu bulup konuyu değiştirirdi. Tek bildiğim evlerine zehirli gaz salınarak öldürüldükleri. Ocağın açık kalması gibi basit bir bahane uydurarak bu konuyu kapamışlar, Frank'in tecrübeli avukatları onun bu işte olmadığını kanıtlamayı başarmışlardı. Belki de fiilen bu işte değildi ama emri veren oydu. Rita'nın ölmemesine anlam verememiş olabilirsiniz. Rita o gece odasından gizlice çıkmış, çatıda oturuyormuş. O gün çatıda ne işi olduğunu da onu zamanla tanıyarak öğrenmiştim. Gökyüzünün, özellikle geceleri, onda değişik bir etkisi vardı. Kurt adama falan dönüşmüyordu elbette ama gökyüzünü fazla severdi. Neredeyse bir zaaftı bu. Ve bu zaaf henüz 17 yaşındayken onun hayatını kurtarmıştı. Ailesinin öldüğü gün o da evin içinde olsaydı onunla hiç tanışmayacaktık.
İşte arananlar listesinde gördüğüm isim bana tüm bunları hatırlattı. Bir zamanlar Rita'nın çetesinden olan birinin ismi, babasının ölümünün detaylarını öğrenmesinin üzerine Rita'yla ortak duyguyu besleyen ve onunla hareket eden bir kızın ismi... "Gerçek ben"in ismi... Skylar Evans.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VINDICTA
Mystery / ThrillerGrace Skeeter son zamanlarda gayet normal bir hayat sürmekte olan bir polis dedektifidir. Ama zaman onu geçmişiyle yüzleşmeye zorlayacaktır. "...bu sefer Frank karşısında 19 yaşında tecrübesiz gençler bulmayacaktı. Evet, bu işin peşini artık bırakm...