Sunsets
I wanna hear your voice
A love that nobody could destroy
-------
Gün batımı
Sesini duymak istiyorum
Kimsenin yok edemeyeceği bir aşk
~~~~~~~MYG
Beyaz tişört, siyak kot pantolon, deri ceket, cüzdan, kulaklık, telefon, anahtarlar... eksik olan bir şey olmadığını fark ettikten sonra evden çıktım. Motoru çalıştırıp bizimkilerle her zaman buluştuğumuz mekana gittim. Baristanın önündeki boş yerlerden birine geçip bizimkileri bekledim. Her zamanki gibi erken gelmiştim ve onlar da geç gelecekti. Beklerken bir kaç kadeh içmek için baristaya seslendim. Benimle aynı anda sağ tarafıma oturacak biri de seslenmişti. Gelen ses doğru döndüğüm zaman gözlerim önce turuncu saçlarında takıldı. Bingo... ilk kişiden turnayı gözünden vurmuştum. "Afedersiniz..." dedim "önce siz sipariş verebilirsiniz." Turuncu kafalı çocuk da aynı samimiyetle bana gülümseyip başını reddeder gibi salladı. "Önce siz seslendiniz. Önce siz sipariş verin, lütfen" dedi ince sesiyle. Bebeksi yüzüne zıt olan giyim tarzı gözüme çarpınca benzer şeyler giydiğimizi fark ettim. Sadece tişört renklerimiz farklıydı. Tam olarak avım olabilecek bir görüntüsü vardı.
Kısa bir "önce siz, lütfen" tartışmasından sonra siparişlerimizi verip bizimkileri beklemeye devam ettim. O sırada yeni kurbanıma biraz yakın olmak fena olmaz diyerekten küçük bir sohbet başlatmaya çalışacaktım ama aynı anda elimizi uzatıp konuşmuştuk:
"Min Yoongi"
"Park Jimin"Kısa bir gülüşmenin ardından elimle "önden buyurun" işareti yaparak konuşmasına fırsat verdim. Elini uzatıp "Park Jimin, tanıştığımıza memnun oldum." dedi. Aynı şekilde eline uzanıp sıktım ve "Min Yoongi, tanıştığımıza memnun oldum." diye karşılık verdim. Merhaba, yeni kurbanım. Gülüşü iç açıcıydı. "Bir daha kimsenin göremeyecek olması ne acı..." diye geçirdim içimden. Kısa bir sohbetin ardından Namjoon'un sesini duymamla sohbetimiz bölündü. Elini omzuma koyduktan sonra bana ithafen "Yoongi" dedi ve devam etti: "...sohbetinizi böldüysem özür dilerim ama Hoseok'un yanına gitmemiz gerekiyor, hemen. Bizi bekliyor. Aradık telefonuna ama ulaşamadık. Sanırım müzik sesinden dolayı duymadın." Sözü biter bitmez telefonumu cebimden çıkarıp baktım. Evet, aramışlardı ve mesaj da atmışlardı. "Duymamışım." Dedim basitçe. Sonra Jimin'e döndüm ve "Seninle bir daha görüşmek isterim Jimin, sohbetimiz beni iyi hissettirdi." dedim. Bana güzel bir gülüş sunup konuştu: "Ben de seninle tekrar görüşmek isterim, Yoongi. En kısa zamanda tekrarlayalım. Numaranı almamda sakınca yoktur umarım" dedi telefonunu açıp tuş takımını gözler önüne sererken. Telefonu elinden alıp numaramı kaydettim. "Mesaj atarsan kaydederim" dedim ve baş selamı verip iyi dileklerimi dileyerek oradan uzaklaştık.
Namjoon tam olarak Jimin'i geride bıraktığımızdan emin olduktan sonra kolumu sıktı ve "gelir gelmez kendine bi kurban mı seçtin?" dedi. Haksız sayılmazdı ama ben seçmemiştim, kurbanım gelip beni bulmuştu. Omuz silkip sözlerime başladım: "Seçmedim, o beni buldu. Cazibemi de sayarsak kimsenin kolay kolay beni gördükten sonra geçeceğini de düşünmüyorum zaten." Yüzüne bakmasam bile göz devirdiğini hissedebiliyordum çünkü hep böyle yapıyordu. Mırıltı şeklinde "psikologla tkerar görüşeceksin, bakalım o zaman ne yapacaksın?" dediğini duydum. Bir daha hiçbir güç beni o psikoloğa götüremezdi. Sohbeti sarıyordu ama hasta muamelesi görmek hoş değildi. "Bok giderim oraya" dedim onun ses tonunu kullanarak. Tekrar göz devirmek... Topluluğu aşarak Hoseok'un yanına vardığımızda endişeli gibi baktı yüzüme "Nerelerdeydin sen? Telefonuna hiç mi bakmıyorsun? Ne kadar meraklandığımızı tahmin edemiyor musun?" diye söylenmeye başlayınca istemsizce göz devirdim. Her zamanki Hoseok işte. "Görmedim Hoseok..." dedim ve devam ettim: "... hem görsem de açamazdım. Yeni arkadaşlar ediniyordum." Son cümlem bitince yine her zamanki endişeli bakışını attı bana. "Arkadaş ifadesini bizden başkasına kullandığın zaman ne anlama geldiğini biliyoruz Yoongi. Aklından bile geçirme. Zaten babam seninle tekrar konuşmak istiyormuş. Uzun süredir gitmediğini ve çok geri kaldığını söyledi. Yarın terapiye gitmen gerek. Hatta seni biz bırakacağız" dedi. Namjoon yeni aldığı içeceğini püskürtüp bize döndü ve "Bundan niye benim haberim yok" dedi. "Gitmem" dedim aralarındaki tuhaf ve gergin bakışma ortamını bozarken. "Bay Jung'u seviyorum. Çok kafa adam ama bana hasta muamelesi yapmadığı zamanlarda konuşmak daha zevkli. Gitmiyorum" diye devam ettim. Namjoon söze atıldı bu sefer ve "Dışarı eğlenmeye çıkmadık mı beyler? Şimdi bu konuyu kapatıyoruz ve sonra konuşuyoruz. İçelim, eğlenelim ve bu gecenin dibine varalım" diyip kadeh kaldırdı. Hoseok da heyecanlanıp aynı şekilde kadehini kaldırıp Namjoon'unkine tokuşturdu. İkisi de bana dönünce aklımdaki düşünceleri bir kenara bırakmaya çalışarak kadehimi ben de kaldırdım. Gecenin geç saatlerinde kafam hoşken bile aklımda sadece Jimin vardı. Onu nasıl etkileyip yeni avım yapabileceğim hakkındaki düşünceler peşimi bırakmadı. O gece tüm sokaklarını bildiğim bu şehir bana o kadar yabancı gelmişti ki anlatılamaz biçimdeydi. Sanki etrafta sadece ben ve aklımdaki kişi vardık ve gün batımından şafağa kadar aklımda sadece tek bir isim vardı: Park Jimin.
________
Ah be Yoongi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You're The Only Good Thing In My Life | YoonMin
Fiksi Penggemar"Sanırım turuncu kafalıları öldürmeyi bırakmalıyım" "Sanırım yeşil kafalıları öldürmeyi bırakmalıyım"