beyaz. dayanılmaz saflık.
her şeyin bembeyaz olduğu bir hastane odasında geçirdiği kaçıncı saatiydi bilmiyordu, ne hesaplamış ne de saymıştı. zaman bir şekilde akıp gidiyor, yelkovan akrebi itiyordu.
ekim'i yaşamak için iten yoktu. bu yüzdendir ki akıp giden zaman içinde sabit kalan tek şey genç kadındı. uyumuştu, uyanmıştı, biraz daha uyumuş hiç uyanmamayı dilemişti. birileri gelmişti odaya, serumu bir kaç kez değiştirilmişti, önce normal yemek geldiyse de bunun sistemsel bir hata olduğu fark edildiği için geri gönderilmişti. midesi yıkandığı için bir kaç gün yalnızca serumla ve basit çorbayla beslenecekti. zaten ekim, yemek yemeyi sevmezdi.
bir ara polisler de gelmişti, bir kaç soru sormuşlardı. ne dediklerini bile hatırlamayacak kadar umursamamıştı onları. sonra hemşire odaya gelmiş, hastalarının konuşmayı reddettiğini söylemişti. psikologu uygun olduğu zaman memurlara haber verecekmiş. bu cümleler baştan aşağı fiyaskoydu.
çünkü öncelikle ekim, hasta değildi. aksine aklı çok başında olduğu için ölümü bu kadar çok istiyordu. keşke hasta olabilseydi, belki yalandan da olsa biraz gülerdi.
ikinci olaraksa ekim, konuşmayı reddetmiyordu. konuşacak bir şeyi yoktu. dünyada kullanacağı sözleri çoktan tüketmişti, yalnızca tanrıya karşı hesap vermek istemişti ki onda da bu insanlar hadleri olmadan araya girip engel olmuştu. ne büyük haksızlıktı, insan kendi rızasıyla ölemiyordu dahi.
kapısı aniden açıldığında, gözleri oraya kaydı. artık tek bir noktaya takılı kaldığı için de gözleri acıyordu, bu yüzden ara ara odada gezdirip acıya engel olmaya çalışıyordu. acı, ona yaşadığını hatırlatıyordu ve ekim, yaşamaya tahammül edemiyordu.
kahverengi saçlı kadın güler yüzüyle odaya girdi, dünyada gülünecek hiçbir şey olduğuna inanmıyordu.
"merhaba ekim, bugün biraz geciktim kusura bakma lütfen. haftanın ilk günü olduğu için biraz yoğun geçti."
ekim, bugünün pazartesi olduğunu o an öğrendi. kadının özrü karşılığında da anlık bir merakla gözü kapının üzerindeki saate gitti. akşam üzeri 4'ü 33 geçiyordu, ya da 34. emin değildi, anolog saat okumayı pek beceremezdi.
gerçekten çok uzun zaman sonra tarihle ilgili bir şey öğrenmişti ekim ve bu hiç hoşuna gitmedi. öğrenmek istemediği bir şey neden ona bildirilmişti?
kadın sanki çok yakınının odasıymış da onu ziyarete gelmiş gibi büyük bir rahatlıkla pencereye gitti ve perdeyi açtı. artık yavaş yavaş batmaya hazırlık yapan güneşin ışıkları hala parlaktı.
"bu saat olmuş kimse bu perdeleri niye açmamış anlamıyorum, yapay ışık yerine şöyle güzel bir güneş ışığı girsin odana."
söylenerek baş ucundaki sandalyeye oturdu, dünkü gibi. ekim dümdüz bir açıyla tavana bakıyordu ve bakış açısını değiştirmeye çok üşendi. deniz, göz kadrajına soluk da olsa giriyordu ama mecburen görmezden gelecekti.
kadının onun gözlerinin içine bakmaya çalıştığını fark edince çok rahatsız oldu, yüzünü olmasa da gözlerini kaçırdı.
"odanın manzarası çok güzel biliyor musun? ne zaman bakmak istersen sana yardımcı olurum ve beraber izleriz. hatta, tam şu an ister misin?"
tepkisizlik. deniz'in ekim'den aldığı tek yanıt buydu.
"benim odam da bu cepheye bakıyor, ben pencere önlerinde bir kaç çiçek de yerleştirdim, bu saatlerdeki güneş ışığını onlar çok seviyor. ben hep senin odana geliyorum, belki bir gün sen de benim odama gelirsen onları sana gösteririm."
ekim çiçekleri hiç sevmezdi. saksı bitkilerinden nefret eder ve yetiştirenleri kınardı, doğada olması gereken çiçekleri alıp dört duvara hapsedip sonra da sırf bir kaç saat güneş ışığı almalarını sağladıkları için büyük bir gururmuş gibi bunu anlatmalarına tahammül edemezdi. bu durum okyanusta yaşaması gereken bir balığı alıp akvaryuma koyduktan sonra oksijen aleti satın almakla övünmek gibiydi.
zaten doktorlar her zaman böyleydi, önce anne karnında hiçbir şeyden haberi olmayan bir bebeği gerçek dünyaya rızası olmadan getirir ve bununla övünürdü; ardındansa o bebek büyür de yaşamakta zorluk çekerse onun ölmesine de izin vermez, sonra bununla yine övünürdü.
"hemşirenle konuştum, bugün de serum vermişler ama yarından itibaren çorbaya geçeceklermiş. sevmediğin bir çorba varsa bana söyleyebilirsin, listenden çıkarttırırım."
ekim, ne getirirlerse getirsin yemeyecekti. ve deniz, ne olursa olsun konuşturmaya çalışmaktan vazgeçmeyecekti. ikisi de olacakların bilincindeydi.
deniz, direkt bir terapi seansıymış gibi girerse zaten konuşmak istemeyen kızı daha da iteceğini bildiği için her gün gelip olağan cümlelerle sıradan sohbetler açmaya çalışıyordu. kadının ağzından tek bir kelime dahi olsa bir şey alabildiğinde devamının geleceğini biliyordu. ve bıkmadan, sabırla tek tek o günü inşa edecekti.
ekim ise artık bunlardan sıkılmıştı. kendisini çemberin dışında tutuyordu ve kendisiyle ilgili olan biten her şeyi üçüncü bir gözmüş gibi izliyordu. ama şu an pek de izleyesi yoktu, bitkin mavi gözlerini, göz kapaklarıyla örttü.
"serumla beraber verdikleri ilaçların ilk etapta biraz uyku yapması çok normal. bundan sonra daha erken gelmeye çalışacağım. iyi uykular."
uyuyor taklidi, bu kadını da başından def etmeye yetmişti. zaten kadın bu yüzden emindi, sonsuz bir uykuyla başından savamayacağı dert yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pamuk Prenses Yolu Karıştırdı (g×g)
Teenfikcekarşısına yedi cüceler değil yedi kutu antidepresan çıktı