Sağanak yağmur yerini hafif atıştırmaya bırakmıştı.Bahçedeki bitkiler sudan nasibini fazlasıyla almıştı.Güneş yavaş yavaş İstanbul semâlarını terk edecekti,yeni güne erişmek için.Cüneyd Efendi,dergahtaki kitapları hatmetmiş hatta bazısını hıfzetmiş olmasına rağmen yine okuyordu.Zira ilim bir gıdadır,ona susadıkça sürekli varmak gerekir.Cüneyd Efendi krem renkli sofasından hem dışarıda yağan yağmuru izliyor hem de okuduğu cümleleri dimağında sindiriyordu.Elinde sarı yapraklı bir kitap,yazıların rengi sönmüş,kapağı tamir görmüştü.Kitabı usulca sehpaya koydu,evvelki gün okuduğu şiir,zihninde adetâ yankılanıyordu;
"Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne dikene dokun,ne gülü incit."Zirâ gülün nazını çekebilme kudreti kendinde var mıydı?
Sırf bahçeme ziynet olsun diye bir gül alıp,ya onu soldurursa?
Ya gülü alıp,dikenlerine (zahmetine)ol cefasına katlanmayıp bakımını ihmal ederse?Düşünceler içersinde gömleği terlemişti.Sehpadaki zemzemden bir bardak alıp kıbleye döndü,tazarru ve dualarla üç yudumda içti.Zemzemi şifa olması için amcası,mübarek topraklara giden fanilerden rica etmişti.Oturdu,hareketleri yavaşlamış,sanki içerisindeki koşan bir rahvan at,yorulmuş ve olduğu yere mıhlanmıştı.
Amcasının söyledikleri kalbini yormuş,zihnini zorlamıştı.Kitabı tâzimle rafa kaldırdı.Sofanın üzerine cenin şeklinde kıvrılıverdi.İzdivacı düşündükçe parmaklarını sıkıyor,türlü dertleri peşpeşe sıralıyordu.Kendi kendine had bildiriyordu;"Ben dokunduğu bahçeyi târumâr edenim.
Gülistânı diken eyleyenim."Bunları kendi duyacağı kısık bir sesle söylemişti,bir yandan dokunsalar ağlayacaktı.Tek damla gözyaşının şakaklarından akmasına mâni olamadı.
(Her ne kadar kendine haksızlık etse de annesinin kabrine diktiği çiçekler hiç solmazdı,oysa herkesinki kuruyup giderken.Zirâ gönlünün aşkıyla suladığı ne varsa kurak kalmazdı..)
Bu haller içerisinde gözleri nemlendi,gaflet hâsıl oldu.Uykunun kollarına kendisini teslim etti.Yine oradaydı,annesi yıllardır gördüğü evlerinin oturma odasındaydı.Yerde küçük bir tabure,tavanda asılı bir urgan.Küçük Cüneyd,annesine bakıyordu.Yetişkin Cüneyd de ikisine.Annesi sürekli ağlıyor,Ben suçsuzum diyordu,sesi komşulara gidecek kadar yüksekti.Ben yapmadım,ben masumum diye tekrarlıyordu.Annesi çaresizce oğlunun yanaklarını avuçlarına aldı,doyasıya öptü,sarıldı,kokladı.İçeriye simsiyah giyinmiş bir adam geldi.Gülayşe (Cüneyd'in annesi) çığlıklarını iyice yükseltti;
Yaklaşma,hayır!,hayır,gelme!
Uzun sakallı adam geldi,Gülayşenin başını tavandaki urgana geçirdi,çaresiz kadının hali içler acısıydı,gözlerini biricik,körpe kuzusundan ayırmıyordu,gözyaşları boylu boyunca sıralanmıştı.
Sadece bunu demekle yetiniyordu;"Buluşacağız oğlum,bulutlarda buluşacağız.Gökyüzünde uçacağız"
Küçük Cüneyd annesinin söylediklerinden sadece güzel hisler olduğunu zannediyordu,zira bulut,uçmak onda belli belirsiz heyecan yaratırdı hep.Annesinin gözlerinin içine bakıyordu başkaca bir anlam da anlayamazdı zira henüz 4 yaşındaydı.
Küçük Cüneyd annesinin çehresinde hayal dünyasına dalmışken bir el omzuna dokundu.
Babası İrfan Bey idi.Bir oğluna bir karısına baktı,ve Cüneyd'in bir ömür öksüzlüğüne damga ve dahi hüznünde bakiliğine sebeb olacak cümleyi kurdu.
"Oğlum!Baak anne birazdan uçacak,bulutlara çıkacak,ister misin annenin uçmasını?"
Küçük Cüneyd merakla ve heyecanla o kahreden cevabı verdi;
Evet uçsun anne,uçsun!ben de uçacağım.anne uç anne uç!
İrfan efendi günahtan sıyrılmış sanki o cinayeti kendi tertib etmemiş gibi oğluna bakarak tekrar söyledi;Oğlum,o zaman bu tabureyi çekeyim mi?Annen sadece o zaman bulutlara yükselebilir ve uçabilir,yoksa uçamaz.
Küçük Cüneyd annesine bakıyordu,acaba annesi uçmak istiyor muydu?
Annesi perperişan olmuş,kaderine razı gelmişti.Zira yavrusu ne derse desin bu câni adam onu bugün bir şekilde öldürecekti.Gözyaşları sanki tükenmiş içine akıyordu.Son vakitlerinde yavrusunun gözlerinin içine bakmayı asla ihmal etmiyordu.Annesinde itiraz göremeyince minik yavru cevabı verdi;
Evet baba,çek,çek!annem uçsun,bulutlara gitsin!
Acımasız irfan son kez karısına baktı,lâkin karısı son anlarında onun yüzüne bakmayacak kadar nefret doluydu,oğlunun gözlerine baktı kırık bir tebessümle.İrfan bir anda tabureyi ittirdi,Zavallı Gülayşe Hanımın bacakları boşlukta bir müddet sallandı,son nefes tanelerini soludu.Bu sırada İrfan,oğluna sarılıyor onun manzarayı görmesini istemiyordu.Kendisi de daha fazla odada kalamadı,zirâ ölümün soğuk yüzü adeta bedenini üşütmüştü,Cüneydi kucağına aldı,kapıyı kapatıp çıktı.Kapının kapanma sesiyle Cüneyd rüyasından dehşetle uyandı,gözyaşları terlerle beraber gömleğini kaplamıştı.Birkaç saniye boşluğa anlamsızca baktı.Onu kendine getiren,Müezzinin Ezanı Muhammedi okumaya başlaması idi.Gördüğü rüya ne kadar korkunç olsa dahi itibâr etmek istemedi,zirâ babasını çok severdi,böyle vahşi bir şeye tenezzül etmezdi nazarında.Gözlerini ovaladı,toparlandı,abdestini aldı.Beyaz pamuk çoraplarını giyerken aklı hala gördüğü kabustaydı.
Derken kapı üç kez tıkladı,bu sesle irkildi.Kim olduğunu merak etmeye hacet yoktu,zirâ bu usül ile gelen can dostu Bahadır'dan başkası değildi.-Gel Bahadır
-Selamun aleyküm efendim!
-Aleynâ ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatühü ve mağfiratühü ebeden ve daimen.Söyle bakalım nedir?
(Ne zamanki dostlarını özlese bu şekilde selamı uzatarak iade ederdi Cüneyd Efendi.)
-Efnedim!Cemaat toplanmadan amcanız Sadi Hüdayi Efendi sizi beklerler.Sizi bir fanî ile tanıştırmak ister.Kendileri dergahımıza bugün..
Lafını tamamlamasına lüzum yoktu,zirâ bu zât,Cüneyd Efendinin yüreğini acıtan meselde söz sahibi olacaktı.
-Haberdârım Bahadır,Sağ olasın!
Bahadır tazim ve hürmetle huzurdan ayrıldı.
Cüneyd Efendi derin düşüncelerle doldu,taştı.
Ya usta bir bahçıvan olacaktı ve yahut hoyrat bir makas..
Cübbesini ve sarığını giyip,odadan ayrıldı.
Not♥️:İnşallah beğenirsiniz dostlarım,Her türlü eleştirinizi mutlaka yazın.Spoiler:Mutlu olduğumuz anlara da az kaldıııı🌸.Selametle kalınnn..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Esef Güvercini | Cünzey
Ficción GeneralKimin ben?Neyim? Hem güneş,hem gölgeyim. Dalımda binbir çiçek, Ama gel gör ki çöldeyim.