Aslan Oğlum

0 0 0
                                    

Vurucu Bölüm 8


[Aslan oğlum]

 “Bence o kazanıyor.”
Son yarım saattir ofis olarak kullanılan odada Reha dosyaları düzenlerken Alp de çıt çıkarmadan yanında duruyor, pencereden lobiyi seyrediyordu. Suskun ve düşünceli hali Reha’nın çoktan dikkatini çekmişti ama ilk adım Alp’ten gelmediği sürece onu kurcalamazdı.
“Baban mı?”
Başı ile onayladı Alp. Lobide yürüyen, oturan, bekleyen insanlar akan bir hayatın izlerini taşırken o kendisini burada tek bir ana iliştirilmiş gibi hissediyordu.
“Günüm onunla karşılaşmamaya çalışmakla geçiyor. Saklanıyorum. Burada. Oturarak. O da bunu istemiyor mu zaten? Hiç olmamı. Hiç oluyorum işte burada oturunca.”
Hayır, olmuyordu. Alp şu anda bir sürü şey öğreniyor ama uygulamasını yapamadığı için ne bildiğini bilmiyordu. Bu da onun kendine olan güvenini yerle bir ediyordu.
“Ben neyi bekliyorum?”
Zor bir soruydu ama beklediğinin Reha’dan cevap olmadığı belliydi. Kendi kendine konuşuyordu. O yüzden, Reha sessizce dinlemeye devam etti.
“Yani, tamam bu oteli idare edebiliriz. Tek başıma yapamam ama seninle yapabilirim.”
Yaparlardı. Ekiple… Reha tüm gücüyle o güne hazırlanıp insanlara yatırım yapıyordu.
“Ama ben hiçbir zaman bu oteli idare edemeyeceğim. Niye biliyor musun? Çünkü bu adam sahip olduğu hiçbir şeyi bana vermez. Bu adam beni beş parasız bırakmadan ölmez. Öleceğini anlarsa satar, savar, dağıtır, yer, yine de bana bırakmaz.”
İsyan etmiyordu. Bildiği gerçeği söylüyordu.
“O zaman, yirmi dört yaşımda iş hayatına aktarabileceğim bütün enerjimi burada boşa harcayarak zaten onun istediğini yapmış olmuyor muyum?”
Evet lanet olsun, evet. Alp’in şu an işin başında olması, öğrenmesi, yürütmesi gerekiyordu.
Çok uzun sustu Alp. Sonraki söylediği ise Reha’nın içinde patlayan bir bomba oldu. “Amerika’ya bir dahaki gidişimde dönmeyeceğim Reha.”
Cız etti içi. Yüreğinin bir yerine iğne batmış da kan oradan ince ince sızmış gibi.
Alp. Alp de onun tek arkadaşıydı ama o bunu asla bilmezdi. Kendisi için ne kadar önemli olduğunu hiç bilmemişti. Bilmesine Reha izin vermemişti. Çünkü O Alp’e hiç güvenmemişti.
Annesi ilk günden tembihlemişti. O bu otelde aşçıydı. Eğer Reha bir hata yaparsa, kendisini işten çıkarırlardı. O zaman da aç kalırlardı.
Babası yoktu. Güvenebilecekleri kimseleri yoktu. Sadece annesi ve kendisi. O yüzden, zengin çocuğunun yanına asla gitmemeliydi. Onun canını hiç sıkmamalıydı.
Onu ezmelerine izin vermesini söylemiyordu annesi. Hayır. Oğluşu her şeyden kıymetliydi. O, akranı olan o zengin çocuğundan bin kat akıllıydı. Eğer onu üzecek bir şey yaparlarsa zaten annesi de durmazdı burada. Ama Reha akıllı olabilir; onların kendisini üzmelerine fırsat vermez, yanlarına hiç gitmezse, uzun süre burada yaşayıp geçimlerini sağlayabilirlerdi. O yüzden annesi Reha’dan akıllı olmasını istiyordu. Zenginlerden daha akıllı olmasını.
O zaman ilkokuldaydı daha ama Reha çok iyi anlamıştı annesinin ne demek istediğini. Onların gelecekleri o sevimsiz adamla o aptal oğlanın iki dudağı arasındaydı. Sadece canları istese, kendi ailesini mahvedecek güce sahiplerdi. Çünkü Reha, annesinin işini kaybetmemek için her gece dua ettiğini de biliyordu.
Önce kin dolmuştu. Çok kin hem de. Kendi babası yokken o aptal oğlanın bir babası vardı hem de çok zengindi. O kadar zenginlerdi ki hem de bitmezlerdi. Neyse ki onun da annesi yoktu. Hem de kendisininki gibi harika bir annesi hiç kimsenin yoktu.
Temizlik yapan bir teyze vardı aslında, o çocuğa annesiymiş gibi yapıyordu. Ama gitmişti sonra o. Gitmeden zengin oğlanı öpmek istemişti. Arkasını dönmüştü oğlan. Ama sonra teyzenin çıktığı kapıya saatlerce bakmıştı. Ağlayacak sanmıştı Reha ama öyle bir şey olmamıştı.
Oğlan aptaldı. En basit araba maketini bile yapmayı beceremiyordu. Oysa Reha bakmıştı göz ucuyla, hangi parçanın nereye yerleştirilmesi gerektiği kitapçığında yazıyordu. Aptal oğlan hiç o kitapçığa bakmıyordu.
Bir de babası oğlanı kucağına alıp ‘Aslan oğlum’ demiyordu. Okuldaki diğer babalar bunu yapıyorlardı. Omuzlarına bile alıyorlardı oğullarını. Ama herhalde bunun babası onu çok aptal olduğu için sevmiyordu. Çünkü Reha kaç kere görmüştü, içinde resim olmayan kitapları bazen ters tutuyordu.
Bir de bu çocuğun hiç arkadaşı yoktu.
Hem gülmüyordu da.
Hem babası da sevmiyordu.
Hem annesi de yoktu.
Reha da sevmiyordu zaten de, yine de onu görecek şekilde oturmaya başlamıştı artık. Ödev yaparken, arada ona bakıyordu. Oğlan hiç ders çalışmıyordu. Zenginler yüksek notu da mı çalışmadan alıyorlardı?
Galiba dördüncü sınıftaydı, bir anda anlamıştı… Zengin oğlan okumayı bilmiyordu. Babası zengin oğlanı sevmiyordu. Zengin oğlanın annesi ve hiç arkadaşı yoktu, bir de çok mutsuzdu.
Bu keşfinden sonra zengin oğlana duyduğu öfkenin azalması bir seneyi buldu. Ortaokula geçtiklerinde, ona daha yakın oturmaya bir anda karar verdi. Dersini yaparken, kâğıtlara harfleri yazıp oğlanın göreceği şekilde yanına koyuyor, yüksek sesle de adını söylüyordu.
Önce tek tek harfler.
Sonra iki tanesi birlikte. AT EL OK
Sonra üç. GEL VUR KOŞ
İki hafta sonra ilkokuldaki ilk okuma kitabını yanlışlıkla buldu yüklükten, yanlışlıkla aldı yanına, yanlışlıkla unuttu masada. Sonra diğerini. Sonra sosyal bilgileri. Türkçeyi. Matematiği. Bir saat sonra kitaplar hiç yerinde olmuyordu ama ertesi gün tam da unuttuğu yerde buluveriyordu.
Çok uzun sürmüştü gerçek bir ilişkiye sahip olmaları. Gerçek ama denk olmayan bir ilişki… Tabii Alp’in bundan haberi yoktu. Reha’nın kendisinden hep korktuğunu Alp hiç bilmedi. Çünkü Reha bunu ona asla söylemedi, söyleyecek kadar yakın hissetmedi.
Ona göre Alp sağlam bir kişiliğe sahip değildi. Çünkü sevginin nasıl bir duygu olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden sevmeyi de bilmiyordu. İşine geldiği sürece Reha’ya iyi olur ama çıkarına ters düştüğünde gözünü kırpmadan harcardı. Annesiyle birlikte… Ve annesi söz konusu olduğunda, oğlunun önceliğinin onu korumak olması çok doğaldı. Alp annesi için bir tehditse, Reha’nın arkadaşı olamazdı.
Zengin oğlanla birlikte Reha da büyüdü. Ama onun annesi oğlunu yumuşacık sevgisiyle öyle sarmalıyordu ki, Alp’in sapkın zevkleri, yalancı mutlulukla uyuşturan maddeleri Reha’nın aklını hiç çelemedi. Bunun yerine, hep bir adım geri gidip Alp’i yanına çekti. O aslında kendini koruyordu. Alp’in ona olan bağlılığı, tercihini Reha’dan yana yapması da Alp’i korudu.
Reha’nın Alp’in hayatına ait büyük resmi görmesi lise son sınıfta oldu. Bunun tek nedeni de annesiydi. Oğlunu karşısına oturtmuş, liseden sonra ne yapmak istediğini sormuştu. Reha, hemen çalışmaya başlayıp annesinin üzerindeki yükü üstlenmek istiyordu.
“Diploması olan da olmayan da aynı iştedir oğlum.” demişti annesi. “Ama biri yapar, biri yaptırır. Hangi tarafta olmak istediğine kendin karar ver.”
Aynı gün Alp’in babası oğluna mezuniyet hediyesi olarak istediği en hızlı ve havalı arabayı alacağını söylüyordu. Ayrıca Avrupa’da geçireceği bir üç ay da onu bekliyordu.
Annesi ile Ziya Bey’in çocukları ile ilgili bu kadar farklı yönlendirmeler yapması Reha’nın aklını çok karıştırmıştı. Tamam. Rehalar fakir, Alpler zengindi. Ama para dedikleri şey bir anda toza dönüşebilecek kâğıt parçasından başka bir şey değildi. Bir insan çocuğunu dünya üzerinde bu kadar donanımsız bırakmayı nasıl göze alabilirdi ki? Tabii eğer… bilerek yapmıyorsa. Gözünün önüne Ziya Bey’in donuk bakışları geldi.
Sonrası çorap söküğüydü ve bu otelde geçirdiği tüm o yıllar bir anda anlamını bulmuştu. Ziya Bey düşmandı. Alp’e, hayata, insanlara… Sevgisiz, sevimsizdi. Ve Reha onu çözmüş olan tek kişiydi.
Hayatların aslında hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmaması Reha’nın neyin önemli olduğunu da anlamasını sağladı. Zengin olan Reha idi, hiçbir şeyi olmayan ise Alp. İlk kez, kendisine saklamayıp riske girdi. Söyledi bunu Alp’e. Ve o gün aralarındaki tüm dengeler değişti.
Artık Alp’in sahip olmadığı ailesiydi Reha. Bir baba gibi onun adına geleceğini düşünüp planladı. Bir anne gibi ardından dolanıp hata yapmasına engel oldu. Zengin oğlanı babasından korumaya soyundu. İçgüdüleri bunu gizli yapmasını söylüyordu ona. Ziya Kalaycı’nı haberi olmadan… O da öyle yaptı. Zengin oğlanın hayta arkadaşını oynadı.
Üniversite… askerlik… hepsinde başı çekti ve bulundukları noktaya kadar getirdi. Ama artık… daha ilerisinde Ziya Kalaycı engeli vardı. Alp’in babasının haberi olmadan ne Kalyon Otel’de ne başka bir yerde iş hayatına dâhil olması mümkün değildi. Tıkanmışlardı. Bunu aşacakları tek kanal da Alp’in Amerika’ya gidip orada hayatını sürdürmesiydi. Babasının kolları oraya uzanamazdı.
Pekâlâ, madem her aile belli bir yaşta çocuklarını kendi kanatlarıyla uçmaya yönlendiriyordu, Reha da bunu yapacaktı.
“Sana çalışmak istediğin bir alan belirleyip bununla ilgili olanakları araştıralım. Buraya müşteri olmuş işadamları ile kontağı asla kaybetmedim. Doğum günleri, özel günler, ailelerinin günleri… Beni neredeyse Kalyon’dan fazla hatırlıyorlar. Hepsine bir mail atıp geri dönüş yapanlarla görüşelim.”
Hızını alamamış, planları sıralamaya başlamıştı. Alp’in gülümseyerek kendisine baktığının farkında değildi.
“Reha.”
“İsrailli Kohenler vardı, hatırladın mı? Adamın belden aşağısı tutmuyordu. Çocuklarıyla gelmişti. Onun oğlu bana ne zaman istersem aramam için kartını vermişti.”
“Reha, sakin ol.”
Durdu. Üzerindeki anne telaşına kendisi bile gülmek istedi.
“Tamam. Panik atak geçiriyor olabilirim.”
Alp’e ilişti gözü. Sakindi. Çok sakin. Çok olgun. Hayatının kontrolünü ellerine almış gibi.
“Son gidişimde ben gereken bağlantıları kurdum. İkizleri hatırladın mı?”
İkizler? Alp’in yüzündeki gevşek gülümsemeyi görmese üzerine düşünebilirdi çünkü seneler içinde otele çok sayıda ikiz gelmişti. Ama onu öyle gülümsetecek tek ikiz vardı. Alp onlarla önce tek tek ilgilenmiş, sonra kızlar sırayı bozmaya yeltenince ikisine aynı anda kontenjan açmıştı. Otel için epey gürültülü iki hafta yaşanmış olduğu kesindi.
“Jessie ve Kelsey Yates.”
“Evet. Babaları Yates Electronics’in sahibi imiş meğer.”
Vay. Otel mutfağında bile en az sekiz parça Yates ürünü vardı.
“Adamı arayıp geliyorum demem yetecek.”
Bu dünyaya ya çok zengin gelecektin ya da çok yakışıklı. Alp Kalaycı birisinden olmasa diğerinden mutlaka yolunu buluyordu. Belki bunun haksızlık olduğu üzerine kafa yorulabilirdi ama o an Reha’yı sadece Alp’in geleceğinin güvende olması ilgilendiriyordu.
“İpleri kızların eline mi vereceksin yani?”
Gri gözlere yerleşen aşağılama kadınlara mı yönelikti yoksa bunun olabileceğini düşündüğü için Reha’ya mı, bilinmez. Ama Alp sinirlenmişti.
“Herhangi bir kadın… herhangi bir nedenle… benim üzerimde gücü olabileceğini düşündüğü an… gözlerinin önünde başka bir kadını sikerim! Sonra dönüp onu da sikerim!”
Tamam. Yapardı. Yapmıştı. Defalarca. Hata Reha’daydı.
“Ne zaman gideceksin peki?”
“Yılbaşına doğru her şeyi ayarlamış olurum.”
Yani… önlerinde sadece üç ayları vardı. Her şeyi enine boyuna düşünüp gereken ayarlamaları yapmaya yetecek bir süre.
“Babana ne söyleyeceksin?”
Babası… Oğlunun ortalarda görünmeyişini fark bile etmeyecek olan babası… Omuzunu silkti genç adam.
“Sormayacak ki.”
Pekâlâ. Bunun onu üzmediği belli olsa da konudan uzak durmakta yarar vardı.
“Gidene kadarki sürede de oteldeki bütün kadınların yoklamasını alacaksın sanırım.”
Konu kadınlara geldiğinde Alp’in gülümsemesine eklenen o ifade çirkindi aslında. Sinsi bir sırtlana benzerdi. Ama bu bile onun yakışıklılığına gölge düşüremezdi.
“Önce küçük Japon balığımla ilgileneceğim.”
“Naz Ural mı?”
Başıyla onayladı genç adam. “Küçük mavi Japon balığım.” Sadece düşüncesi bile gri gözleri ateşe boyamıştı.
Reha kızı Japon balığı olarak düşünmezdi. İçeride ne olduğuna bakmak için namlunun ucuna yüzünü yaklaştıran bir ceylan geldi gözünün önüne. Meraklı, anne sıcaklığından başka bir şeyden haberi olmayan yavru bir ceylan. İçini yine bir huzursuzluk kapladı. O kız… Adını koyamıyordu bir türlü. O kız diğerleri gibi değildi. O kız bu dünyaya ait değildi. 
Saf diyemezdi ona. Ya da bakire. Onun Alp’e bakışını görmüştü Reha. Hayır, kız kesinlikle bakire değildi. Reha bile onun o gün yaptığını yapamazdı. Kız gözlerindeki duyguları hiç saklamadan Alp’le sevişmek istediğini bangır bangır bağırmıştı. Ama işte o bağırış, normal tepkiler arasında kendisine yer bulamıyordu. Kimse bunu yapmazdı. O, yatak odasına ait bir bakıştı, restorana değil.
 “Çok uzadı bu iş. Neden olması gereken yerlerde rastlamıyorum ona?”
“Ya da neden senin peşinde dolanmıyor…”
Lanet olsun ki evet. Alp dolanıyordu onun peşinde. Nerede olduğuna bakınıyor, yine dört gündür hiçbir yerde rastlayamıyordu.
“Buhar odasında.”
Alp’in dikilip dikkatle kendisine baktığını görünce devam etti. “Sevgilisi ile oraya girdiler. Sonra adam çıkıp bara geçti. En son kısa saçlı bir esmerle havuza gidiyordu.”
“Ve sen de beni burada oyalıyorsun! Aferin sana.” Hızla odadan çıkıp spa bölümüne yollanan adamı seyrederken Reha’nın yüzündeki gülümseme soldu. Alp’siz bir hayatı bilmiyordu ve galiba bilmek de istemiyordu. Onun, içine ne kadar kök saldığını zaman içinde fark etmişti. Ama yokluğuyla eksilmek… işte bunu hiç hesap edememişti.

VURUCU (Ağır Roman)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin