Küçük kız, anne ve babasının tam ortasında ikisinin de ellerinden tutmuş ilk defa adım attığı bu şehre şaşkın bakışlarla bakıyordu.
Üzerindeki montu onu şehrin soğuk havasından ve şehrin yağan yağmurundan koruyordu.
Rize...
Her zamanki gibi göz yaşlarını akıtıyordu şehrin üzerine. Küçük kızı da göz yaşlarıyla karşılamıştı.
Arkalarındaki büyük nakliye kamyonundan çıkarılan eşyalar evin kapısından içeri acele acele taşınıyordu. Kısa bir süre sonra küçük kızın babası Metin'de nakliyecilere katılmış, bir an önce eşyaları içeri taşımak için çabalıyordu.
Küçük kız ve annesi Nergis ise evin verandasında bekliyorlardı. Eşyaların taşınma işi bitene kadar gelen birkaç komşuyla tanışmış ve onlar için hazırladıkları yemekleri kabul etmişlerdi.
Nergis şimdiden komşularını sevmişti. Özellikle karşı komşuları Emine Hanımı. Zaten Emine Hanımın eşi Yüksel Bey de kendilerine çok yardımcı olmuştu. Onun sayesinde bu evi bulup taşınabilmişlerdi.
Sonunda eşyalar tamamen eve taşındığında nakliyeciler gitmiş ve Akçay ailesi de yeni evlerine girebilmişlerdi.
Birkaç hafta içerisinde eve tamamen yerleşip düzenleri oturturlarken komşularının da bu duruma payı büyük olmuştu. Sık sık kapılarına gelmiş, yardıma ihtiyaçları olup olmadığını kontrol etmiş ve yemekler getirmişlerdi.
İkizdere sakinleri ilçelerine yeni gelen Akçay ailesini şimdiden benimsemiş ve kabul etmiş görünüyorlardı.
Bu akşam karşı komşuları Emine ve Yüksel Yılmaz çifti onları akşam yemeğine davet etmişti. Nergis'in mahçup tavırları ve onlara yük olduklarını düşündüğünü belirten hâlleri karşısında Emine şiddetle karşı çıkmıştı. Akşam yemeğe beklediğini kesinkes belirterek misafirleri için yöresel lezzetler hazırlayacağını söylemişti.
Nergis ve Metin çifti ise zaten yıllar önce Rize'de üniversitede karşılaşıp birbirlerine aşık olmuşlardı. O yüzden Karadeniz ve Rize'yle alakalı şeylere hakimlerdi. Bu yüzden de bu kadar çabuk uyum sağlayabilmişlerdi. Ancak tek bir sorun vardı.
Küçük kızları... Güz.
Nergis ve Metin Karadeniz'i çok seviyorlardı ve havası, toprağı, kokusu onlara hep sonbaharı, güz mevsimini, hatırlatıyordu. Bu yüzden kızlarına da Güz adını vermişlerdi.
Güz, altı yaşında oldukça utangaç bir çocuktu. Alıştığı şehirden ve çevreden uzaklaşmak onu daha da çekingen bir hâle getirmişti. Rize'ye geldiklerinden beri Güz'le iletişim kurmakta zorluk çekiyorlardı. Güz çok fazla konuşmuyor, eve biri geldiği zaman hemen odasına saklanıyordu. Bu durum Akçay çiftini tedirgin etsede alışacağını umuyor ve Güz'e zaman tanıyorlardı.
Şimdi ise Güz, beyaz kilotlu çorabı üstüne giydiği pembe elbisesi ve onun üstüne de giydiği yine beyaz hırkasıyla babasının elinden tutmuş karşı eve doğru isteksiz ve minik adımlar atıyordu.
Geldiği memleketini, İzmir'i, çok özlüyordu. Orada bıraktığı dedesi, anneannesi, dayısı ve arkadaşlarını da çok özlüyordu. Burada hiç kimseyi tanımıyordu. Sadece karşı komşularının en büyük kızları olan Yeşim ve Yeliz'le tanışmıştı. Onlar da kendisinden büyüklerdi. Bir de bazen camdan oynayan çocukları izlerken göz göze geldiği o oğlan çocuğu... Kim olduğunu bilmiyordu ama nedense küçük kalbi ona bir merak duyuyordu.
Yılmaz çifti, Akçay çiftini büyük bir coşkuyla karşılayıp içeri aldılar. Aralarında küçük bir hoşbeş geçerken Emine kızlarından birine seslendi.
"Yeliz, nerede bu kardeşin yine? Bak bakayım şuna bir. Akşam ezanı okundu hâlâ eve gelmedi." diye söylendi.
"Mahalle arası maç mı ne yapacaklardı anne bugün. Gelir birazdan, merak etme." diye karşılık verdi Yeliz.
O anda Güz'ün yanına evin en küçükleri olan ve Güz'le aynı yaştaki Yelda geldi. Kaç dakikadır Güz'ü meraklı bakışlarla uzaktan izliyordu. Kendi yaşında kızları olan bir ailenin karşıdaki eve taşındığını biliyordu ancak kızı ilk defa şimdi görmüştü. Güz de aynı şekilde Yelda'yı ilk defa görmüş ve çaktırmamaya çalışarak meraklı meraklı onu izliyordu.
"Merhaba, ben Yelda."
Kendisiyle konuşmaya çalışan kıza çekingen bir şekilde karşılık verdi Güz.
"Ben de Güz."
"Güz mü?" dedi Yelda şaşkınca. "Çok değişik bir adın var. O ne demek ki?" Bir an duraksadı. "Aa biliyordum galiba, abim söylemişti ama unuttum. Sen biliyor musun?"
Güz hızlı hızlı ve çok konuşan Yelda karşısında şaşırıp bir an ne diyeceğini bilemesede sonunda konuşmaya karar verdi. "Sonbahar mevsiminin diğer adıymış."
"Aaa!" dedi Yelda heyecanla kıvırcık saçlarını sallayarak. "Hatırladım şimdi. Çok güzel bir adın varmış. Benim adımın anlamı ne biliyor musun, söyleyeyim mi?"
Yine hızlı ve çok konuşan Yelda karşısında bocalayan Güz bu sefer sadece kafasını evet anlamında aşağı yukarı sallamakla yetindi.
"Yelda; en uzun gece demek." Meraklı gözlerle Güz'e baktı. "Nasıl? Beğendin mi?"
En uzun gece ne demek anlayamasada cevap verdi Güz çekingen bir şekilde. "Evet, seninki de güzelmiş."
O sırada evin kapısı zır zır çaldı. Kapı açıldıktan yarım dakika kadar sonra salona paldır küldür bir oğlan çocuğu daldı. Yüzü gözü kirlenmiş, üstü başı çamur olmuş bir şekilde otuz iki diş sırıtıyordu.
"Biz kazandık baba!" diye neşeyle bağırdı. "İki golü de ben attım. Topa öyle bir vurdum ki füze gibi gönderdim kaleye. Tıpkı Ronaldo gibiydim." Ardından aynı yüksek ses tonuyla yaptıklarını anlatmaya başlayacaktı ki evde misafirlerin olduğunu fark etti. Gülümsemesi aniden solarken sustu.
Babası Yüksel gülerek oğlunu tebrik ederken annesi yine nasıl bu kadar kirlendiği hakkında söylenip çabuk banyoya diye ikaz ediyordu.
"Barış Alper!" diye yüksek sesle konuştu Emine tehlike sinyallerini yayarak. "Her gün aynı şeyi yaşamak zorunda mıyız? Bu üstünün başının hâli ne yine? Çabuk banyoya!"
Ancak Barış Alper o sıra annesini duymuyordu bile. Çünkü haftalardır karşı evin camından göz göze gelip durduğu o kız çocuğu şimdi evlerindeki koltukta, annesinin yanında oturuyordu.
Güz ise haftalardır kim olduğunu merak ettiği o oğlan çocuğunun kim olduğunu öğrenmiş durummaktaydı.
(Bunu yapmadan geçemedim xjsbdjwbsjwhsis)
İkisi de birbirine öylece bakarken Güz'ün yanakları üzerindeki oğlan çocuğunun dikkatli bakışları yüzünden kızardıkça kızardı. O kadar utandı ki gözlerini kaçırmayı bile aklına getiremedi.
Ve kaçınılmaz olan böylece başlamış oldu.
İlk kıvılcım ortaya atıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Esintisi [Barış Alper Yılmaz]
FanfictionGerçekten de gözden uzak olan gönülden ırak mıdır? Zaman gerçekten de her şeyi unutturur mu? Aşklar hep yarım, kalpler hep kırık mı kalır? Güzün sonu hep kış mıdır, hiç bahara çıkmaz mı? Yarım kalan hikayeler hep tamamlanmak ister. Kader hiçbir şeyi...