0.8

146 91 281
                                    

Bir sürü insan tanımıştım bu hayatta, hatta artık o kadar ustaydım ki tek bakışta çözebiliyordum. İnsanların bana hissettirdikleri onlara karşı tutumumu belirliyordu genelde ama Kento Hoshi karmaşıktı, Kento Hoshi gerçekten karmakarışıktı ve bu beni öfkelendiriyordu.

Bir şeyleri anlamam için ona sürekli sürekli sormam gerekiyordu ve ben bundan nefret eden biriydim. Yine anlamakta zorlandığım bir cümle kurduğunda "Ne?" diyerek ona döndüm, bu sırada elim de kapı kulpundan çekilmiş, yalnız ikimizin olduğu odada ona doğru ilerlemiştim.

"Sen Yüzbaşı Hwang'sın," dedi Hoshi, ayağa kalktı. "Seni bilmeyen yok. O savaşın öncülerinden birisin ve insanlar acısını senden çıkarmak istiyor."

"Başkalarının aksine ben evinde oturan insanları öldürmedim ama," dedim laf çarparak, kaşları çatıldı, devam ettim. "Savaşa askerler katılır, ölürler ya da sağ kalırlar, kimse bu konuda kimseyi suçlayamaz. Ha..." Üstüne doğru bir adım attım. "Evinde oturan bir masumu öldürdüysem... Orası ayrı."

"Ne anlatmaya çalışıyorsun sen?"

"Bilmem." dedim. "Zor olmamalı."

Geri gidecektim ki engel oldu buna, bir anda yakamdan tutarak beni kendine çektiğinde yakın olduğumuz o anı hızla omuzlarından iterek böldüm. "Ne diyorsun?" dediğinde dalga geçtim.

"Saati buldun mu diyorum."

"Bulamadım." diye ayak uydurdu. "Söylesene, nereye koydun?"

"Daha eşyasına sahip çıkamayan bir askeri ordunun başına koymuşlar." Durdum. "Doğru, sen asker değildin, değil mi?"

Laf çarpıtmam sinirlerini bozuyordu, Kento Hoshi benden daha yüksek bir konumda olabilirdi ama kesinlikle benden daha iyi değildi. "Asıl mesleğimin doktor olması, ruh hastası olmamdan daha iyidir." dedi. "Ülkeyi bir delinin eline bırakmıyoruz en azından."

Kaşlarımı çattım. "Deli mi dedin sen az önce bana?"

Kaşlarını kaldırdı. "Olmadığını söyleyebilir misin?"

Yakasına uzatacağım elimi engelledi ve ne olduğunu anlayamadan yerde kendimi dizlerimin üstünde buldum. Saçlarımdan tutan Kento ise yüzüme doğru eğildis. "Beni hafife alma Hwang."

Gözlerine baktım, gözleri bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Sesinde sinir tınısı vardı ama gözlerinde sinir samimiyetine dair bir şey yoktu, bir şeyler vardı.

"Gözümü korkuttuğunu düşünüyorsan," Elini ittim. "Çok yanılıyorsun."

Ayağa kalkıp karşısına dikildim tekrar, gözlerimin içine baktı. Hem de öyle baktı ki neden Chan burada iken bakmamakta ısrar ettiğini sorguladım fakat bir cevabım yoktu, bu sinirimi bozdu.

"Burada kal." dedi, "Dışarıyı halledeceğim."

Kapıya doğru birkaç adım attı, bir ara durdu ama demek istediği her neyse yoluna devam ederek beni odada yalnız bıraktı. Kapanan kapıyla beraber sessizliği iliğime kadar hissederken koltuğa oturdum. Kafam karmakarışıktı.

Düşüncelerim birbirine giriyor ve aynı anda o kadar şey düşünüyordum ki ağzımdan çıkanlar dahi karışıyordu. Benim için ölüm umurumda değildi, belki de kız kardeşimi düşünmüyor gibi gözüküyor olabilirdim ama düşünüyordum fakat ailemin intikamını alacaksam ölüm bana cennetti.

Yeji bunları bir kenara bırakmıştı, Seungmin de öyle. İkisi de kendi hayatlarında, kendi yollarına bakıyorlardı benim aksime. Gözlerim ellerime gitti bu sefer, parmaklarımda dolaştı bakışlarım.

Fırçaları bırakıp silah tutmaya başlayan ellerimle ben çok değişmiştim, bunu ikisi de yakaladıkları her fırsatta söylerlerdi. Chan da söylerdi ama Chan'ın bir cümlesi bana hep dokunurdu; sen gerçek bir asker değilsin.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 6 hours ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

die with a smile, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin