0.2

673 197 407
                                    

200 oy, 200 yorumm

***

"Ona dokunmuyorsunuz."

Dudaklarımdan çıkan bir cümle beni için intihardı sanki, ipi almış ve kendi boynuma geçirmiştim ama ayağımın altındaki desteğe başka biri tekme atmıştı. Bu şimdi ne oluyordu, intihar mı cinayet mi, belki de cevap vermemek bizi delirtmeyendi.

Kendi ülkemden üç kişi inanamazca baktılar bana, inanın demek istedim, inanın onu sizin kadar ben de öldürmek istiyorum ama yapamam. "Komutan," dedi beni tanıdıkları için. "O benim kardeşimi öldürdü."

"Benim ailemi."

"Benim eşimi."

Benim de anne ve babamı, demek istedim tekrardan. Onların bana verdiği sebepler bir bir kalbime kurşun attı sanki. "Dokunamazsınız." diye çevirdim cümlemi bu sefer. "Emir var, tek bir atak iki ülkeyi de tekrar savaşa sürükler." İkna etmek için ekledim. "Sevdiklerinizi daha çok kaybetmek istemiyorsunuz, yapmayın bunu."

Aralarında bakışma geçti biraz, "Komutan, komutan..." diye sızlandı sonra öfkeyle indirdi silahını, arkasını dönerek uzaklaştı. Diğerleri de onu takip ederken almadım silahını, onlara bir sebep vermek istedim belki de.

İkimiz orada kaldığımız ilk anda yanımdaki adamdan uzaklaştım, gözlerini üstümde hissediyordum ama konuşmak bile istemedim. Tek yaptığım arkamı dönüp iskeleye doğru ilerlemek olurken "Komutan," dedi arkamdan bozuk Korecesiyle.

Dönmedim, duymazlıktan geldim, botlarımın adım sesleri dışında ses bile çıkarmazken bu sefer daha da yükseltti sesini. "Komutan!" Ve bu benim ona dönmeme sebep oldu.

"Gecenin bir yarısı bir daha bağırırsan bu sefer seni kurşuna ben dizerim."

Sahici öfkemi kaale bile almadığını gecede bile parlayan bakışlarından anladım, bu beni daha çok sinirlendirirken bana doğru yürüdü ve en sonunda karşıma geçti, konuşacaktı ki izin vermedim.

"Silahını neden kullanmadın?"

"Kullansa mıydım?" dedi yine bozuk Korecesiyle ve bir an 'ne?' dememek için zor durdum. Japonca biliyordum ama zorlansın istediğim için kullanma gereği duymadım bile.

"Kovmak için." diye bastırdığımda "Bu herkes için riskli olurdu." dedi, cevap vermedim o da sessizliği bozdu, dudağını kıvırdı. "Teşekkürler." dedi yarım yamalak bir şekilde sonra Japonca devam etti. "Beni kurtardığın için."

Anladım ama bunu anlasın istemedim, "Ne zırvaladın bilmiyorum ama seni görmek istemiyorum." diyerek yanından uzaklaşıp iskeleye giderken kayalıklardan indim denize doğru.

İçim sıkılıyordu, sanki cam yaparken kullandıkları o kor ateşi biri maşa ile tutmuş ve benim göğsümün tam da üstüne bırakmıştı. O ateş hem kalbime değiyordu, hem nefesimi kesiyordu hem de omuzuma yük yapıyordu. Başımı geriye atıp gökyüzüne baktım.

Savaş sırasında her gece yapardım bunu neredeyse, en azından bir saniyelik de olsa durup nefes alma izni verirdim kendime.

Aldığım derin nefes göğsümün yükselmesine sebep olduğunda geride birkaç Japonca cümle duydum, ateşkesi değerlendirenler iki ülke arasındaydı. Japonca cümleler duymak sadece dakikalar ötesine götürdü beni.

"Bu saatte," dedim şüpheyle. "Tek başına, askerleri olmadan ne yapıyordu?"

Keşke kaçırmasaydım, işte buna güzel bir küfür yakışırdı. Kafamı çevirip iskelenin gerisine baktığımda göremedim Hoshi'yi, aklımda bir sürü soru vardı; niye kendi ülkesinde değildi mesela, bu saatte ne yapıyordu, tüm bu savaşa rağmen nasıl pişkin pişkin sırıtabiliyordu?

die with a smile, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin