Elimdeki kalemi parmaklarımın arasında çevirirken zihnim doluydu yine. Bu sefer dün akşam yemek masasındaki Seungmin'i düşünüyordum, ağzını bıçak açmamış, normalde Yeji'ye bile dayanamayan Seungmin 'sus' diye uyarmamıştı onu.
Seungmin, ben ve Yeji yıllardan beri beraber yaşıyorduk. Bizi tanıyan herkes arkadaş değil de aile derdi bize, o kadar bir bağımız ve devirdiğimiz yıllar vardı. Akşam yemeklerimiz ise asla susmayan Yeji ile geçer, Yeji ile ben birbirimize tekme tokat girerken Seungmin en son hepimize bağırırdı.
Dün akşam bu senaryoyu yaşamadığımız da fark etmiştim kafasının başka bir yerde olduğunu ama sorduğumda söylememiş, erkenden uyumaya çekilmişti. Ben ne kadar deli ve dışadönüksem Seungmin o kadar sakin o kadar içe dönüktü aslında.
Karargahta onun masasında oturmuş, onun bırakıp gittiği belgelere göz atarken kaybolan arkadaşım elinde koca bir kutu ile geri geldi. Kutuyu bırakmış ardından da silahını yanına koymuştu.
"O ne?" diye kutuya ithafen konuştuğumda kollarını kutunun üstüne koydu. "Japonya'ya ait belgeler, onları ayıkladım. Oraya gidecek bunlar."
Biz en son iki ay önce Japonya'ya gitmiştik ve mantıken bakınca da Hoshi'nin o zaman belgeleri almış olması gerekiyordu. "Belgeleri almamış mıydı o?" dediğimde göz devirdi Seungmin.
"Farklı yerdeki belgeler bunlar, onların da bize verecekleri var."
"Ee?" dedim konuyu anlamaya çalışırken ama Seungmin'in tereddüt ettiğini gördüm, en sonunda ise boş vermiş olmalı ki "Komutan ile Japonya'ya gidiyorsun." demiş ve kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.
"Ben?" dedim sorgulamak istercesine, şimdiden bir sinir yükseliyordu bedenimde. "Japonya'ya gidiyorum? İkinci defa? Şurada o kadar asker varken neden ben lan!"
"Ne bileyim Hwang!" diye o da bir anda yükseldiğinde gerçekten sinirlerinin bozuk olduğu belliydi ama ben de o an üsteleyecek sağlam bir psikolojiye sahip değildim.
Etraftaki askerler ikimizin bağırışı ile bize dönerken bu gerginliği bölmek istercesine merdivenlerde gözüktü Chan. "Ne oluyor burada, hayırdır?" diyerek ilerlemeye başladığında kutuyu işaret ettim. "Yine Japonya'ya mı gideceğim ben Komutanım?"
"İtirazın mı vardı?" deyip alttan bir tehdit uyguladı sonra üstüme doğru bir adım attı beni korkutmak istercesine. "Sen ve ben, bu akşam Japonya'ya gidiyoruz. Belgeleri teslim edip kendi belgelerimizi alarak geri döneceğiz. Üst düzey belgeler."
Tam neden Seungmin ve ben gittiğimizde almadık diye soracaktım ki anlayarak son cümlesini eklemişti. Şimdi neden onun geldiğini anlarken bir şeyler boğazımı sıktı, isyan etmek istedim, neden ben, inadına mı yapıyorsunuz demek istedim ama yapamadım. Kafa salladım. "Emredersiniz Komutanım."
Akşamüzeri evde yemek yerken Yeji hayıflandı buna. "İki ay önce gitmiştin zaten, Japonya'da her ne varsa bırakmıyor seni."
Bu cümlesi aklımın başka yerlere kaymasına sebep oldu, Kento Hoshi'nin görüntüsü aklıma düştüğünde yüzüm buruştu nefretle. Midem bulanırken Japonya'dan yemek yemedim, tabağı hafifçe ittiğimde Seungmin göz devirdi. "Yemek ye."
Alayla baktım ona. "Vay paşam, siz bizimle konuşur muydunuz?"
Göz kırptı. "Bu gece konuşalım."
Anında gülerken "Kaybettin şansını," dedim alayla. Yeji gözlerini kısarak bize bakarken Seungmin de gülerek alttan hafifçe ayağıma vurmuş, bense karargaha gitmem gerektiği için ayaklanmıştım.
Önce kız kardeşimle sarılırken "Ben gelene kadar dikkat et kendine," dedim. "Tamam mı çirkin kız, hayır yoksa bir de senle uğraşacağım."
"Giderken bile beni çıldırtıyorsun! Yürü git ya, iki gün gidecek ettiği laflara bak."