18

100 9 24
                                    


guno gunooo duz yazi bolumle geldimmmm


Bir şeyleri sürekli dalgaya vurmak. Hayatım bu cümle üzerine kuruluydu her zaman. Kendimi bildim bileli acılarımı bile şakaya vurur, tabiri caizse olayları trajikomikleştirirdim. Bu benim güçlü durma şeklimdi. 

Yanlış anlamayın, hiçbir zaman çok zor bir hayatım olmadı. Annemle babam birbirlerine çok aşık şekilde evlenmiş, ve üç çocuk yapmışlardı. Ben ortanca çocuktum. Kezban ablam Jieun ve kokuşmuş çorap kardeşim Yeonjun benim birer parçamlar. Çoğu zaman deli gibi kavga etsek, Jieun beni dövse, ben Yeonjun'u eve para getirsin diye sokakta dilendirmeye zorlasam da, evet: onlar benim canımdı. Bir tanelerimdi. 

"Nereye kız, zilli?" 

Bir tanem mi demiştim? Geri alıyorum, onlar benim aptal bok tanelerimdi. Ablama dilimi çıkardım ve cevap vermeden evden çıktım. Siyah fermuarlı hoodiemin şapkasını kafama geçirdim ve yavaş adımlarla okula yürümeye başladım. 

Saat akşam üstü yediydi, ve ben Jungkookumla basketbol oynamaya okula gidiyordum. Keyfime diyecek yoktu anlayacağınız. Yavaş adımlarla okula yürüyor, bir yandan da bir şarkı mırıldanıyordum. Zaten okul evime çok uzak değildi. 

Sessizce yoluma devam ederken, yanıma yanaşan siyah spor arabayla yerimde sıçradım. Ay kaçırılıyor muydum yoksa? Araba oldukça yavaşladı, ardından camı açıldı. Hava karardığından olsa gerek, içerideki kişinin yüzünü göremiyordum. Araba istop ettiğinde, ve kapısı açıldığında benim de gözlerim açıldı. Ben gerçekten kaçırılıyordum galiba!

"İmdat! Komşular, yetişin adam kaçırıyorla-" Ağzıma kapanan elle gözlerim sonuna kadar açık karşımdaki adama baktım. Kafasında siyah bir şapka vardı, gözlerim yavaşça gözlerine indiğinde, ay durun! Jungkook'umdu bu. Hayat bulduğum o kurt bakışlarından tanımıştım. "Jimin! Benim görmüyor musun salak! Ne bağırıyorsun?" Utançla olduğum yere sindim. 

"Ay hocam, kusura bakmayın. Siz öyle bir anda şey edince." Konuşmamla birlikte elleri de ağzımdan inmişti. Tanrım lütfen ileride o elleri ağzımı başka sebeplerden dolayı kapatsın lütfen yalvarırım. 

Kafasıyla arabayı gösterdikten sonra sürücü koltuğuna doğru gitmeye başladı. Bende hızla peşinden gidip hemen yanındaki koltuğa yerleştim. Birkaç dakika hiçbir şey konuşmadık, o sessizce arabayı sürdü, bende sıcak bir yere girmenin etkisiyle mayıştığımdan olsa gerek, normalde asla kapanmayan, ve bu birkaç dakikada Jungkookuma 47 farklı soru sorma kabiliyetine sahip çenemi kapatmıştım. 

Sonunda okula vardığımızda, arabayı müsait bir yere park etti ve birlikte basket sahasına ilerlemeye başladık. Kapalı saha okul çıkışlarında kitleniyordu, dolayısıyla hava çok soğukta olsa dışarıdaki sahada oynayacaktık. 

Dürüst olmam gerekirse, basketbolla uzaktan yakından alakam yoktu. Zaten bu aptal sporu öğrenmek istememin tek nedeni Jungkookumdu. Ay kurban olduğum, ne de güzel tişörtünü çıkarıyordu. 

Bir dakika,

NE!

Gözlerim hızla açılırken, tüm vücudunu güzelce taradım. Of! Ben liseli azgın bir ergendim tamam mı?! Benim karşımda böyle çıplak duramazdı. "Üstümde tişört varken genelde antrenman yapmam, bu seni rahatsız etmez değil mi?" Ne rahatsız etmesinden bahsediyorsun sen salak! diye bağırmak istedim ancak ağzımdan tam olarak şu cümle döküldü:

"Bende genelde tişörtsüz yaparım antremanı, bu sizin için sorun olur mu?" 

Ne. Dedim. Ben?

Dudakları kurnazca kıvrıldığında, kafasını sorun yok dercesine iki yana salladı. O elinde topla potaya doğru ilerlerken, ben çantamı bir kenara fırlattım ve hızla soyunmaya başladım. Bay Jeon'un önünde. 

Act Fool, jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin