Sanırım korktuğum başıma geliyordu.
Louisa'dan.
Oyundan sonra ne yapacağımı bilmez haldeydim. Garip hissediyordum. Ama uzun zamandır ilk kez mutlu ve güvende hissediyordum. Miller ile beraberdik. Fazla doğru gelmiyordu. Ama onu seviyordum. Gerçekten. Ve onu kaybetmek istemiyordum. Sonunda nefessiz kaldığımız için dolaptan çıkmaya karar verdik ve aşağıya indik. Brandon bizi ebeledi ama takmadık. Sadece dışarı çıkıp nefes almak istiyordum.
"Ben, benim biraz nefes almaya ihtiyacım var. Veranda da olacağım."dedim. Verandanın kapısını açtım ve koca sandalyeye oturdum. Yanıma oturdu. "Nefes almaya değil, düşünmeye ihtiyacım vardı. Neden mi? Gerçekten bilmiyorum. Ama o andan sonra sanki tüm düşünceler beynime hücum etti ve kendimi suçlu hissettim. Kuralımı bozdum. Bağlanmak yok. Yapamadım. Yine başaramadım. Nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum.. Sadece hayatım boyunca küçücük bir kural ile yaşamıştım. Annemi 4 yaşında kaybettim. O gün babam beni teyzeme bırakıp gitti. 13 yıldır babamı görmedim. Cenazeye bile gelmemişti. Liseye geçtiğim gün teyzeme bir mektup gelmişti. Küçük zarfın içinde bir tapu ve bir kağıt parçası vardı. Mektup babamdandı. O güne kadar yaşıyor mu onu bile bilmiyordum. Tapu Londra'da küçük bir evindi. Babam liseye geçtiğim gün onu bana vermişti. Kendi hayatımı yaşamam için ilk şansımı vermişti bana. Bebekliğimden beri tek hayalimdi. Liseye geçtiğimde Londra'da yaşayacaktım. Güzel küçük bir evim olacaktı. Hayatımı kendim karşılayacak, mutlu olacaktım. İki ay sonra eve taşındım. Her şeyi ayarladım. Mutluydum. Sonra biriyle tanıştım. Okuldan. Connor. Tüm hayatım olmuştu. Sadece onu düşünerek uyuyor, kalkıyor, oturuyor, yatıyordum. Tüm beynimi ele geçirmişti. Bir yıl kadar beraber olduk. Okulun en sevilen çifti haline gelmiştik. Onun hayali bir çikolata-şekerleme dükkanı açmaktı. Gerçekleştirdi. Beraber orada abur cubur sattık. Para kazandık. Bir yılın sonunda o. Kayboldu. Nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Hala da öyle. Dükkanı kapattılar. Sadece orayı geri alabilmek için para biriktiriyorum. Orası benim olunca o da ben de hayallerimizi gerçekleştirmiş olacağız. O mutlu olacak çünkü dükkanının kapatılması onun en büyük korkusuydu. Ve ben mutlu olacağım çünkü kendi hayatımı yaşamaya başlayacağım."
"Anlıyorum. Onu çok seviyor olmalısın." Kafamı salladım. "Ama biz de seni çok seviyoruz unutma."güldüm.
"Teşekkür ederim. Yani beni dinlediğin ve anladığın için. Sadece bunları artık saklamak istemiyordum ve beni dinleyecek birine ihtiyacım vardı. Gerçekten teşekkür ederim."
"Her zaman yanındayım."
"Saol, emo."
"Bana emo demeyi kes!"
"Peki. Emo." Güldüm. "Bu arada sana bir şey söyleyeceğim. Ama yaygara çıkarmayacaksın."dedim. Ve söz vermesini bekledim.
"Biliyorum bebeğim. Miller'la berabersiniz."dedi.
"Bekle nereden biliyorsun?" diye sordum. Camdan içeriyi gösterdi. AMAN TANRIM. Brandon camı açtı ve konuştu.
"Rujun güzelmiş Millie. Louisa'nınki ile aynı renkte. Yakışmış."dedi ve camı kapattı. Koluna vurdum. Miller hiç beklemeden yanımıza geldi.
"Lou, biliyor mu?"dedi korkuyla. Kafamı salladım. "Umm, peki."dedi ve içeri geri gitti.
"Lou mu? Iyk."
"Biliyorum iğrenç." Cam bir anda açıldığı için yerimden zıpladım.
"Sizi duyabiliyorum, burası benim evim. Her yerde kulağım var. Unutmayın. Ve ayrıca bebeğim, adın emin ol çok güzel."dedi ve gitti. Hepimiz güldük.
"Senden tek isteğim-"
"Onu üzmemem mi? Merak etme. Onu üzmeye dayanamam bile."dedim emince.
"Hayır, kendini üzmemen. Tabi ki onun da üzülmemesini istiyorum. Lütfen birbirinizi üzmeyin. İkiniz de gerçekten kırılgansınız ve birbirinizi üzmeniz ikinizi de yıkar."dedi.
"Teşekkür ederim Brandon. Gerçekten sahip olduğum en iyi arkadaşlardan birisin."dedim ve ona sarıldım. Beni kolları arasına aldı ve o da sarıldı. Sonra üstümüzde bir ağırlık hissettik.
"Ben de sizi seviyorum çocuklar."dedi Miller. Ve onun üstüne de Maggie atladı.
"Beni unutmayın. Ayrıca Louisa. Güzel kıyafetlerim var ve sana veririm."
"AMAN TANRIM MAGGİE. SENİ SEVİYORUM SENİ SEVİYORUM SENİ SEVİYORUM."dedim heyecanla.
"O zaman üstümüzden kalkın ve alış verişe gidelim."dedi Brandon. Miller zıpladı ve konuşmaya başladı.
"Westfield'a gidelim orada buz pateni pisti de var."
"Ah, olamaz. Yine bir yerlerini kıracak."diye sızlandı Maggie.
......
"Wuhuuuuuuuuuuuu!!! BU ÇOK EĞLENCELİ."diye bağırdı düşmesine ramak kala. Ve 10 dakika içinde 500. düşüşünü yapmış oldu. "Hadi çocuklar, siz de gelin. Hadi düşmeyeceğime söz veriyorum."dedi. Zaten elimde olan patenlerimle beraber koltuğa geçtim ve patenleri giymeye başladım. Piste çıktım ve yavaşça Miller'ın yanına kaydım. "Hey, biliyorsun."
"Evet, bir süre kursuna gitmiştim. Ama derslerimin yoğunluğundan dolayı kendimi veremediğim için bırakmak zorunda kaldım."dedim.
"Ama hala çok iyi kayıyorsun. Hadi bana öğret."
"Tamam."dedim. Elini tuttum ve yavaşça ayağa kalkmasını sağladım. Ona ayak hareketlerini gösterdim ve nasıl ilerlemesi gerektiğini. Biraz sonra ellerini bıraktım ve kendisi kayabilmesi için biraz uzaklaştım.
"Aman tanrım kayabiliyorum! Brandon bana bak. Hey fotoğrafımızı çeksene."dedi ve kayarak Brandon'ın yanına gitti. Telefonunu verdi ve bizi çekmesini istedi. Brandon çekmeye hazırlanırken o da yanıma geldi ve fotoğraf için poz vermeye başladı. hayal edin: Ellerini belime koyup iyice kendine çekti ve bir ayağını yukarı kaldırdı. En müthiş gülümsemesini yaptı ve iyice sıktı beni. Bense Miller'ın kolları arasında nefes almaya çalışırken sadece gülümseyebildim. Sonunda Miller yine dengesini kaybedip düştü. Ama bu sefer ki sorun biz poz verirken dengesini kaybetmiş olması. Beraber yere yuvarlandık ve kendimizi yerde yapışık halde bulduk. Maggie ve Brandon yanımıza gelip bize gülmeye başladılar. Sonunda biz de dayanamayıp gülmeye başladık. Kollarımdan destek alıp oturma pozisyonuna geçtim ve bağdaş kurdum. "Hey bebeğim yanıma yatana."dedi gülümseyerek. Sadece göz devirmekle yetindim ve ayağa kalktım. Miller'a da kalkmasında yardımcı oldum. Bir süre sonra pistten çıktık ve bir şeyler yemeye karar verdik.
"Burger King?"
"Hayır."
"Mc Donald's?"
"Hayır."
"KFC?"
"Çok mantıklı bir seçim ama şu anda tavuk yemek istemiyorum."
"Nando's?"
"Evet!"
"Lanet olsun. Tavuk yemek istemiyorum diyip Nando's'a gidiyoruz."
Herkes Brandon'a saçma saçma baktı ve Nando's'a yürümeye başladık. Herkes siparişlerini verdi ve masaya oturduk.
"Evet, bu akşam ne yapmak istersiniz? Nasıl olsa biz de kalıyorsun Lou."
"Bilmiyorum. Bence oturup Scrabble oynayalım ve kedi videosu izleyelim. Çünkü onlar çok şirin."dedi Maggie.
"Umm. Scrabble olabilir ama kedi videosuna hayır diyorum. Onlara alerjim var."dedim. Herkes bana sanki yaratıkmışım gibi baktı. "Ne var?"
"Videolardan sana alerji bulaşmaz Lou. Onlar... Video." dedi Miller.
"Sevmiyorum işte kedileri sadece izlemeyelim."
"Peki o zaman. Scrabble oynayalım. Başka?"
"Peter?"diye önerdim.
"Efendim.?"
"Hayır. Senden bahsetmedim Mill. Peter Pan filmi izlemeye ne dersiniz demek istedim."
"Mantıklı olabilir. Uzun zamandır Peter Pan'ı izlemedik."dedi Brandon. Bu saplantının sadece Miller'da olduğunu sanıyordum ama galiba onlar Peter Pan'a ailecek takıktı.
"Tamam o halde akşam Disney gecesi yapıyoruz."dedi Miller.
Disney gecesi mi? En sevdiğim.
*****
SELAM. YENİ BÖLÜM GELDİ.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Peter Pan Story
Teen FictionLouisa. 17 yaşında bir kızın hikayesi. *** Miller. 17 yaşındaki bir malın hikayesi. :D *** ''Miller n'apıyorsun? Burada olmaman gerekiyor!'' ''Seni kaçırıyorum. Sus ve kurtarıcına kolarını dola.'' İlk başta dalga geçiyor sandım. ''Abartma Mil. Alt...