11.Bölüm: Değerli Taşların Bedeli

148 13 16
                                    

Pırıl Şentürk...

Saatler geçmiş, zaman su gibi akmış ve malum ana doğru kendimizi bırakmıştık. Malum andan kastım neydi sizce? Barut'un evine gelmesiydi tabi ki. Dört saatte biricik arkadaşımın yardımıyla evi tamamen arındırmış ve çocuklu aile evi haline getirmiştik. Pamir'in odasını düzenlerken gördüğüm şeylerle ara ara sinirden yastıkları kemirme isteğimi zorla bastırmış olsam da sonuçta bitmişti.

Hangi çocuğun yatağının altında ölü böceklerin kalıntıları olurdu ki? Ya da hangi çocuğun kıyafetleri en üsttekiler hariç yırtık ve rengi solmuş bir halde olurdu ki? Üstelik bahsi geçen çocuk dünyanın en güzel çocuğu yarışmasına katılmışım da rakibim oymuş gibiydi. Barut belki iyi bir eşti bilmiyordum ama iyi bir baba olmadığını bugün odada tekrar hatırlamıştım ne yazık ki. Baba olmak sadece sevgi vermek, uyutmak, sarılmak, şefkat göstermek değildi. Hoş benim babam bunlara da sahip değildi ya neyse. Babalık her adama yakışmıyordu demek ki. Gerçi her baba kendi babasının yansıması olmaz mıydı ki? Benim babam babasının aynısıydı. Belki de Barut'un iyi bir baba olamama nedeni de baba figürüne sahip olmamasıydı.

Canım polis abilerimle Sevilay denen kişiliği, biricik kankamla ise Sevilay'ın Hermes bebeklerini göndermiştim. Bir iki tanesini kendime mi bıraksam diye düşünüp pahalı da olsa pisliğe değmiş şeylerin ilgimi çekmediğini fark edip hepsini alabileceğini söylemiştim Elif'e. Tabi henüz Pırıl Şentürk farkını ortaya koymamıştı. Yarın sevgili Sevilay' cığımın kuaför günüydü. Elbette ki kuaför gününde yapılmış iğrenç ötesi kötü bir saç karşındakinin moralini bozmak için en güçlü silah olabiliyordu. Öyleyse neden yapmıyorduk ki?

Ocakta pişmeye devam eden biber dolması tenceresinin kapadığı aralayıp ne kadar suyunun kaldığına bakmış ardından, birazdan gelmek üzere olan Barut ve Pamir ikilisi için masaya tabak yerleştirmeye başlamıştım. Tezgahın yanındaki ekmeklikte ekmek olmadığı gözüme çarptığı andaysa evden çıkamaya üşendiğime kanaat getirip hemen köleme mesaj atmıştım.

Kimden: Siz

Kime: Mağaralı Kocam

Hey yaşlı adam! Gelirken iki ekmek alsana. Bak İKİ ekmek tamam mı? Yaşlandın görme zorluğu da çekiyorsundur sen şimdi. Dur ses kaydı da göndereyim.

Yazmış ve gerçekten peşine ses kaydı da göndermiştim. Ne yapalım yaşlıyla yaşlı olmak gerekiyordu. Aramızda yetmiş yaş var gibi davrandığım sevdiğim adam ise mesajıma ses kaydı atmıştı.

"Baba yaşlı değil annesi. Anne çıtır. Değil mi oğlum?" diyordu Barut'un güleç sesi "Evett! Anne güsel. Anneciğim." diye ekliyordu ses kaydına şen sesli oğlum kendini. Ses kaydının sonundaki minik öpücüğüyle. Attığı öpücüğü hayal etmekle bile gözlerimden kalp patlaması atacağıma emin olduğum o anda kendimi frenlemiş ve sakince masamı kurmaya devam etmiştim.

El alemin masa kırdığı yerde bize masa hazırlamak düşmüştü. Sahi acaba Barut'ta-

On dakikanın sonunda evin kapısında duran araba ve eve kıkırtılarla giren minik bir şebekle promosyonu olan dağ ayısını görecek olmak aklıma gerçek olmayacak hayaller getirmişti. Ya şuan bu ev, bu hayat, bu çocuk, bu günce benim olmuş olsaydı. Gözlerime doluşan yaşlar olur muydu mutluluk? Kalbime düşen keder gelip aklımdaki ailenin tacı olur muydu? Pişmanlıklarım, kuruntularım, dilime dolanmış tüm sözcükler; dile gelir miydi aşkla? Geçmişi geçmişte bırakmak belki de en çok kalbimdeki kıza zarar verirdi. Ama bırakmamak bugün sahip olduğum kızı yok ederdi.

İçeri girenler kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Pamir ve maymun kılıklı eniştemin kuzeninin burada ne işi vardı? Neredeydi benim bomba yapımında kullanılmalık temel bileşenim?

Kalbimdedir YangınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin