Don't go!

185 21 7
                                    


Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda, belimdeki ellerin sahibine çevirdim kafamı. Dudakları büzüşmüş uyumaya devam ediyordu. Kıpırdanmadan kafamı tekrar önüme çevirip, Barış'a doğru iyice yanaştım. Her yanımı dolduran kokusu, belimdeki elleri, bana yaslanmış büyük vücudu... Uzun zamandır hissetmediğim huzur hissi sarmıştı tüm vücudumu.

Barış'ın varlığı, yalnızlığımı unutturuyordu bana. Çocukluğumdan beri hissetmediğim, sadece adını bildiğim tüm iyi duyguları bana yaşatıyordu. Aşık olmuştum. Bundan sonra Barış'sız düşünemediğim bir hayatım vardı. Her anımda o olsun, beni üzende, mutlu edende o olsun istiyordum. O, şu an bana karşı bir şey hissetmiyordu biliyordum. Ama zamanla hissetmemesi için bir engelde yoktu. Bu kadar yanıma gelmesi, sürekli beni arzulaması, benimle uyuması bir umut olduğunu gösteriyordu.

Arkamdaki beden kıpırdanmaya başladığında, kolları gevşedi. Ona doğru dönüp yüzüne baktım. Gözlerini ovalıyor, ayılmaya çalışıyordu. "Günaydıınnn." Neşeli sesimle konuştuğumda, oflamasıyla gülüşüm yüzümde donmuştu. Yutkunup kendimi toparladım. Tekrar gülümseyip yatakta doğruldum. Ellerini yüzünden çekmiş, boş boş tavanı izliyordu.

"Rahat uyudun mu? Umarım yorgunluğun hafiflemiştir. İstersen sana masaj yaparım, Bahar çok iyi yaptığımı söyler. Karnın acıktı mı? Dur sana kahvaltı hazırlı-"

"Aybüke sikme beynimi." Sinirle konuştuğunda kalbime sancı girmişti. İçimi bir ürperti kaplarken, burnumun ucu sızlıyordu. Yapma Aybüke! Çocuk yorgun gelmiş, haklı. Gevezelik yapacağına kalk kahvaltı hazırla, diye düşündüm kendi kendime. Yataktan kalkıp lavaboya geçtim ve elimi yüzümü yıkadım. Mutfağa gidip en güzelinden bir kahvaltı hazırladım. Bu sırada Barış Alper duşa girmişti.

Islak, dağınık saçıyla mutfağa girdiğinde bana bakmadan kahvaltı masasına oturdu. Karnı acıkmıştır, ondan gergindir diye düşünüp, morelimi bozmadım. Çayları doldurduğumda sessizce kahvaltı yapıyorduk.

"Ailen nerede?" Sorusuyla boğazıma lokmam takılmıştı. Ben delice öksürürken kahvaltısına devam ediyordu. Zar zor nefeslerimi düzeltip lokmamı bitirdim. Nereden çıkmıştı bu soru?

"Bilmiyorum, uzun zamandır görüşmüyorum." Hafif bir şaşkınlıkla bana baktıktan sonra, mimiklerini düzeltti. Düşünceli bir ifadeyle çayını yudumladı. Benimle ilgili bildiği tek şey ismimdi.

"Çalışıyor musun?" Kafamı sallayıp, bardağımı bıraktım.

"Devlet hastanesinde hemşireyim." Kaşlarını kaldırıp, parmaklarını dudaklarında gezdirdi. Benimle ilgili iki ay sonunda öğrendiği şeyler şaşırtıcı gelmiş olmalıydı. Sessizliği rahatsız ederken konuşmaya karar verdim. "Maçta çok iyiydin." Histerik bir şekilde gülüp alayla yüzüme baktı.

"Futbol mu konuşacaksın benimle?" Yutkunup gözlerimi kaçırdım. Alınma Aybüke, alt tarafı şakalaşıyor seninle diye kendimi dizginliyordum.

"Sadece... epeydir mutsuz ve yorgun görünüyorsun. Herkes form düşüklüğünü konuşuyor ama bence sadece dinlenmeye ihtiyacın var. Çok iyi bir futbolcusun." Bıçağını sertçe masaya bıraktığında irkilip bardaktaki çayımı üstüme dökmüştüm. Yanmanın verdiği telaşla ayaklanırken o da kalkmıştı. Bana yardım edeceğini düşünürken, kapıya ilerlemesiyle iyice panikledim. "Barış, nereye?" Beni dinlemeyip eşyalarını salondaki masadan alıp cebine koydu.

"Barış konuşacağız demiştin, neden böyle yapıyors-"

"Haddin olmayan şeylere burnunu sokana kadardı." Bacağımdaki yanmayı unutmuş, gitmemesi için çabalıyordum. Kolunu sıkıca tutup yalvarmaya başlamıştım.

"Çok, çok, çok özür dilerim Barış. Dur gitme lütfen. Tamam sessiz kalıcam." Beni umursamayıp kapıya ilerlerken, kolunu çekiştirmemle beni duvara ittirmişti. Gözümden yaşlar durmadan süzülürken, sırtımdaki acıyla inledim. Tekrar ayağa kalkıp önüne geçtim. Göğsünden tutarak durdurmaya çalışıyordum.

"Aybüke uzatma amına koyim ne yüzsüzsün." Yüzsüz değilim aşığım diye bağırmak istiyordum.

"Barış nolur gitme, yalvarırım her istediğini yaparım, nolur beni yalnız bırakma." Beni umursamadan kolunu elimden kurtarıp,kapıyı açıp çıkmıştı. Ben çığlık çığlığa arkasından yalvarırken, bir kez bile dönüp bakmadı.

  Kapıya yaslanmış, gözyaşları içinde titreyerek ağlıyordum. İçimdeki acı tarif edilemez bir hâl almıştı. Barış da gitmişti. Benim her şeyim, son umudum olmuştu kısa sürede. Ama o da arkasına bakmadan gitmişti. Derin bir nefes almaya çalıştım ama göğsümdeki sıkışma nefesimi kesiyordu. Sanki her şey daralıyor da, boğuluyordum.

  Neden hep böyle oluyordu? Neden benide kimse sevmiyordu? Bağırmak istiyordum yüzlerine karşı. Annem, babam, şimdi de Barış. Herkes beni terk ediyordu. Beni sevilmeye layık bulmuyorlardı. Sadece biraz sevgi ve ilgi istiyordum. Ama her defasında hayal kırıklığına uğruyordum.

  Kendimi kontrol edemiyordum artık. Kollarım titriyor, ellerim yumruk haline geliyor ve duvara vuruyordum. O kadar çok öfkelenmiştim ki, neye öfkelendiğimi bile bilmiyordum. Barış'a mı? Kendime mi? Yoksa beni yalnızlığa mahkum eden kaderime mi? Tek bir düşünce yankılanıyordu kafamda. Kimse kalmadı, herkes gitti...

  Gözlerim kararmaya başlanıştı. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, sanki göğsünden dışarı fırlayacaktı. Nefes alma imkansız hale gelmişti. Vücudum titriyordu, kollarım, bacaklarım kontrolsüz bir şekilde kasılmaya başlamıştı. Yere çöktüm, ellerimi yüzüme kapadım. Ama titreme durmuyordu. Birden vücudum kasılıp, kendiliğinden geriye doğru çekildiğini hissettim. Kollarım istemsizce kasılıyor, bacaklarım düzensiz bir şekilde çarpıyordu. Başım arkaya doğru düştü, gözlerim sabit bir noktaya dikildi. Ağzımdan istemsizce bir inleme çıktı. Duyduğum en son şey, dişlerimin birbirine çarpma sesi ve dilime dolanan keskin acıydı.

  Her şey bir anda karanlığa gömüldü. Sesler uzaklaştı, görüntüler bulanıklaştı. Kendimi tamamen kaybediyordum. Neler olduğunu anlayamıyordum. Ne hareket edebildim, ne de yardım için sesimi çıkarabildim. Yavaş yavaş bilincim kapanmıştı.

Her şey karanlığa gömüldükten sonra, zaman kavramını yitirmiştim. Ne kadar süre geçtiğini bile bilmiyordum. Bir noktada, uzaklardan gelen sesler duymaya başladım. İlk başta sadece bir uğultu gibiydi ama zamanla netleşmeye başladı. Birileri adımı sesleniyordu, ama kim olduğunu çıkaramıyordum. Göz kapaklarım ağrıdı, açmakta zorlanıyordum.

  Sonunda büyük bir çabayla gözlerimi hafifçe araladım. Bulanık görüntüler yavaşça netleşti. Beyaz tavan, florasan lambalar, steril bir koku... hastanede olduğumu fark ettim. Ellerimde ve başımda inanılmaz bir ağrı vardı. Yanımdaki cihazlardan gelen sesler odadaki sessizliği bozuyordu.

  Başımı çevirdiğimde, yanımda bir hemşire ve doktor gördüm. Yüzünde endişeli ama aynı zamanda rahatlamış biri ifade vardı. " Merhaba Aybüke, nasılsın? Kendini nasıl hissediyorsun?"

  Konuşmaya çalıştım ama boğazım kuruydu. Zorlukla "Ne oldu?" diye fısıldadım.

  "Bir nöbet geçirmişsin. Vücudun aşırı strese tepki vermiş. Neyse ki, ambulans çağrılmış ve zamanında hastaneye getirilmişsin. Şu anda güvendesin. Dinlenmen gerekecek." O an aklıma Barış geldi. Kalbim hızla çarpmaya başladı.

  "Barış nerede?"diye sordum. Doktor hafifçe kaşlarını çatıp, hemşireye baktı.

  "Yanında kimse yoktu. Ambulansı komşular çağırmış. Kimseyi haberdar etmek ister misin?"

  O an gerçekler suratıma bir tokat gibi çarptı. Barış gitmişti. Beni bu halde bırakıp gitmişti.

Ay noldu yaaa

That Night |B.A.Y|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin