3. Bölüm

72 17 0
                                    

Kar fırtınası hiç durmadan devam ediyor ve kulübenin ince, buğulu camlarına çarpıyor ve ürpertici bir ses çıkartıyordu.

Donmuş zirvede kurt uluma sesleri, kar fırtınasının uğultusu ve düzensiz çığlıklar dışında hiçbir sey duyulmuyordu.

Evet, düzensiz çığlıklar. Kabul etmek istemiyor ve bunların düzensiz kar fırtınasının seslerinden kaynaklanan sesler olduğunu düşünmeye çalışıyordum.

İlk bir kaç kere bu tiz ve uzaktan geldiği belli olan çığlık sesleri kulaklarıma geldiği zaman bakışlarımı Rus adama döndürmüş, o da bana bakmış ancak ilerleyen zamanlarda bunu umursamamaya başlamıştı.

Mahir kimyasına borçlu olduğu soğuk kanlılığının yanında bir de korkusuzluğu vardı. Elbette ki paranormal olan şeyler yoktur ama yinede paranormal şeylerden daha korkutucu olan insanlardan da korkmuyordu.

Sobanın yanı başında ellerimi sobaya tutmuş tüm bu düşünceler ve iç monoglar içinde kayboluyordum.

Kapının sert bir şekilde açılması ile eski, tahta kapı acıyla gıcırdadı ve dışarıdan gelen kar fırtınası sesi kulübenin içine doldu.

Üzerinde kar kütlesi birikmiş Rus komutan Leonard içeri girdi ve arkasından kapıyı kapattı. Karlı botlarını yere sertçe vurup, karın evin girişine dökülmesini sağladı.

Kar altın sarısı saçlarına düşmüş, o altın sarısı saçları dağılmıştı. Ellerindeki odunu kendine sımsıkı bastırmış bir şekilde ayağı ile kulübenin kapısında botlarını çıkarıyordu.

Benim bakışlarım önüme dönerken bir nefes alıp verdim. O ise sobaya yaklaşıp sobanın ağzını açtı ve dışardan aldığı kalın odunları sobanın içine attı.

Kendi sedirine doğru ilerleyip oturdu, üzerindeki askeri ünformayı çıkarttı. Altında sadece siyah bir atlet vardı, yapılı ve güçlü kolları belli oluyordu.

Kar gibi beyaz teni ile derin bir nefes aldı ve belindeki silahı çıkarıp o silaha özel mendil ile silahı silmeye başladı. Ben ise derin bir nefes alıp ayak uçlarımı zemine sürttüm.

"Rus ordusu bizi buluncaya dek yemekleri sen yapacaksın, burayı temizleyeceksin."

Verdiği emirlerle kafamı kaldırıp ona baktım. O kadar yorgun ve bitkin bir hâldeydim ki bu emrivaki tavırlarına karşı çıkacak gücüm yoktu.

O ise mağurur bir suratla verdiği emirlerin yükümlüğünü umursamadan gözlerimin içine bakıyordu. Sanki oralarda en ufak bir hırçınlık ve baş kaldırma arıyor gibiydi ama öyle bir şey olsa da saniyesinde bastıracağını da çok iyi biliyordu.

Önüne geri dönmesi ile gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Gözlerimin dolmasına engel olmaya çalışıyordum ama diğer yandan da güçlü durmaya çalışmak çok zordu.

"Konuş."

Sert ses tonunu işitmemle birlitke gözlerimi açtım. Tam o anda karşımdaki adamın bakışları benim suratımdaydı.

Normal zamanda yüzüme bakmayan, kısa diyaloglar kuran bu adamın suratıma bakarak bana konuşması tüylerimi ister istemez diken diken yapmıştı.

"Bir sonraki saldırıyı hangi cepheye yapmayı planlıyorlar"

Onun altın sarısı çatık kaşları altındaki bakışları benim gözlerimin içindeyken korkuyla nefes aldım ve hızla "Bilmiyorum.." Dedim yalan söylediğimi aykıran bir ses tonuyla.

"Bir sonraki saldırıyı hangi cepheye yapmayı planlıyorlar?"

Bozuk bir plak gibi dediğini tekrarlamıştı zira yalan söylediğimden adı gibi emindi. Üzerimdeki baskı artmaya devam ederken gözlerimi kapattım.

Tam bu anda ayaklandığını hissettiğim zaman "Stalingard!" Dedim korku dolu bir sesle. Sesim kulübenin içine yankılanmış ve bir anlık sessizlik bir asırlık sürecekmişcesine ortama çökmüştü.

Gözlerimi yavaşça açmamla birlikte yanda duran demir kovayı alacağını gördüm. Şimdi yerin dibine girip orada kalsam bu şaşkın bakışlardan sonra gelecek yüz ifadesini görmekten daha iyi olacak gibiydi.

O şaşkın gözlerle bana baktıktan sonra altın sarısı bıyıkları altındaki dudakları ilk defa kıvrıldı. Ben ilk defa gülümsediğini gördüğüm için yavaşça afalladım ve onun bu zemheri soğunun ortasındaki bir anlık sıcak güneşmiş gibi hissettiren gülümsemesine odaklandım.

Ve dediklerim bir kehanet gibi gerçekleşti. O gülümsemesi bir anlık sürmüştü. Bu zemheri soğuğu hiç durmayacakmışcasına devam ederken güneş bir anlık kendini gösterip geri çekilmiş gibi olmuştu.

"Kim seni asker yaptı, hatta komutanın emir eri?"

Sessiz kaldım, konuşamayacak kadar utanmış ve sıkılmıştım. O bir kaç saniye gözlerini benden çekmeyip daha sonrasında da işine geri döndü.

"Verdiğin bu bilgi sayesinde benden sonra duş almana izin vereceğim."

Tezgahtan elindeki kovaya su doldururken utanç ve sinir krizi içinde sedire cenin pozisyonunda yattım.

O suyu doldurup sobanın üzerine koyduğu zaman ikinci demir kovaya geçti ve onu da doldurmaya başladı.

"A, bu arada çamaşırları da sen yıkayacaksın!"

~~~~

Kulübenin köşesindeki ahşaptan yapılmış giysi dolabında hem ona göre hemde bana göre kıyafetler bulmamız bir mucizeydi. 

Bu kıyafetlerin büyüklüğünün ve uzunluğunun tamda bize göre olması Tanrıya bu unutulmuş diyarda şükredilecek bir başka neden daha idi.

O bir adet havlu, boğazlı ve siyah bir kazak ve kahverengi keten bir pantolonu kucağına aldı ve sedirinin üzerine koydu.

Dışarıdaki öldürücü soğuk nedeniyle banyo yapacak olma fikri bedenimi bırak ruhumu bile titretiyord. Bu nedenle sobanın üzerinden hemen aldığımız kova içerisindeki kaynar sular hiçte etki gösterecek gibi değildi.

O dışarı çıkıp adet ahşaptan yapılmış bir küvet getirirdi ve küveti sobanın hemen yanına koydu.

Sıcak su kovalarından birini alıp küvetin içine döktü ve daha sonrada ellerini atletine attı.

Su buharları küvetin içinden yükselip arşa çıkarken bende içimdeki utanç duygusu ile hemen arkamı dönüp gözlerimi kapattım.

Rus Ruleti Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin