1. Bölüm

155 26 5
                                    

Bileklerime bağlı zincir bir kez daha kuvvetlice çekilince tökezledim.

Bunu fırsat bilirmişcesine az ötemdeki askeri üniformalı adam zinciri bir kez daha ve daha kuvvetli bir şekilde çekti.

Zincirin soğuğu resmen iliklerine çekmiş metal dokusu tenimi kesip geçercesine sürterken acıyla dudaklarım arasından inledim.

Üzerimdeki askeri bir üniforma, onun altıda da bir adet atlet dışında hiçbir şey yoktu.

Tanrının unuttuğu bu donmuş zirvedeki sıcaklık her yukarı çıktığımızda daha fazla azalıyor, tenime işliyor ve oradan iliklerime kadar iniyor, bileklerime bağlı zincire etki ediyor ve buza dönmüş zincir tenimi parçalıyordu.

Bir kaç saniye sonra dayanamayarak dizlerimin üzerine çöktüm ve acıyla sesli bir şekilde inledim.

Dizlerim karın üzerine düşüp karın altında gömülürken ağlamaktan şişmiş gözlerimden yaşlar düştü ama soğuk hemen onları kurutup yüzüme yapışmasını sağladı.

"Yeter!"

İngilizce bir şekilde ağlamaklı bir tonla konuşurken Almanca bir küfür mırıldandım.

Karşımdaki sert, çatık ve altın sarısı kaşlarla bana bakan Rus komutan dişlerini sıktı ve o da benim gibi ama kendi dilinde -Rusçada- bir küfür mırıldandı ve beklemeye başladı.

Soğuk bir yel esmeye başladığı zaman saçlarım da askeri üniformamda dalgalandı.

Karşımdaki Rus komutanın üzerine kar düşmüş altın sarısı saçları bu soğuk yelde esmeye devam ederken benim aksime hiçte soğuktan etkilenmiyor gibiydi.

O bu yörenin çocuğuydu. Bu topraklarda yetişmiş, soğukla beraber büyümüştü. Soğuk artık onun için teninde hissettiği ufak bir gıdıklamadan ibaret bir şey değildi.

Ama keşke soğuk sadece ona fiziksel etki sağlamakla yetinseydi. Soğukla büyümek bir noktadan sonra insanın da içini soğutan bir şeymiş. Bu onun en canlı kanıtıydı.

Sert ses tonu, hızlı refleksleri ve kaba davranışları ile havadan bile daha soğuktu. Almanyadaki en soğuk, en sert insanlar onun yanında arkadaş canlısı, kanı sıcak insanlar kalırdı.

"Biraz dinlenelim ne olur. Yalvarıyorum sana.."

Göz yaşları içinde konuşmamla birlikte bir kaç adım attı ve siyah botları ile karı ezerek yanıma geldi.

"Konuşacak mısın?"

Rus aksanı karışmış İngilizcesi ile konuştuğu zaman kafamı eğdiğim yerden ona baktım.

Ordusunu kaybetmişti, her yerde onları arıyordu ve Almanların bir sonraki hamlesinin ne olacağı hakkında, nereye saldıracağı hakkında benden bilgi almaya çalışıyordu.

İstese beni gözünü bile kırpmadan öldürebilirdi ama komutana yakın olduğumun nişanesi olan rozetimi gördüğü anda sert ve soğuk ellerini boğazımdan çekmiş ve esir almıştı.

Ölsem konuşmazdım, o da konuşmadığım sürece beni öldürmeyecekti.

Hem sanki bu şekilde düşman askerine acı çektirmek hatta tabiri caizse işkence etmek hoşuna gidiyor ve son nefesime kadar direnmemi, son nefesimde de açlıktan veya susuzluktan ölmekten korktuğum zaman konuşmamı duymak istiyordu.

"Günlerdir yoldayız, karnım açıktı ve çok susadım. Ne zaman duracağız, hiç mi dinlenmeyeceğiz?"

Tıpkı soğuktan titreyen bedenim gibi konuşmuş, ifadelerimi acı çeken bir tonla dile getirmiştim.

Rus Ruleti Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin