"Geçmiş günler aklından geçerse
Kalbin bomboş ümitler beslerse
Sen üzülme ben varım
Neler geçti kim bilir başından
Sevgi umdun hep başkalarından
Ağlama gidenlerin ardından
O giderse ben varım"
Kulaklarımda kablolu kulaklıkla Arnavut kaldırımı yolda yürürken etraftaki çocukların şen şakrak sesini duyabiliyordum. Kafamı yoldan kaldırdığımda mahallenin parkına kadar yürümüş olduğumu fark ettim. Evde annem ve Azra ile kavga ettikten sonra telefonumla kulaklığımı kapıp kendimi evden dışarı atmıştım. Basit birkaç anlaşmazlıkla başlayan tartışma annemin bana el kaldırmasıyla son bulmuştu. Azra aramıza girip annemi durdurmasaydı ne olurdu bilmiyordum. Teni tenime değmese bile sözleri ruhuma darbesini çoktan vurmuştu.
"Yeter artık ettiğin yeter! Azra'yı neden bu kadar çok çekemiyorsun, ona ne aldıysak sana da aldık. Bir isteğini iki etmedik be. Ne bu doyumsuzluğun, sen eskiden böyle değildin ne kadar değiştin kızım sen!"
Ben onların aldıkları birkaç giysiye muhtaç değildim, sevgilerine ilgilerine muhtaçtım. Yaram buydu, kuyruk acım buydu. Duygularımı belli eden biri hiç olmamıştım. İlla üzüldüğümde ağlamam, sevindiğimde mutluluk nidalarıyla tepinmem mi gerekiyordu? Baksalar anlamazlar mıydı? Ellerime hep teselli diye tutuşturdukları saçma sapan şeyler yerine yara bandı uzatsalar bile mutlu olurdum. Benden sakındıkları gözleri ikizim Azra'ya değince titrerdi. Bunun sebebi Azra'nın bedenindeki birkaç santimlik ameliyat izi miydi gerçekten?
Ayten Hanım ben varım diyordu. Ben yoktum ama. Ne yürüdüğüm bu yolda ne iki katlı müstakil evimizde ne de aile denen şeyde. Varlığım köşede duruyordu öylece . Arada sırada hatırlanıp saksısına bir bardak su dökülen çiçek gibiydim. Ellerim üzerime geçirdiğim gri kapüşonlunun ceplerinde ağır aksak adımlıyordum. Kulaklıktaki müzik değişmiş, Müslüm Gürses'in ~Tutamıyorum Zamanı çalmaya başlamıştı. Kaldırımları izleyen bakış açıma eskimiş, dikişlerinin birkaçı sökülmüş top girince kafamı topun geldiği yöne doğru çevirdim. Ayağımla da topu durdurmuştum.
"Elsa abla topu atsana!" tahminen bacağım kadar boyu olan çocuk mahallenin ağzına yuva yapmış lakabımla seslenince gözlerimi devirdim. Mahallenin koca karı teyzeleri tabi ki Buzlar Ülkesi'ni izlemiyordu ama ağabeyimin gereksiz arkadaşları sağ olsun tüm mahallelice benim adımı Elsa koymuşlardı. Saçlarını yolmaya kalkıştığımda ise bana bu saçma adı vermelerini sebebi onlara göre soğuk nevale olmamdı. 9 yıl boyunca bu lakapla uğraştıktan sonra umursamama kararı almıştım. Kimlikteki adım Elisa'ydı, kendilerince kelime oyunu yapmışlardı işte. Artık Nursel teyzenin camdan sarkıp 'Elsa kız' diye seslenmelerine de bakıyordum. Annem bile bazen bana Elsa diye seslendiğinde şokla açılan gözlerimle ona baktığımda "Aman, mahalleli yüzünden!" deyip geçiştiriyordu.
Birkaç adım geriye gidip ceplerimden çıkardığım ellerimi hınzır bakışlarımla birbirine sürttüm. Futbola ağabeyim sağ olsun bir merakım vardı. Bu bücürlerle de az top peşinde koşmamıştım. Benim hazırlanmış halime bakıp hep bir ağızdan 'ooo' sesleri çıkararak eğilmeye başlamışlardı. Mahallenin maskotları işte bunlardı.
Sırıtarak " Geliyor!" diye bağırdım. Hedefim, bir yirmi metre ilerideki iki taşı belli uzaklıkta koyup kendilerince yaptıkları kaleleriydi. İki büyük adım attıktan sonra tüm gücümle topa vurdum. Üstün futbol yeteneklerim bugün de harikaydı. Top falsolu bir şekilde yükselince herkes topa odaklanmıştı. Havada eğri çizen top hedefine ulaşamadan bir engele çarptı. Böyle bir öküz kafası kadar büyük, bir taş kadar sert bir şeye. Bir camıştan tek farkı iki ayak üzerinde olan saygıdeğer Ahmet ağabeyciğime...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECRÛH
Teen FictionKüçük bir kız çocuğuydum, beni öldürürken elleri bile titremeyen herkesi kalbimde yaşatma derdindeydim. Hayır, zaman geçtikçe büyük bir kız çocuğu olamadım. Çünkü ne onlar vazgeçti beni öldürmekten ne de ben onları aciz kalbimde yaşatmaktan. Ben de...