Benim Hikayem çalan bir telefonla başlamadı. Veya güzel bir şarkıyla. Gülümseten herhangi bir şey yoktu başladığımda. Puslu gözler, çatık kaşlar vardı. Bencil ebeveyn vardı. Dediğim dedik, astığım astık. Hava hiçbir zaman güneşli gelmedi bana. Yağmur da yoktu havada. Sis vardi. Bilinzmezlik kaybolunmuşluk dorukta. Genlerini taşıdığım eller okşamadı saçımı. Nasırlaşmış soğuk eller saçımı tarardı. Ölüm kokan koridorlarda nefes aldım, büyüdüm. Her zerresi hüzün olan o kocaman labirenti ezbere biliyordum. Orda doğmuştum, belki orda ölürdüm. Hastanelerdi yaşam alanım ama Hasta değildi bedenim. Ruhum gibi sapasağlamdım. Ben hiç görmediklerimi özlemiştim sadece. Herkesin kendini doğurduğu kişiye hitap ettiği gibi seslenirdim ona. Anne derdim. Annem diyebilecek bir delilim yoktu. Anneydi o sadece, annem değil. O sürüklemişti beni hastanelere. Her gün azrail ile aşk atıyordu. Hırsla bir Candan öbür cana koşuyordu, kurtarmak için. Yanındaki can ölse haberi olmazdı. Sahi yanındaki küçük candan haberi var mıydı ki? Kutsal bir mesleğe sahipti bunu para için yaptığını bilmesem belki ilişkimiz daha farklı olurdu ama onun tek hedefi vardı. Benim içinde olmadığım hedefler.
Kazandığı parayla 10 çocuğu özel okulda okutabilecekken beni evimize yakın devlet okuluna göndermişti.
Hiçbir zaman neden diye sormadım. Benle konuşmıyacağını biliyordum. Basitçe konuşurken bile yüzüme bakmazdı. Ben ise inceleyebildiğim kadar incelerdim onu. Belki gülümser belki kızım der. Ama 16 yıl boyunca bana aynı isimle hitap etti: "Yakut" İsmimi bile çok nadir kullanırdı. Çoğunlukla onun etrafındaydım. Onu kızdırmamak için ne gerekiyorsa yapardım. Bana seslenme veya isimimle kızma ihtiyacı duymazdı.
İyi bir evlattım, kötü bir anneydi. İki bayan sessizce sakince yaşardık. Babanın kavramı da yoktu ihtiyacı da. Aklım başıma geldiğinde özet geçmişti anne. Anne bir ay iki haftalık hamile olduğunu babaya söylediğinde baba boşanmak istemiş. Evlilikleri bir iş anlaşmaları üzerineymiş ve tek şartı çocuğun olmamasıymış. Ben yani namı değer çocuk olunca anlaşma bozulmuş. Anne beni aldırmak için geç olduğunu ve dedemin buna karşı çıktığını söyledi. Daha sonra yetiştirme yurduna bırakmak istemiş ama bunun tam bir skandal olucağını düşünüp vazgeçmiş. Dedem bana acıdığı için beni kolluyormuş ama ben üç yaşındayken o da vefat edince anne ve ben kaldık. Her ay değişen hizmetçiler bana baktı. Anne aşırı temizlik hastasıydı buyüzden hiçbir hizmetçiyi beğenmiyordu. Evdeki her şeyi o düzenlerdi. Asla girmediği tek oda benim odamdı. Ama ben de onun huyunu bildiğim için temiz ve toplu olmaya çalışırdım. Görsün diye de kapıyı ardına kadar açardım.
Başarıya odaklıydı anne. Ben de onu memnun etmek istediğim için okulda tek düşündüğüm başarıydı. Devlet okulunda öğretmenler doğru dürüst ders anlatmaz, sınavları da çok zor yaparlardı. Buyüzden çok ders çalışırdım.
Anne profesyonel Çello çalardı. Ben de ona uyum sağlamak istediğim için keman çalmak istemiştim. Kurs ve keman parasını herhangi bir gelirim olmadığı için karşılayamazdım. Anne beni paraya boğmazdı, hep ölçülü davranırdı. Ondan hiç para istemezdim. Sadece her ayın birinde bana 150 lira verirdi. Yani günlük beş lirayla geçinmem gerekiyordu. Sanırım Alışveriş yapmamı istemiyordu çünkü yine her ayın birinde belli miktarda giyecek gardırobuma yerleştiriliyordu ve eskiyenler gidiyordu. Ben annenin bana verdiği parayla hep kitap alırdım, zaten başka bir ihtiyacım yoktu. Keman almaya karar verdiğimde birkaç ay para biriktirdim. Anne beni şaşırtarak bir akşam yemeğinde neden para biriktirdiğimi sordu. Ona açıkladım. Bana sadece anladım dedi ve konuyu kapattı. Aferin demesini falan bekliyordum. 16 yıldır bekliyorum. 3 yıldır profesyonel keman çalıyorum.
Ve anne ne yaparsa çirkin ördek yavrusu gibi onu takip ediyorum. Onun gibi; arkadaşım yok, sevgilim yok, monoton bir hayatım var. Ondan tek farkım bir kalbimin olması. Benim. Bir kalbim var...
Alarm kullanmayacak kadar alışkındım saat altı da kalkmaya. Sadece beyazın hakim olduğu odada çıt çıkmıyordu. Gözlerimi ağırdan alarak açtım. Yorganı üstümden sıyırdım. Yaz kış sıcak soğuk yorganla yatardım. Beni hep üşüten bir anne vardı çünkü. Soğuk bakışlarıyla, soğuk davranışlarıyla...
Perdeyi ve pencereleri açmadan önce rutin okul kıyafetlerimi sandalyemin üstünden alıp giyinmeye başladım. Yatmadan önce duş almıştım çünkü sabah duş almayı sevmiyordum. Kot pantolon beyaz gömlek ve siyah dizlerime gelen süet ceket. Basitti.
Anne gösterişi sevmiyordu. Taktığı tek bir takı vardı, ucunda Safir taşının bulunduğu bir kolye. Benim de taktığım ve hiç çıkarmadığım ucunda yakut taşının bulunduğu bir kolye vardı. Bu iki takıyı bize dedem vermişti, hayal meyal hatırlıyorum. Annenin adı Safirdi. Değişik bir ironi. Koliyemin varlığını hissederek ayakkabı dolabına yürüdüm.
Ayakkabılara bayılıyordum. Annenin zevkleri harikaydı. En güzel ayakkabıları giyiyordum. Hava soğuktu ama İzmir'de kar yağmazdı. Dolgu topuk siyah Süet kısa botları nazikçe giydim. Daha önce giymemiş olduğum için kendime kızdım.
Boy aynamın karşısında duruyordum. Yüzüm tertemizdi. Anne eve asla makyaj sokturtmazdı. Her akşam kozmetik ürünlerle yüzünü yıkar temizlerdi ama asla makyaj yapmazdı. Onun için kusursuzluk, pürüzsüzlük önemliydi. Benim için de. İkimizin de teni bembeyazdı. Saçlarımız koyu kahve kesinlikle boyasızdı. Gözlerimiz masmaviydi. Onunkiler daha soğuktu elbette. Elmacık kemiklerimiz bile benziyordu. Abla gibiydi ama anneydi. Siyah kol saatime baktım. Tam yediydi, fazla oyalanmıştım. Kapımı açtım ve merdivenlerden aşağı ses çıkarmamaya çalışarak indim. Anne aşırı topuk sesinden hiç hoşlanmıyordu.
İlk defa topuklu giyip yürümeye çabalarken beni sertçe uyarmıştı:"Sessizce yürüyemeyeceksen giyme." Ani gelen uyarısının üzerine en yüksek topuklu ayakkabılarımı yanıma alıp garaja inmiştim. Ve saatlerce sessizce yürümeye çalışmıştım. Günlerce annenin ayaklarını izlemiş, onu taklit etmeye çalışmıştım. Ve artık en az onun kadar güzel ve sessiz yürüyordum...
Mutfağa girdiğimde anne çoktan masaya oturmuştu. Saçları her zamanki gibi alttan toplanmıştı. Yaşımın gereği bu saç modeli ben de tuhaf duracağı için ben de her seferinde saçımı yukardan topluyordum. Saç modelimizin tek ortak esprisi ikimizin de alnımızın üçte birini kaplayan sol tarafta duran kahküllerimizin olmasıydı. Her ayın ikisi kuaför günüydü, beraber yaptığımız sayılı şeylerden biridir saç boyumuzu hizalatmak.
Tüm bu düzen aşırıydı ama hoşlanıyordum. Biz iyi bir ikiliydik. Kahvaltı boyunca hiç konuşmadan yemek yedik. Kurallarından biri de ağzında yemek varken konuşmamaktı ki bu kuralı bana altı yaşındayken söylemiş çocukken uygulamadığımda masadan kovmuştu. Aklım başıma geldiğinden beri onun kurallarına uyuyordum.
Saat yedi buçuk olduğunda papatya desenli mendillerle ağzını silmişti ve banyoya yöneldi. Ben de hızlıca üst kattaki banyoda dişlerimi fırçaladım.
Yediyi kırk beş geçe ikimiz de kapının önündeydik. Her sabah ben okula yürüyerek gidiyordum, anne daha uzak olduğu için araba kullanıyordu. Onun arabaya binmesini bekledim ama binmedi. Tereddütle yüzüne baktım. Her zaman ki gibi bomboştu.
Bana bakmıyordu:"Okula ben de uğrıycam. Seni de bırakıyım".
Beni bırakmak için can atmıyordu ama ben resmen şuan da havalara uçucaktım. Anne beni doğuran kadın beni okuluma bırakıcaktı. İlk defa.
Sakin kalarak soğuk kanlılığımı korumayı çalıştım. "Sizin için de bir sorun olmayacaksa yolculukta size eşlik etmeyi elbette isterim." Saçmalamış olabilirdim. Anneyle nasıl konuşulur bilmiyordum.
Arabaya doğru ilerlerken mırıldandı:"Sorun olucak olsaydı bırakmak istemezdim zaten."
Bir çok anlam çıkarabilirdim bu cümleden. Beni şuana kadar okula bırakmak sorundu ama şuan değildi. Evet bunu çıkarmıştım. Anne kesinlikle gelişme kaydediyordu.
Arabası da gösterişten uzak siyah bir Ford Focus'tu. Ön camları bile siyah filmle kaplıydı. İlginç bir detay. Nedenini merak etmiştim ama anneyi daha fazla zorlamak istemiyordum. Ortalama bir hızda ve düzgün sürüyordu. Arabayı çok temiz kullanıyordu. Araba mis gibi kokuyor. Şaşkın bakışlarım arasında radyoyu açtı. NTV yi açmış sabah haberlerini dinliyordu. Tabi ya. Ne zannetmiştim ki? Fenomen'i veya Number1'ı açmasını falan mı?.. Okulun kocaman bahçesine girdi. Ve yol boyunca hiç aklıma gelmeyen şey kafama darbe attı. Okul Bahçesi. Bir yığın Lise Öğrencisi. Şaşkın Bakışlar. Harika, mahvolmuştum. Okulda herhangi bir ünüm veya muhattap olduğum kişiler yoktu. Sadece öğretmenlerle konuşurdum. Ve hep orta sıralarda sessizce dururdum. Muhtemelen herkes yeni öğrenci olduğumu falan düşünücekti. Evet, annesi ve arabasıyla okula giriş yapan bir 11. Sınıf öğrencisi. Bitmiş miydim. Henüz değil. Bakışlarımı yerdeki betondan ayırmadan yanımda muhteşem anneyle okula girdim. Herkesin bize baktığını annenin rahatsız kıpırdanmasından anlamıştım. O da dikkat çekmekten nefret ediyordu. Beraber müdürün odasına geldiğimizde bana döndü. Gözlerinin içine baktım. O ise arkamda bir yerlere."Müdürle yirmi dakka kadar konuşup gideceğim. Sen dersten çıkmadan gitmiş olurum. Sınıfına git, geç kalıcaksın."
Emrivaki cümlelerine başımı salladım. Başka ne yapabilirdim ki? "Haklısınız, ben gidiyim artık." Onun yanından geçip giderken ne olursa olsun mutluydum. Anne bana açıklama yapmıştı. Zilin çalmasına 45 saniye kala sınıfa girdim ve... Bütün gözler bana çevrildi. Tek oturduğum sırama yerleştim. Bir sürü kedinin ortasına tutulmuş ışık gibiydim. Herkes gözleriyle beni yakalamaya çalışıyordu. Ve bu rahatsız ediciydi. Sınıflarındaki hiç konuşmayan kızı yeni fark etmiş olmaları çok komikti. Derse giren öğretmenle ayağa kalktım. Bugün zor geçicekti...
Ders bittiğinde gerçekten stresten ellerim terlemişti. Fısıldaşmaları sağır sultan bile duyardı. Zil çalar çalmaz cüzdanımı da yanıma alıp sınıftan çıktım. Önce lavaboya uğramam gerekiyordu. Hızlıca tuvaletlerden birine girdim ve klozete oturdum. O sırada kapı gürültüyle açıldı ve içeri kızlar doluştu. Harika yalnız da kalamıycaktım. Hararetli bir şeyler konuşuluyordu. İstemeden kulak kabarttım. Kötü bir davranış olsa da elimde değildi. Kendi aralarında benim kim olduğumu konuşuyorlardı. Liseye başladığımdan beri bu okuldaydım, iki senedir. Ve gerçekten kimse doğru dürüst kim olduğumu bilmiyordu. Komik diye düşündüm. Gerçekten özel bir çaba sarf etmediğiniz sürece kimse sizi fark etmiyor. Belki de ben saklanmak , kendimi kimseye fark ettirmek istemiştim. Kim bilir?..
Her hareketim izlendi, hayatımda geçirdiğim en zor günlerden biriydi. Okulun bitiş zili çaldığında olabildiğince hızlı davrandım. Kimseye görünmeden yürüyerek ordan uzaklaştım. Hemen eve gitmek istemiyordum. Bir de annenin yanında olmanın verdiği gerginliğe katlanamazdım. Büyük bir caddeye çıkmıştım. Farklı bir atmosferi vardı. Deniz kokusu burnuma dolarken kafamı yukarı kaldırdım ve gülümsedim. Gökyüzüne yakın olmanın verdiği rahatlıkla içten bir gülümsemeydi. Huzur vardı. Annenin nefes almadığı ortamlar benim için huzurdu neredeyse. Böyle düşünmemeliydim. Utançla başımı eğdim ve en yakın kafeye girdim. Üstünde Starbucks yazıyordu.
Çok sık dışarı çıkmadığım için gidebileceğim yerleri de bilmiyordum. Ne kadar zavallıyım. Belki de daha sosyal olmaya çalışmalıyım. 'To Do List' ime bunu da ekledim. Daha sosyal ol.
Cam kenarında duran çift kişilik bir masaya oturdum. Camdan dışarısı huzurla seyrederken yanıma önlüklü benim yaşlarımda bir çocuk yaklaştı.
"Birini bekliyor muydunuz? Ya da sipariş vermek ister misiniz?" Söylediği sözlerle garson olduğunu anladım.
Yaka kartında gözlerimi gezdirdiğimde sakince cevap verdim:"Birini beklemiyordum, menüyü getirir misiniz Cenk Bey?" Adını kullanmamla ela gözleri kocaman oldu. Komik suratına kıkırdadım. Onaylayan birkaç kelime sıralayıp gitti. Acaba pot mu kırmıştım. Alt dudağımı istemsizce dişlerken gözlerimi tekrar dışarı çevirdim...
Gece yağmur yağıcaktı. Gri bulutlar toplanıyordu. Arabaların gürültüsü kapı açılıp kapandıkça kulaklarımda doluyordu. İnsanlar yetişmeleri gereken yere koşuyorlardı. Simsiyah yürüyen şeyi gördüğümde gözlerim kocaman oldu. Korkmuştum. Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktım. Siyah palto ve siyah spor ayakkabıları gözüm seçtiğinde rahatlamış bir şekilde nefesimi vermiştim. Yapacak başka bir işim olmadığı için yürüyeren siyahı izlemeye başladım. Kara delik gibiydi. Kendi kendime güldüm. Paltosunun siyah kapişonunu takmıştı yüzü yere eğik olduğu için gözükmüyordu. Pantolonu da siyahtı. Ayakkabılarının bağcıkları bile siyahtı. O kadar iriydi ki üç katım olabileceğini hesap ettim. Çok ürkütücüydü. Çok yavaş yürüyordu, adeta sürünüyordu. Ayaklarının orda olduğunu kontrol ettim. Dev veya dağdı, yanmış isle kaplı büyük bir bina gibi. O kadar ağır yürüyordu ki, hiçbir amacı yok gibi. Yanından gelip geçenlerden sadece birkaç dönüp ona bir kez daha bakıyordu. Tam o sırada Cenk Bey önüme menüyü koydu. Menüyü hızlıca açtım ve gördüğüm ilk kahveyi söyledim:"Mocha, Teşekkürler. Ben şimdi gelicem."
Kafenin önünde diz çökmüş yürüyen siyaha baktım. Hızlıca koluna girdim, anında irkildi:"Afedersiniz, hastamısınız? Yardımcı olabilir miyim?"
Kafasını benim görmediğim yüzünü iki yana salladı:"Hasta falan değilim. Yardımcı olma sadece git başımdan."
Kaba adam. Çatlayan sesine dikkat ettim, ağlamış mıydı? Onu zorla ayağa kaldırdım. Sesini çıkarmadı. Birden kolumu tutan kocaman eliyle sendeledim. Tam gözümün içine bakıyordu, her şeyi gibi simsiyah gözleri. Ama... Ama bu yürüyen siyah sandığım gibi büyük bir adam değildi. Benim yaşlarında görünüyordu. Sadece çok iriydi ve yüzü... Uzay gibiydi. Bomboş, sonsuz bir karanlık.
Sert yüzüne uydu sesi:"Beni. Rahat. Bırak." Yutkundum, o kadar korkutucu söylemişti ki bunu. Hızla kolumu kurtardım. Sonra aklıma düştü. Ben neden korkuyordum ki? Bana ne yapabilirdi?
"İnsanca söyleyebilirdin. Ayrıca İzmir'deyiz, Sibirya'da değil." Gözlerini kırpmadan burnundan soludu. Hiç beklemediğim bir cevap verdi, şaşkın beni orda bırakıp gitmeden önce:"Üşüyoruz kardeşim, olamaz mı? Şansa bak arkadaş, depresyona girmemize de izin verilmiyo? Anlamadım gitti bu kadın milletini ya. Bi bakıyorum, Kanayan yaramızı iyileştirip ölüyolar bi bakıyorum depresyona girmeye çalışırken yardımcı olabilir miyim diyor. He gel ol karşıdaki bakkaldan çikolata al mı diyim? Gidiyorum ben yaa. Hadi sağlıcakla kal"
Ağzımı kapattığımda düşünebildiğim tek şey tek nefeste onca Saçmalığı nasıl söylebildiğiydi. Kesinlikle görüntüye aldanmamalıydım. Çocuğun içinden resmen farklı bir dünyadan gelme bir deli çıktı. Ya sabır çekerek kafeye geri döndüm...
-medya^siyahlı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kasımpatı ve Zambak
ChickLitBeni saran her yanımı kaplayan ve duyduğum tek ezgi olan beyaz zambağın kokusuydu. Ama yanılmıştım, başından beri beyaz siyahtı. ... Benim güzümde açan tek çiçektin, Kasımpatı.