Gidiyordum...

61 4 1
                                    

Onatla birlikte Revire girmemizden yarım dakika sonra içeri Tutku ve Cenk girdi. Tutku gayet sakin koltuklardan birine kurulmuştu. Cenk ise onun tam tersi ayakta durmadan konuşuyordu:" Allahım, hâlâ inanamıyorum. Orda neler oldu öyle?! Üçüncü sayfa konu başlığı resmen. Çok cesurdun Yakut. Birden ortaya atladın. Onat'ı korumak için hemde. Düşünsene Onat a gidecek olan tokat sana geldi. Oha yaa. Aybars Kıran, bir kıza tokat attı!"
Yüzüme yansıyan ışığı izledim:" Bilerek olmadı."
Tutkunun sinirli kahkahasını hepimiz işitmiştik:" Sen! Cesurluk ve Aptallık arasındaki ince çizgiyi göremeyecek kadar kör müsün? Babana ne diyceksin ha?!"
İşaret parmağını sol omzuma bastırıyordu. İkimiz de ayakta karşı karşıyaydık. Ne ara ayağa kalkmıştım. Ne zaman gözümden dudaklarıma hızla inen damlanın yol almasına izin vermiştim, bilmiyordum.
Acı acı gülümsemeye her tarafı ilaç kokan ve bana hastahaneyi hatırlatan revirin içinde öğrenmiştim:" Diyebilecek bir babam olsaydı Tutku, emin ol bir şeyler söylemek isterdim."
Hiçbir şey diyip konuyu kapatabilirdim. Susup kaçabilirdim. Ama aklıma Tutkunun şu dostlar arasında sır olmaz repliği gelmişti. Ne yaparsam yapıyım bir gün öğreniceklerdi. Sadece benim ağzımdan kendi irademle duymalarını istemiştim, sanırım.
Bu zordu. Dile getirmek. Herkesin sahip olduğu hakkına sahip olamamak. Her gününe belki diyerek kalkmak. Keşke diyerek uyanmak. İnsanların çoğu bilmezdi böyle şeyleri. Merhaba diyebilecekleri bir babanın değerini anlamazlardı. Baba'nın varlığını; olması gereken olmak zorunda olan bir şey gibi kabul etmişlerdi. Gideceğini onları bırakabileceğini akıllarına getirmezlerdi. Ben de gidebileceğini, bırakabileceğini düşünmemiştim. Çünkü hiç var olmamıştı, baba. Varlığını hep başka tablolarda izledim. Bazen kızını yerden kaldırdığını, bazense oğluna el kaldırdığını gördüm. Hep farklı babalardı. Sadece hep merak etmiştim. Benim tablomda baba ne yapardı? Ama tek gördüğüm boşluktu. Kocaman bir boşluk...
Tutku, susmuştu. Cenk'in gözlerinin dolduğunu gördüm. Hassas çocuk. Onat ise gözlerini yere dikmiş büyük ihtimal hep yaptığı gibi düşünüyordu. Bir şeyler söyleyip konuyu kapatmam gerekiyordu. Sesimi, konuşma yeteneğimi derinlerden çekip çıkardım: " Ben doğmadan ayrılmışlar ve onunla hiç tanışmadım."
O kelimeyi... söyleyemezdim. Söylersem patlardım. 16 yıldır o kelime yüzünden hiç dışarı çıkmamış göz yaşlarım dışarıya infilak ederlerdi.
Onat yerinden ağır ağır kalktı. Üçümüzde ona bakıyorduk. Dağılmış suratı sakindi. Sessizdi. Tam önümde durdu. Tutku biraz geri çekildi. Vinçlerin kollarını andıran kolları iki yanımı sarmıştı şimdi. Onat, bana sarılmıştı. En sıkı en içten bir şekilde. Yorgundum, ona tutundum. İkimiz de sarılıyorduk. Sadece benim duyduğum cümleyi fısıldadı: "Ben olurum yanındaki. Olur mu?"
En çaresiz, en umut dolu sesiyle fısıldamıştı. Ve sevgiyi kollarımızla tatmıştık. İşte o zaman duymuştum, Onat'ın yardıma muhtaç kalbini ve yaralarından gelen sessiz çığlıkları. Gülümsedim:
"Olur."
Sonra ikimiz de geri çekildik. Cenk içini çeke çeke ağlamıştı. Tutku sadece susuyor ve gözlerini kaçırıyordu. Elimden geldiğince sırıttım:" Kötü kızlar da ağlar ha?"
Titreyen sesiyle cevap verdi ve hızlıca gözlerini sildi:" Hayır, ağlamaz. Sizin az önce yaptığınız şey de neydi öyle bakıyım?"
"Kıskanma tilkicim, onlar sarılıyosa biz de sarılırız" Cenk kızarmış gözleriyle Tutkuya sarılmaya çalışıyordu. Onların boğuşmalarını izlerken Onat ve ben sırıtıyorduk. Ah şu çocuklar...
Revirde işimizi halletmiştik. Onat ve Cenk aynı sınıfta oldukları için beraber sınıflarına gittiler. Biz de şimdi Tutkuyla git gide moraran yanağıma ne yapacağımızı düşünüyorduk.
"Aslında fondoten gayet iş görür" çantasından o dediği şeyi çıkartıyordu.
"Annemin katı kuralları var. Bunlardan biri de makyaj. Kesinlikle kullanmamı istemiyor. O olmaz."
Bana uzun uzun baktı. Ciddi olamazsın bakışı, en sevdiğim." Yoğurt falan mı sürsek ki?" Odak noktasını tekrar çantasına yöneltmişti. Çantasından yoğurt çıkarmıycaktı di mi?
"Hayır, aradığım şey yoğurt değil, Yakut."
Tam ne olduğunu sorucaktım ki aslan kralda maymunun yavru Aslanı havaya kaldırışı gibi beyaz kutuyu havaya kaldırdı:" İşte bu!"
Kaşlarımı çattım:"Ne ki bu?" Hayır yani tutku ya belli olmaz, o çantadan her şeyi çıkartabilir. Görüyorum, ben o potansiyeli. Sertifika bile-
"Fondoten değil krem ama renkte veriyo ve bak tam senin renginde." dedi Yeni bir şey icat etmiş bir bilimadamı havasında.
Bak hiç ben niye bunu yanımda taşıyorum diye soruyo mu. Ona, yavrum sen iyi misin bakışımı atmaktan son anda vazgeçtim:" Tamam hadi sür şunu, derse geç kalıcaz"
Pufladı. Evet garip bi şekilde oflamıyo pufluyo:" Ne dersi, öğle arasındayız. Raat ol"
Şu 'raat' olmayı sonraya sakladım:" E o zaman cenkle Onat neden ayrıldı bizden?"
Kremi sürmeyi durdurdu ve yüzüme tip tip bakmaya başladı:" Tokat sen de kalıcı hasar mı bıraktı yakutçum? Kızlar tuvaletine nasıl girsin bizim ayılar?"
Uzun bir hııı çekip sırıttım. Ne kadar sırıtabiliyorsam artık. "Valla Cenk hiç ayı gibi değil"
Tutku, omuz silkti:" Tamam o porsuk falan olsun o zaman"
Son cümlesine ikimiz de gülerken kapı birden açıldı. Gördüğümüz kişiyle ikimizde donup kaldık. Yavrum senin burda ne işin var bakışlarımıza acil bir cevap bekliyorduk, ayol!
"Heheh, şey selam hanımlar!"
Tutku, gözlerini devirdi: "Göktuğ, burası kızlar tuvaleti."
Hıa? Hııı. Bizim yeşilin adı Göktuğ'muş ya la! Yakışıyo da aslanıma. Ne diyom ya? Elalimin isminden bananeyse. Ben tek kaşımı uçurıyım:" Yeşil?"
Yeni görmüş gibi bana baktı:" Kahve?!"
Tutku bize oğlum siz ne ayak diye bakarken açıkladım:" Sabah ufak çaplı tanıştık. Ama adını bilmiyorum. Ha, artık biliyorum orası ayrı"
Kafasını salladı. Bu sefer ikimiz de yeşile namı-diğer Göktuğ'ya döndük: "Kızıl?!"
Kapıdan bir diğer kişi girip cevap verince diğer kaşımı da uçurdum: "Kızlara saç renkleriyle seslenmeye bayılır demiştim."
"Gazi?" Senin burda ne işin var lo? Hadi Göktuğ'yu zorlasan buraya girmesi normal dersin de...
"Yeter! Göktuğ ve Barlas, neden burda olduğunuzu açıklayın ya da defolun." Bence Tutku'nun bu kadar durması bile yeterince anormal. Ya anlamadığım şey bu bizim Tutku ne el? (Ayak demek ayıp olur diye şakalar şekiller) Herkesin adını biliyo bi de kırk yıllık düşmanıymış gibi konuşuyo...
Hııı bu arada, gazinin adı da Barlas'mıış. O ne be öyle? Neyse canıım, anası babası düşünsün.
Barlas, ensesini kaşırken konuştu. Bu çocuk niye suratımıza bakmıyo la konuşurken:" Şimdi, şöyle Tutku. Biz, Yakut'u arıyoduk da"
Beni arıyorlarmış. Beni neden arıyorlarmış? Beni mi arıyorlarmış? Başka yakut var mı ki? Daha doğrusu Tutku'nun başka yakut diye arkadaşı var mı? Ama bu hiç te açıklayıcı olmadııı. Saçımı arkaya savurdum:" Niye beni arıyorsunuz?"
Bu kız niye bunlar tuvalete girdiğinden beri sinirli? Tutku benden daha hırçın olması gereken ve olan sesini bize bahşetti:" Napcaksınız Yakut'u?"
İkisinin de yutkunma sesi beni güldürse de şimdilik sadece sebebinin Tutku'nun iddalı sesi olduğunu bilerek yetiniyordum.
Cevap ikisinden de gelmedi.
"Ben konuşucaktım"
Yutkunma sırası bana geçmişti. Bu arada tuvalet Allah'tan arızalı yoksa şimdiye çoktan otuz kız bu üç silahşörü görüp çığlık atmıştı yani.
Ben gözlerimi kaçırırken Tutku benim önüme geçti:" Geri bas Aybars. Yakut'un seninle konuşcak hiçbir şeyi yok"
Yürü be! Helaaaal. I-ım neyse. Böyle biri beni savunurken falan çok pis gaza geliyorum hee. Aybars, anormal bir sakinlikle Göktuğ ve Barlas a başı ile işaret verdi. Sanırım bu defolun oluyo. Tutku tek kaşını kaldırmış bir tepki bekliyordu. Beklenen tepki:" Defol Tutku" idi ama gelen tepki aynen şöyle oldu: "Tutku, dışarı çıkar mısın? Yakut la beş dakika konuşucam"
Bak işte bu kadar nezaketi ben de beklemiyordum. Bu arada yeni fark ediyorum. Bizim ayılar da Tutku yu tanıyo belli yani. Bakıyım, vallaha tanıyolar.
Gözlerini kırpıştıran Tutku omuz silkti:" Tamam ama beş dakika sonra çıkmazsa onu ben çıkartırım"
Peki abla. Ona şu bana güven gülümsememi gönderdim. O da bana stafilokoklar görünür olursa sana güvenirim çabuk ol bakışı attı.
Tutku kapıyı çekti ve Aybars ile yalnız kaldık. Ona ciddi bir suratla bakmaya başladım. Bana tokat attığı için değildi tavrım. Onat gibi kimseye zararı olmayan kimseyle doğru düzgün konuşmayan biriyle derdi ne olabilirdi ki? Onat verdiği her darbe ve sarfettiği her cümle için ben üzülmüş ben sinirlenmiştim. Hâlâ da kızgındım. Geçerli bit mazarete ihtiyacım vardı...
Ben onun gözlerinin en dibine bakmaya çalıştıkça o gözlerini kaçıtıyordu. Susuyordu. Tek acımasız ve sessiz bir kahkaha attım: "Aybars Kıran, nasıl hesap verileceğini bilmiyor ha? Yazık... Çok yazık"
Ne kadar soğuk çıkıyordu sesim. Anne gibi hissetmiştim kendimi. Soğuk ve acımasız. Ben böyle değildim. Ama şuan Aybars'a böyle davranmalıydım. Aybars bunu hak ediyordu. Peki ya ben? Ben bunu mu hak ediyordum anne? Bu soğukluğa bu tarz acımasızlığa mı layıktım ben?
Hâlâ cevap vermeyen ama bu sefer tam gözümün içine bakan Aybars a odaklandım. Ve devam ettim:" Onat'ı neden dövüyordun?"
Tuvaletin aynasından kendimi görüyordum. Bomboş gözler, hesap soran mimikler ve çizgi halini almış dudaklar. Aybars karşısındaki görüntümden rahatsız oldum. Fazla anneydi. Fazla Safir Taşkın'dı.
Gözleri hafif açılmış ve kaşları yukarıya kalkmıştı. Şaşırmış mıydı? Belki. Kızgın mıydı? Kesinlikle. Kalın sesi devreye girdi: "Buraya onun hakkında konuşmaya gelmedim."
Neden geldiğini biliyordum. İnanması güç olsa da Özür diliycekti. Aslında son derece istediği ama hedefi yanlış tutturduğu bir tokat için belki de hayatında birkaç defa yaptığı bir şeyi yapıcaktı. Aybars, Özür diliycekti. Çenemi hafif sola yatırıp gözlerimi kıstım:" Bu istediğim cevap değil, Kıran"
Amacım onun sinirlenmesiydi. Özür dilememesi için elimden geleni yapıyordum. Daha fazla kendini kötü hissetmesini istiyordum. Onat ne hissettiyse aynısını hissetsin istiyordum. Kendi yöntemlerimle.
Kaşlarını iyice çattı. Hızlı hızlı, umursamadan konuştu: "Demek onu neden dövdüğümü merak ediyorsun Yakut ha? Tamam, söyliyim. O herif kız kardeşime yanaşmış. Ben de onu bir daha yanaşmaması için dövdüm. Bundan da gram suçluluk-"
Sinirlenmiş olsam da sakinliğimi koruyarak sözünü kestim: "Söylesene Kıran. Haftada, yok yok, günde kaç kıza yanaşıyorsun?"
Kocaman ellerini yumruk yapmış sıkıyordu ve susuyordu. Elbette devam edicektim: "Senin yanaştığın kızların abileri yok mu sanıyorsun?"
Nefes alış verişi hızlanmıştı. Son nokta için bir adım daha yaklaştım ve kınayan sesimle konuştum: "Yoksa sahipsiz kızlara yanaşmak hoşuna mı gidiyor?"
O da benim gibi fısıldadı, bağırıcaktı. Neden bağırmadığını bilmiyordum.: "Konumuz bu değil"
Gözlerimi devirdim: "Bak, Aybars. Senden istediğim aptal bir özür değil. Senden istediğim o kafanı biraz çalıştırıp düşünmen ve doğru kişiden adam gibi Özür dilemen. Yoksa tuvalet köşelerine arkadaşlarını göndererek Özür falan olmaz. Bu arada Onat öyle bir şey yapmadı, yapmaz. O kardeşin dediğin kız belli ki olay çıkarmak için iftira atmış. Neyse Kıran, benden ve benim kardeşlerimden uzak dur. Ha, Özür dilersin barışırız sorun olmaz. Anladın mı?"
Ne konuştum be! Ben yoruldum resmen. Ama Aybars da fena bozuldu: "Anladım." Fısıldadığı kelimeden sonra içimden geleni yaptım ve sol yumruğunu elime alıp hafifçe havaya kaldırdım. İkimizde ne yaptığıma bakıyorduk. Yumruğunu biraz zorlanarak açtım ve baş parmaklarımı avucunda gezdirdim: "İzin ver de kan gitsin."
Elini yavaşça tekrar bıraktım. Tuvaletin kapısına döndüm. Arkama bakmadan kapıdan çıktım. Kapının girişinde bekleyen Gazi ve Yeşil e son bir bakış atıp Tutku'ya seslendim: "Hadi, porsuğumuzun yanına gidelim tilki"
Şakayla omzuma vurduktan sonra koridorda ilerlemeye başladık...
İnsanların arasına kabul edilmiştim. Arkadaşlarım ve düşmanlarım vardı. Kendime ait bir sıram ve dolabım vardı. İsmimi bilen insanlar ve ne düşündüğümü bana ne olduğunu umursayanlar vardı. Anne ne kadar o mavi soğuk kutuplardan gelen gözleriyle bana her akşam ve sabah bağırsa da. Ben bu okulda, tam burda Tutku ile beraber Amazon Ormanlarına, Cenk ile beraber New York'a, Yeşil ve Gazi ile birlikte Los Angeles'a, Aybars ile Moskova'nın soğuk sokaklarına, Onat ile Sahra çölüne ve Alaz'ın derin gözleriyle Var Olmayan Ülke'ye... Gidiyordum.

--medya/gazi/barlas^^

Kasımpatı ve ZambakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin