Annenin sesi kulaklarımda yankılanırken doğru duyup duymadığımı düşünüyordum. Babaannen demişti. Ve deden. Anneannemin eşi olan dedem uzun zaman önce ölmüştü. O zaman... Düşünmek,söylemek dile getirmek istemiyordum. Bunlar genlerini taşıdığım diğer ebeveynin anne ve babası olmalıydı. Babamın diyemezdim. Babam yoktu ve olmayacaktı da. Oluşmamda katkısı olduğu için belki teşekkür edebilirdim ama bunun dışında hiçbir şeyi hak etmiyordu. Onun kim olduğunu bile bilmiyordum. Adını, neye benzediğini... Hakkında tek bildiğim karşımdaki yaşlı çiftin anne ve babası olduğu ve bir iş adamı olduğu. Anne karnındaki bir bebeği istemeyecek kadar işine bağlı olduğunu biliyordum. O kadar saçma geliyordu ki gözüme. Nasıl olurdu da bir bebeği işi için bırakabilirdi. Nasıl? Hiçbir günahı zararı olmayan 3 kiloluk bir şeydim, o zamanlar. Beni neden bırakmak istemişti. Ya da beni neden istememişti.
Düşüncelerimi yaşlı bayanın nazik ve çıt kırıldım sesi böldü:"Buraya geldiğimizden Demir'in haberi yok. Ama ben ve eşim daha fazla dayanamadık. Senin varlığından yeni haberdar olduk tatlım. Ben babannen Kehribar."
Sülalemizde herkese yeticek kadar değerli taş olduğunu sanmıyordum. Saçma düşüncelerim Üsküdar ı geçmeden yaşlı bayın sözlerini dinledim:" Demir buraya gelmek istememize çok kızmıştı. Seni görmemizi istemiyor. Eşimin de dediği gibi torunumuzu hemen görmek istedik. Ben de deden Azat."
Bakır demesini falan bekliyordum ki kendime gelmeye karar verdim. Demir bey yani nam-ı değer baba beni görmenizi değil bizzat beni istemiyor, diyebilmeyi sonraya sakladım. Annenin yanında saygısızlık etmek istemiyordum. Hem bu yaşlı çiftin de hiç suçu yoktu. Tüm suç... Derin bir nefes aldım:"O zaman hoşgeldiniz. Babaanne ve dede. Benim adım da Yakut. Tanıştığıma çok sevindim." Zoraki gülümsüyordum. Hiç tanımadığım bu iki yaşlının babannem ve dedem olduğu biraz tuhaftı.
Kadının boynundaki Kehribar taşı dikkatimi çekmişti. Annenin boynundaki Safir taşına baktım ve son olarak benim boynumdaki yakuta. Gelenek gibi bir şey olmalıydı ama bu geleneği babannemde görmek daha da tuhaftı. İlerleyen zamanlarda bunu ona sormalıydım.
Dedenin telefonu çaldığında annenin dalgın bakışları daha dikkatli bir hal aldı. Sahi ona ne olmuştu böyle? Dede telefonla konuşurken ona eğildim:"Bir Sorun mu var?"
Bıkkın gözlerini bana çevirdi. Mavi gözlerinin soğuğu içime işlerken konuştu:"Olsa çözücek misin sanki?" Hiç değişmeyecekti, neden onla uğraşıyorsam. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak dedeme geri döndüm.
"Tamam oğlum, şimdi geliyoruz. Orda görüşürüz. Sağlıcakla kal" Kaydırağı da yanı al falan diyomuşum neyse. Bir dakika o oğlum mu dedi. Yüzümdeki ifadeyi gören babannem bana yetişti:"Yok bu diğer oğlumuz Esat. Abisinden 8 yaş küçük. Neyse bizi ağırladığınız için çok teşekkür ederim kızım-"
"Safir. Adım Safir, Azat Bey." Annemin bu tepkisini gayet normal karşılarken dedem kafasını kederle eğdi:"Peki, Safir istediğin gibi olsun."
Yaşlı çift buruk gülümsemeleriyle bana bakarken onlara en sıcak gülümsememi gönderdim. Dedem huzurla kapıdan çıkarken, babannem tam önümde durdu ve bana bir kart uzattı:"Bunda ikimizin de numarası yazıyor tatlım. Ne zaman istersen başın sıkışır bir şeye ihtiyacın olursa beni ve dedeni arayabilirsin." Kafamı salladım, o da narin elini kaldırıp başımı okşadı. O an hissettiğim sevgiyle onun babannem olduğunu her şeyimle kabul ettim.
Onlar gittikten sonra anne beni çalışma odasında beklediğini söyledi. İşte başlıyoruz. Onun adımlarını takip ederek odasına girdim. Burnuma dolan oda spreyinin güzel kokusuyla hoşnut olup masanın önündeki sandalyeye oturdum.
Önündeki dosyada bir şeyler yaparken mırıldandı:" Suratındaki o aptal sırıtmayı sildikten sonra konuşmaya başlayabilirim."
Boğazımı temizledim:"Pekâlâ, başlayabilirsiniz." Sevginin tadını çıkarmama bile izin vermiyor.
Dosyayı kenara itti, dirseklerini masaya dayayıp konuşmaya başladı:"Okulu ziyaret etme sebebim, kaydını aldırmaktı. Yıllarca iyi bir evlat oldun. Ve başarılı bir öğrenci. Öğretmenlerin ve müdür bey senin daha iyi bir okulda öğrenim görmeni tavsiye etti. Ben de kısa bir araştırma yaptım ve şehirdeki en iyi kolejlerden biri olan Lazelnar Kolejine kaydını yaptırmaya karar verdim. 3. Sınıfı orda okumaya devam ediceksin. Masraflarını karşıladım. Forman dolabında asılı. Okuldaki dolabında hazır. Bu dosyada da okul ile ilgili bilgiler var. Dosyayı alıp odana çıkabilirsin."
Cenk ile aynı okulda olmanın sevincini odama çıkıp fısıldayarak söylediğim şarkıyla kutluyordum. Bağırarak ancak anneyle aramda 10 kilometre olduğu zaman söyleyebilirdim. Kesha'yı seviyorum! Uykuyu da...
Hızla yataktan doğrulduğumda sık sık nefes alıyordum. Beni uyandıran büyük gürültünün sebebini ayağa kalkıp ışığı açtığımda öğrenebilmiştim.
Allah'ım...
Odamın sokağa bakan tarafındaki cam yerdeydi. Kocaman bir kaldırım taşıyla birlikte! Hızla Odamın kapısı açıldı ve içeri Bahçıvan, hizmetli ve anne girdi. Üzerindeki sabahlığıyla annenin suratı önce şaşkınlıktan beyazladı, beyazladı... Sonra dışarıdan gelen kahkahalarla öfkeden kızardı, kızardı... Kahkahaların sahibi genç bir erkek bağırdı:
"Ne Mutlu Türk'üm Diyene! Ahahahah"
İstemeden kıkırdadığımda anne bana baktı:"Bunlar... senin arkadaşların mı?"
Gözlerim kocaman olmuştu. Bunu nasıl sorabilirdi? İlk defa sesimin sert çıkmasına izin verdim:"Hayır. Benim arkadaşlarım değil. Anne." Bu cümleyi söyledikten sonra ortamı hızla terk edip cool bir şekilde Odama gitmem gerekiyordu ama zaten odamdaydık. Planım teknik hatalar nedeniyle suya düşerken, kollarımı kavuşturmuş ayakta dikiliyordum.
Anne derin bir iç çekti, sıkılmış ve bir an önce uyumak istiyor gibiydi:"Pekâlâ, bu gece misafir odasında uyu. Ben yarın şu cam olayını hallederim."
Safir Taşkın buydu işte. Kızına bir zarar gelip gelmediğini merak etmez, endişelenmezdi. Hasarı onarır ve yoluna devam ederdi. Normal bir anne cam kırıklarının tehlikeli olduğunu bilirdi ve bu durumda kızına gelip gelmediğini kontrol ederdi. Ama dediğim gibi normal ve anne. Bir film karakterinin söylediği gibi, Her doğurana anne diyemezdik.
Daha fazla düşünürsem dayanamayacağımı hissettim. Hizmetlinin hazırladığı yatakta kabussuz olmasını umduğum bir uykuya daldım...
Komidinin üstündeki saat altıya son birkaç dakika kaldığını gösterirken hızlıca ayağa kalktım. Uyku; işin ve yapman gerekenler olduğu sürece zaman kaybıydı. Ve şansa bak ki gitmem gereken İngiliz Sarayı'nı aratmayacak bir kolej vardı. Türlü entrikalarıyla beni beklediğini sezsem de sakin olmaya karar verdim.
Odama girdiğimde yerdeki camın temizlendiğini gördüm. Kaldırım taşı aklıma gelince kıkırdadım. O taşı nasıl camıma atabilmişlerdi? Bir de ikinci kat. Atan kişi güçlü bir erkek olmalıydı ya da halterci bir kız. Halterci bir kızın camımla olan derdini saçma bulurken kafası güzel, vaktini spor salonlarında harcamış bir erkeğin camımın tuzla buz oluşunu izleyişinden zevk alıcağını tahmin ettim. Sıradan bir tahmin için fazla uzun bir cümle.
Ve sıradan ders görülen bir lise için fazla gösterişli tanıdık bir forma. Hızlıca banyoda rutin temizliğimi yapıp formayı giydim. Aynanın karşısında ek olarak neler ekleyebileceğimi düşündüm. Saçımı her zamanki tepeden toplamaya kalkışınca içimden bir ses yeni okul için yeni bir şeyler denememi istedi. Ben de saçlarımı aşağıdan ve yandan hafifçe topladım. Siyah tokayı iki kez doladım ki bol dursun. Kahkülüm hızlıca ortaya çıkarken ben de hızlıca onu kulağımın arkasına ittim. Etek biraz kısa mıydı? E yani. Omuz silktim. Lacivert formaya lacivert parlak kalın topuk ayakkabılarımı geçirdim. Odanın içinde esen rüzgârla kar beyazı örme bereyi kafamın ortasına yavaşça yerleştirdim. Sırt çantamı elime aldım ve boy aynasındakine baktım. Tatlı olmaya çalışan bir Yakut. Çabam takdir-e şayan.
Kahvaltı masasına yerleştiğimde anne de hemen arkamdan esneyerek oturdu. Onun esneyişini görmek gözlerimi kocaman yaparken ağzıma hormonsuz salatayı sıkıştırdım. Dolu gözükmesi gerekiyordu.
Boğazını kısaca temizlediğinde konuşmaya başlayacağını anladım. Çatalı geri yerine bırakıp onu dinlediğimi ona hissettirdim. Bunu yapmam gerektiğini çok uzun zaman önce öğrenmiştim nasıl olsa:"Bu konuşma biraz saçma olucak ama, yapmam gerektiğini düşündüm."
Sohbete hep önce konuşması hakkında bilgi vererek başlardı. Benim de onu onaylamam gerekiyordu. Yoksa mavi aysberklerini tam suratıma dikiyordu:"Sizi dinliyorum."
Parmaklarını gergince birbirine kenetledi. Onu ezbere biliyordum. Her gece uyumadan önce söylediğim bir tekerleme gibiydi. Onu bir tekerlemeye benzettiğimi duysa yüzünde oluşacak ifadeye şimdiden kıkırdayabilirdim. Dikkatimi toparlayarak onu dinledim:"Gideceğin yer, yani Lâzelnar Koleji, biraz sınırları zorlayabilecek bir lise. Sana kötü bakışlar atan,sana yapmacık gülümseyen ve sana aşırı iyi davranan kızlardan uzak durman senin yararına. Bir de seni güldürmeye çalışan, sana zarar vermeye meyilli olan ve seni başarıdan alıkoyabilecek erkeklerden. Öğretmenlerinle istediğin kadar vakit geçirebilirsin."
Dediklerini tekrar kavradığımda gülmemek için beni korkutucak şeyleri düşündüm:"Anladım ama bana neden zarar verilmek istensin ki hem fiziksel hem ruhsal? Dediğin şeyler genelde devlet okullarında olmaz mı? Kolejin daha seviyeli ve medeni olacağını düşünüyorum."
Suratında oluşan sen öyle san ifadesiyle gerildim:"Şöyle açıklıyım Yakut: Devlet okullarındaki her tip öğrenciyi düşün ve bunların da hepsinin cüzdanlarının ağzına kadar dolu olduğunu."
Yutkunup kafamı salladım:"En zayıfı bile tehlikeli olabilir."
Benim gibi Kafasını sakince salladı:"Umarım beni anlamışsındır ve tavsiyelerime kulak verirsin. Okul başlayalı bir hafta oldu, derslerin gidişatı kesişicektir. Şimdi kahvaltını yap da seni okula bırakabileyim."
Hızlıca yemek yiyordum. Bu beni okula ikinci bırakışıydı. Bu sefer Ford Focus'umuzun pek de abes karşılanacağını sanmıyordum. Belki de yanılıyorumdur...
NTV'yi dinleyerek geçirdiğim bir araba yolculuğunda ilki kadar heyecanlı değildim. Nedense anneye olan hayranlığım git gide azalıyordu. Belki de kendime geliyordum. Ya da şu ergenlik denen berbat döneme yeni giriyordum. Kafamı iki yana sallama isteğini bastırarak kendime gelmeye çalıştım. Ne kadar da saçmalıyordum böyle?
Araba bahçeye girdiğinde annenin ne demek istediğini anlamıştım. Rekabet arabaların arasında bile vardı. Anne arabayı durduğunda ona veda ettim ve arabadan indim. İnmeden önce akşam kendim geliceğimi söyledim, o da beni onayladı ve arabayı Özel Taşkın Hastanesine sürdü.
Rüzgâra karşı yürürken saçlarımın suratımın önünden çekilmesine minnet ettim. Etrafa göz gezdiriyordum. Sıradan bir liseden farklı olarak herkesin forması dışında her şeyi farklıydı, son modeldi. Kızlar çantalarının nerden ithal olduğunu erkekler ise arabalarının hangi parçasını hangi ülkeden getirdiklerini anlatıyordu. Ne kadar banel diye düşünmeden edemedim. İnsanlar bile son modeldi. Oysa ben eski şeyleri severdim, antika tarzı. Omuz silkip yoluma devam ettiğim. Bakışların üzerimde gezindiğini hissediyordum. Yeni olduğum bu kadar çabuk fark edilmemeliydi ama...
Okul gerçekten çok büyüktü. Ciddiyim kim bilir bu okulu yapmak için kaç ağacı harcamışlardır diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Hayatımın klişe olmasını istemediğim için kaybolduğumu kendime yediremiyordum. Koridoru dönmemle ayaklarımın dibine biri düştü. Erkekti ve sık sık nefes alıyordu:"Hey, bir sorun mu var-Oha. Şey pardon ama seni revire götürmeliyiz kötü görünüyorsun. Pansuman falan yapılmalı."
Kaşı yarılmış ve dudağı patlamıştı. Açıkçası akan kandan korkmuştum. Çocuğun formasından içeriye sızıyordu. Neyse ki bana bulaşmamıştı. Ne diyordum ben onu hemen-
"Çekil şurdan kahve!" Az ötede bağıran çocuğa baktım. Beyaz okul gömleğinin üzerine giydiği ince koyu yeşil kazağın ve gömleğinin kollarını sıyırmıştı. Onu boşkoyup yaralı çocuğa baktım. Pek kapı çarpmışa veya merdivenden düşmüşe benzemiyordu. Yoksa dövülmüş müydü? Ben onu kaldırmaya çalışırken bayılmıştı. Allahım, çok ağırdı. Cüssesi de büyüktü.
Kolumu tutan iri ellerle hızla kafamı o tarafa çevirdim:"Sana çekilmeni söyledim kahve." Sesi sertti ve öfkesini içinden tuttuğunu görebiliyordum.
Bir saniye! O kahve diye bana mı sesleniyordu? "Sen kahve diye bana mı sesleniyorsun?" Kollarından kavradığım çocuk hafif ayılmıştı ve sırıtıyordu.
Ne? Sırıtıyor muydu? Gerçekten gülüyordu. Sinirlenmeye başlıyordum."Adını bilmediği kızlara saç renkleriyle seslenmeye bayılır."
Kaşlarımı çatarken çocuğun gayet iyi olduğunu fark ettim. Akan kan hiç te umrundaymış gibi görünmüyordu. Ben niye yardım etmeye çalışıyorsam?
Yeşil kazaklı çocuk kollarını kavuşturdu ve sinirli sinirli konuştu "Ya niye bozuyorsun? Ne güzel eğleniyordum. Ona kendini iyilik meleği mi sandığını veya fazla aşk romanı okuduğunu söyliyicektim ve o da bana fazla fight club izlediğimi söyliyicekti. Bayılmaya devam et lanet olası. Ayrıca yaptığını da unutmadım."
Çok, çok fazla konuşuyordu. Takip etmekte zorlanmıştım. Hızla ayağa kalktım. Bu iki salakla uğraşıp vakit kaybediyordum. Bulmam gereken bir 11-E vardı ve dersin başlamasına 11 dakika. Yeşil kazaklının yaralı esmer çocuğu kaldırışını izledim. Bu ikilinin dost olduğunu ve sadece kavga ettiğini yeni fark ediyordum. Yaralı çocuğa karşı sinirlendim. İhanet ediliyo gibi hissediyordum. İkisi de aynı anda bana baktı ve kahkaha attı. İkisinin de kafasını birbirine tokuşturmak istiyordum. Bunun yerine arkamı dönüp gitmeye karar verdim.
"Hey, kahve o yol erkeklerin Yatakhanesi gider. Hani biliyorum siz kızlar bize çok meraklısınız ama ders başlıycak ve sınıfına gitmelisin." Normal insanların elinin ayarı olmazdı bu yeşil kazaklının çenesinin ayarı yoktu.
Sert adımlarla yanlarına geldim. Bu arada çok fena rezil olmuştum. Kollarımı çoktandır kavuşturmuştum.:"Sadece 11-E nin Nerede olduğunu söyle yeşil" Ona taktığım isme yüzünü buruştururken yaralı çocuk zorlanarak gülmüştü:"Ya da sen göster Gazi"
Bu sefer yeşil gülerken aynı anda ikisi de gülmeyi kesip beni incelediler. İlk yeşil ağzını açtı. Neden şaşırmamıştım acaba? "Sen. Bizi tanımıyor musun?"
Bana oynadıkları oyunun intikamını almalıydım değil mi?
"Sizi tanımam mı gerekiyor yeşil?" Fazla iddalıydım. Hmm, Yakut bunu sevdi. Şşt gülmek yok.
"Babalarımız iflas etmediği sürece evet" Bunu söyleyen Bıkkın sesiyle gaziydi. Sanki para içinde yüzmekten pek memnun değil gibi. Yazdım bunu.
Omuz silktim:"Biliyorum çok üzüldünüz ama sizi tanımıyorum. Şimdi 11-E yi göstericek misiniz? 4 dakika kaldı da.
"4 dakika kaldığını nerden biliyorsun?"
"Bir alt katta koridorun sonunda, neden sordun?"
Aynı anda konuştuklarında bir an kafam Karışsa da kendimi toparladım ve iki tane cevap verdim:"Kafamın içinde sayaç varmış gibi düşün, Gazi. Çünkü okula yeni kaydoldum, yeşil. Şimdi iki dakika da koşarsam biyoloji öğretmeninin boğazına düşkün bir öğretmen olduğunu varsayıp bir dakika kazanırsam, derse geç kalmam. Size iyi eğlenceler çocuklar. Teneffüste revire uğrayın" koşarken son sözlerim bunlardı. Ne kadar hızlı konuşmuştum öyle...-medya^gazi^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kasımpatı ve Zambak
ChickLitBeni saran her yanımı kaplayan ve duyduğum tek ezgi olan beyaz zambağın kokusuydu. Ama yanılmıştım, başından beri beyaz siyahtı. ... Benim güzümde açan tek çiçektin, Kasımpatı.