İşte son derece heyecanlı bir okul gününün daha sonuna gelmiştim. Herkes evlerine, gerçek hayatlarına dağılıyordu. Okulda bir yığın insan izlemiştim.
İnsanların evde olduğundan farklı davrandıkları o kadar belliydi ki. Ama gerçek her zaman yansır. Görmüştüm. Ne kadar sahte olursa olsun vansların bile topuk kısmındaki armalarından çakma olup olmadığını anlayabilirdim. İnsanların da gizli, gerçeği yansıttıkları bir noktaları vardı. Kendilerinin göremediği kör noktaları. Burda eğleniyordum. Çünkü kör noktalarını görmek çoğu zaman eğlendiriyordu. Kimi zaman da düşündürüyor. Buyüzden okulu tamamen sıkıcı bulmamıştım. Veya dersten ibaret. Gittiğim okul kesinlikle sıradan bir okul değildi evet ama insanlar her yerde insanlardı. Burda da hırs vardı eski okulumda da. Sadece burda her şeyin başına daha getirmem gerekiyordu. Daha iyi, daha kötü. Bu benim de daha yakut olmamı gerektiriyor.
Bu okul benim kendim olmamı sağlıyordu. Açıkçası kendim olmak iyi gelmişti. Hoşuma gitmişti, Buyüzden akşam eve otobüsle dönerken mutlu ve endişeliydim. Anne suratımı kesinlikle fark edicekti.
Taksiyi tercih edebilirdim ama okulum artık daha maaliyetliydi ve ihtiyaçlarım vardı. Ayrıca otobüste boş koltuk bulmuştum. Şartlar uygunken neden başka bir yol seçiyim ki?..
Camdan dışarısını seyrederken yanımdaki boş koltuğa birinin oturacağını tahmin etmek zor değildi. Sadece bu kişinin Onat'tan bile daha iri daha tehlikeli ve kirli görünebilen bi adam olduğunu düşünmek zordu. Otobüs kartını bastı ve arkalara doğru yürüdü, yürüdü ve yanıma oturdu. Tamam, başka boş koltuğun olmaması adamın suçu değil. Unutma yakut, korkunun kokusunu alırlar...
Yanımdan bir homurtu sesi duyduğumda irkilmiştim: "Yaptığım tek şey şu lanet koltuğa oturmak."
Oturuşumu düzeltti, sesimi düz bir tını almasına özen gösterdim: "Pardon, bana mı dediniz?"
Sesi konusunda hiçbir ayarlama yapmadan çıkıştı: "Benden korkuyorsun."
Kafamı ona çevirdiğimde denizin altını andıran gözleriyle karşılaştım: "Sizden değil imajınızdan."
Onu tanımıyordum, buyüzden korkmam saçma olurdu. Ama imajının tavrından korkmadığımı söylemek yalan olur.
Gözlerinin sakinleştiğini görebiliyordum: " Kaç yaşında gösteriyorum?"
Gözlerimi kıstım. Kirli sakallıydı. Boyu baya uzundu. Yapılıydı. Aşağı yukarı..:" 36"
Şaşırmış, görünüyordu. Tutturmuştum. Gözlem yeteneklerime hayranım. Gördüğüm zaman en ince detaylarına kadar inebileceğimden eminim. "Doğru. Sence ne iş yapıyorum?"
Yine gözlerimi kıstım, ona döndüm. Bu sefer daha detaylı inceledim. Burnundan sola doğru eğiklik, kaşında eski ama derin bir yara kollarında ezikler ve bacaklarında yer yer çürükler. Ayrıca sağ gözünde de çok hafif seyrilik vardı: "Şiddete meyilli bir mesleğin var. Ya da şiddete meyilli bir insansın"
Gülümsedi, bu iç ısıtan şekilde değildi ama. Soğukta değil sadece biraz ürkütücü: "Her ikiside... birkaç yıl önce hapisten çıktığımda yasal olmayan dövüşlere katılmaya başladım."
Bak işte bu, gülümsemesinin güzel bahanesiydi. Birazcık tırstığım söylenebilir. Kendi umrumda değil gülümsememi gösterdim: "Belalıyım diyosun."
Suratının hüzünle kırıştığını seyrettim: "Kızımı etütden alıcam. Var olduğunu bile bu sabah öğrendim. Şuan bi kız çocuğuyla nasıl konuşulur öğrenmeye çalışıyorum."
Aradığımı bulmuştum. En içten şekilde gülümsedim. Samimiyet için yıllarınızı vermenize veya illa canınızı ortaya koymanıza gerek yoktu. Otobüste birinin yanına oturur ve sırlarınızı döktüğünüzde kırk yıllık hatra sahip olabilirdiniz. Evet, önemli olan buydu. Sırlar... Daha önemli olan ise güven. En önemlisi ise güvendiğiniz kişi.
Hafızamı biraz zorladım: "Etüt merkezinin adı Gökaltın mıydı? Bizim ev onun karşısında şuan eve gidiyorum. Sana yardımcı olabilirim."
Böyle bir adamın mimikleri şaşkınlığı yansıtınca ister istemez kıkırdıyordum. Hevesle kafasını salladığında dişlerimi çıkartarak gülümsüyordum: "Evet, kesinlikle o. 13 yaşındaymış. Gerçekten çok iyi olur yardımın benden korkacağını düşünüyorum."
Kafamı iki yana salladım, duracağımız yere gelmiştik: "Bence asıl sen ondan korkucaksın. Bazen hapisten çıkmış dövüşçü adamların yanında tek dünyası tek boynuzlu atlar olan pembeye aşık küçük kızlar çok daha tehlikeli olabilir.
Otobüsten inerken derin iç çekişini duymuştum. Yürümeye başladık ben rehberdim. "Güzel bir okulda okuyo olmalısın"
Üniformamı kast etmişti, kafamı salladım: "Evet, burslu okuduğum bir kolej."
Yürürken aksıyordu: "İyi bir dost edindiğini bilmeni istiyorum. Eğer yardıma ihtiyacın olursa beni ara lütfen. Ayrıca halledemediğin bir sorun veya-"
"Sakin ol daha numaranı ve adını söylemedin." Heyecanının tek sebebi küçük bir kızdı. Ve bunu bilmek çok gülünç.
Telefonunu çıkarttı ve uzattı: "Ah, haklısın. Buraya yaz ben seni çaldırırım. Ayrıca adım da Destan. Seninki ne?"
Telefonuna numaramı yazdım, yakut diye de kaydettim: "Adım Yakut. Ve isteklerini de dinliycem. İşte geldik. Hazır mısın?"
Bakışlarımı ona çevirdim. Artık benle ilgilenmiyordu. Duygularıyla savaşı iyi bilirdim. Sadece zihninizde yaşıyordunuz. Ve çok zordu. Tarif ya da açıklama yapamazdım.
Etüt merkezinin bahçe kapısının önünde dikilmiştik. Bina kapısı açıldı ve dışarı tahminimce bir öğretmen ve Destan Abi'nin kızı çıktı. Sapsarı saçları kot elbisesinin üstüne dökülüyordu. Siyah botları yere bir asker gibi vuruluyordu. Şaşırmıştım. O kadar da pembe görünmüyordu. Babasının kızı diye düşündüm ve sonra bir babam olabileceği aklıma geldi. Acaba ben de babama mı benziyordum? Sanmıyorum. Ben asla masum bir bebeği terk etmezdim. Ben babamdan çok farklıydım.
Kızın yanına gittim, öğretmenle birbirimize gülümsemiştik. Önünde hafifçe eğildim ve en cana yakın sesimle konuştum: "Merhaba tatlım, ben Yakut. Babanın arkadaşıyım. Seninle de arkadaş olabiliriz"
Yüzü hiçte öyle gülümsemiyordu. Neyin eksik olduğu o kadar belliydi ki. Bir çocuğun enerjisi Destanın kızında yoktu. Daha çok bir an önce bu durumdan kurtulmak için yaşıyordu: "Gerek yok. Gidebilir miyiz?"
"Senin adın ne?" Zorlanarak sormuştum. Ama sinirlenmemiştim.
" Aden. Artık gidebilir miyiz?"
Öğretmene kalmasına gerek olmadığını söyleyip teşekkür ettim. O gidince kıza döndüm. Bu sefer ciddiydim: "Bak , Aden, ikimizin de ortak bir yanı var. Babalarımız pisliğin teki. Benim babam inatla pisliğin teki olmaya devam ederken senin baban bunu değiştirmek istiyor. Seninle yeniden doğmak için can atıyor. Evet, birçok hatası oldu, senin yanında değildi bir süre. Ama artık tam yanında. Bence ona son bir şans vermelisin. Çünkü son şans, en fazla hata yapanındır."
Masmavi gözlerimiz birbirlerine giriyordu. Ve görmüştüm. Kendimi onda, onda kendimi. Neyseki hayat onun yüzüne erkenden gülmüştü.
Gülümsediğinde ortaya çıkan gamzesini seyretmiştim: "Belki de arkadaş olmalıyız."
Onaylarca kafamı salladım ve doğruldum. Güven veren elimi omzuna koydum. Yavaş yavaş Destan abiye doğru yürüyorduk. Son şansını umarım heba etmezsin Destan Abi...
Onları uğurladıktan sonra kendi Evimin bahçesinde anneyi güllerle ilgilenirken buldum. Bana eliyle gelmemi işaret etmişti. Yanına kadar gittim. Elindeki garip bir makasla güllerin etrafındaki çer çöpü kesiyor topluyordu. Doğruldu ve tam gözlerimin içine baktı: "İkimizin de Destan'ın tek ve en güvendiği kişi olması çok garip değil mi?"
Pekala, birkaç saniye düşünemediğimi kabul ediyordum. Sadece çok şaşırmıştım. Destan gibi biri ve anne... Yavaşça kafamı salladım.
"Hayatı gerçekten zor yaşamış biri, onu senden daha iyi tanıyorum. Çok daha iyi. Ve o onu tanıdığım kadar iyi biri"
Kıskanmış olamazdı değil mi? Ben Destan ile bu bir saat içinde tanışmıştım: "Şüphesiz" diye yanıtladım. Temkinliydim.
"Otobüste her tanıştığın kişiye numaranı vermemelisin, biliyorsun değil mi?"
Hayır bu bir insan hakkında yaptığımız konuşma değildi. Bu bir uyarıydı. Kafamı sessizce salladım: "Elbette."
Bir tane gülü sapından tuttuğu gibi kesti. Gözlerim fal taşı gibi açıldı: "Güzel... Hatalar ders alınmak içindir."
O an ona ben hata yapmadım diye bağırmak istedim. Numaramı vermem hata değildi. Destan kötü bir insan değildi. Bunu kendi de biliyordu. Ve şimdi beni cezalandırıyordu. Ama sebebi numaramı vermem veya otobüste bir yabancıyla tanışmam değildi. Sebebi Destandı. Destanın beni sevmesi ve bana güvenmesi. Anne her şeyi duymuş ve kıskanmıştı. İşte bu, yüzyılda bir rastlanan olaylar bölümüne giriyordu. Ama şaşkınlıktan çok kızgınlık vardı üstümde. Neden benimle Destan'ı paylaşmıyordu ki? Ve ben, Safir'in kızı. Fark etmiştim. Benim hikâyemin kötü kızı anneydi. Daima beni yıkmaya üzmeye çalışıcaktı. Onunla savaşıcaktım. Ama şimdi değil. Şimdi zayıftım. Anne çok güçlüydü. O hep olmak istediğim, tek hedefimdi. Bundan sonra rotamı değiştiriyordum. Anne değil, kendim olucaktım. Sadece beni örnek alıcaktım. Ve işe, önce kendimi keşfederek başlıycaktım.
Arkama bakmadan eve girdim. Odama çıktım. Boy aynasında kendimi gördüğümde, Tutku'nun kreminin iyi iş çıkarttığını fark ettim. Duş alıp Üstümü değiştirdim. Tam masaya oturmuş ders çalışıcaktım ki telefonum çaldı. Hangi dağda tilki öldü acaba? Sandalyeye arkamı yasladım: "Efendim Tutkucum?"
Sesi boğuk ve yankılı geliyordu, hoparlöre almış olmalı: "Naber en sevdiğim kankacım?"
Sırıttım. Bir şeyler istiycekti: "Ee Tutkucum, söyle ne istiyceksen de ödevim var, yapmam lazım."
Yüzünü buruşturduğunu biliyordum. Pek ödev canlısı biri değildi. Çoğu anti olduğu şey vardı ama en çok ödevden nefret ediyordu: "Ne ödevi yaa? Ödev ne yaa? Öğğ öyle bi şey mi var Allahsen Yakut yaa. Ben diyorum ki ödevi sonra yaparsın şimdi gezme tozma zamanı. Dışarı çıkıcam, bizimkiler geliyo, sen de gelseneee."
Düşündüm, düşündüm ve düşündüm: "Gideceğimiz yerde bir şeyler yiycek miyiz?"
"Bu olur demeek! Ve Hayır sadece içiceez!"
O böyle içmek deyince aklıma hiç iyi şeyler gelmiyoor. Anneye sormıycaktım. Kendi iznimi kendime vericektim: "Kurk beş dakikaya ihtiyacım var"
"Benim dee! Kırk beş dakka sonra seni kapının önünden alırıım. Çüüüz!"
"Görüşürüz" deyip telefonu kapattım. Bu akşam için içimde farklı hisler vardı. Yeni bir şeyler...
Anneyle sessiz bir akşam yemeğini daha yiyiyorduk. Tık çıkmıyordu. Tüm nezaketimizle çatallara uzanıyorduk. Yemek yerken bile Zerafet önemliydi. Anne ve benim için. Boğazımı temizledim. Dikkatini bana verdiğini anladığımda: "Yemekten sonra okuldan arkadaşım Tutku beni alıcak beraber gezicez."
Çatalı belli bir süre havada asılı kaldı. Yavaşça onu yerine bıraktı. Kollarını kavuşturdu ve son derece ciddi bir ifadeyle gözlerini en derinlerime dikti: "Çok geç kalma."
Sanki Hayır gidemezsin demiş gibi sandalyemi dizlerimle iterek kalktım. Yemek salonunu terk ederken buz gibi sesini duydum: "Yakut."
Yüzümü ona döndüm. Bana gidersen bir daha geri dönemezsin der gibi bakıyordu: "İyi eğlenceler"
Ona en alaylı ve soğuk gülümsememi gönderdim, o bunu hak ediyordu: "Teşekkürler...anne."
Onu kendisiyle baş başa bıraktım. Yalnızlığa mahkumdu...
Tutku evin adresini soran mesaj atmış. Ona cevap yazdım ve nasıl giyinmem gerektiğini sordum. Ben seçicem diye mesaj geldiğinde aynı anda dışarıdan uzun bir korna sesi duyuldu. Annenin bu sese aldırış etmiyceğini umarak kapıya koştum. Zili çalmadan açmayı başarabilmiştim.
Üstünde deri bir ceket deri botlar ve düz askılı bir elbise vardı. Baştan aşağı her şeyiyle siyahtı. Ve sırıtıyordu: "Oo hızlıyız. Merak Etme annene görünmeden çıkarız" diye fısıldadı. Ona göz devirdim ve odama yönlendirdim. İçeri girdiğinde gerçekten şaşırmış görünüyordu: "Odan ne kadar temiz ve... çok temiz."
Evet, kesinlikle evimde şuan bir adet Tutku vardı. Omuz silkip dolabımı açtım. Gözleri büyüdü ve ellerini giysilerimin içine daldırdı. Yatağımda beş dakika boyunca oturdum. Sonunda elinde bir kıyafetle sırıtıyordu: "Bunları senin için dolabımdan bulup getirdim. Hadi çabuk ol da giy"
Kaşlarımı çattım: "O zaman niye dolabımı taradın? "
Sıkılmış gibi yanaklarını şişirdi: "Çünküüü daha iyi bi şey var mı diye baktım. Ki tahminlerim tuttu, yokmuş. Arkamı dönüyorum giy şunları hadii."
Çok konuşuyordu. Üst aşırı dardı ve etek de kısaydı. Göbeğim de açıkta kalıyordu. Oflayarak ona bir bakmasını söyledim. Ellerini çırptı: "Harika olmuş gel fermuarlarını çekeliim. Tamamdır. Otur şuraya da makyajını yapalım. Şu bilekliği de tak. Kolliyeni takıyıım"
Kendi kendine talimatlar veriyor, uyguluyordu. Gözlerimi kapatıp kendimi ona bırakmaya karar verdim...
Bu kız çok güzeldi. Uzun saçları dalgalıydı ve gözleri büyük masmaviydi. Bacakları iki bembeyaz direği andırıcak kadar uzundu. Ve asi görünüyordu. Her şeyi yapabilecek gibi.
"O sensin." Tutku kulağıma fısıldadığında fark edebilmiştim. Bu bendim. Farklı ben. Hayır, hayır. Bu ben olan bendim.
Tutku ya gülümsedim: "Haklısın. Hadi gidelim." Askıdan siyah ince kumaş paltomu giydiğimde Tutku bana onaylamaz bakışlar atıyordu. Ne olursa olsun benim de bazı kurallarım vardı.
Çoğunluğu anne tarafından oluşturulsa da.
O an kafamı iki yana sallayıp paltoyu geri askıya astım. Tutku bana napıyorsun der gibi bakıyordu: "Noldu şimdi?"
Omuz silktim. Her şeyi bilmesine gerek yoktu: "Hiç. Böyle daha iyiyim. Onat ve Cenkle nerde buluşacağız?"
Tutku yanaklarını şişirdi. Onu bi ara toplum içinde bunu yapmaması için uyarmalıyım: "Islağın ders çalışması lazımmış kesin gelmicek. Onat ile de gideceğimiz yerde buluşuruz. Onat çoktan varmıştır. Hadi çabuk biz de gidelim gezelim göreliiiim"
Evden çıktığımızda gezmek istediğimden pekte emin değildim. Küçüklüğümden beri kalabalık ortamlardan uzak durmuştum ve okul dışında gidilen toplu bir mekan bilmiyordum. Ha bir de hastahaneler var. Orası ayrı bir derya. Gözlerimi sımsıkı yumup sonuna kadar açtım. Neden bu kadar rahatsızdım. Sonuçta uzaylıların arasına değil kendi türümün farklı versiyonlarının arasına gidiyordum. Tutku ile beraber yola çıktığımızda çok geçti. Tek tesellim Onat'ın yanından ayrılmıycaktım. Çünkü benim gibi olan bir o var.
Gözlerimi kısmış kumaş kavramının %70'inin yok edilerek oluşturulmuş giysilerin içindeki insanların uzattığı kuyruğa bakıyordum. Bence ben burdan direk rahibeliğe transfer olmalıyım. Ya da direk üstümdeki kıyafetlerin bir kısmını burdakilere bağışlamalıyım. Yoksa kurtarmaz yani. Ne diyorum ben ya? :"Tutku içeri nasıl giricez."
İnsanları birbirinden gerçekten ayırabilen bazı özellikleri vardır. Parmak izi gibi. Tutku da gördüğüm şuanki sırıtmayı ve devil bakışları Bir daha kimsede görebileceğimi sanmıyorum: "Biz torpilliyiz, Yakutçum. VIP yaniii. Buranın sahibi olacak velet çocukluk arkadaşım olur."
Tutkunun okul haricinde arkadaş edinebildiğini bilmek beni şaşırtmadı çünkü Lazelnâr Koleji gerçekten sanıldığından çok farklı. Özellikle içinde Aybars, Barlas, Göktuğ ve Alaz gibileri varsa. Alaz ile çok fazla konuşmamıştık ama gözlerine baktığımda kendimi onunla kırk yıl konuşmuş gibi hissediyordum. Okula ilk geldiğim zaman her şey ve herkes çok farklıydı benim için. Ama Alaz sanki çok sıradan her gün orda olması gereken biriymiş gibi. Neden böyle bilmiyorum.
İçeri girdiğimizde yapmak istediğim tek şey kusmaktı. Koku o kadar ağır, gürültü o kadar fazlaydı ki. Başım döndüğünde tutunacak yer aradım.
Ve Onat çoktan başımda dikilmişti: "İyi misin Yakut?" Ortam hem karanlıktı hem de aydınlık. Onat'ın yüzüne dikkatlice baktım ve gülümsedim: "Elbette sadece biraz başım döndü. Bir yere oturalım mı?" Bana sakince tebessüm etti. O kadar anlamlı o kadar güzeldi ki. Kendimi gerçekten şanslı hissettim.
Alaz'ı görene kadar...Medya:Aden
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kasımpatı ve Zambak
Chick-LitBeni saran her yanımı kaplayan ve duyduğum tek ezgi olan beyaz zambağın kokusuydu. Ama yanılmıştım, başından beri beyaz siyahtı. ... Benim güzümde açan tek çiçektin, Kasımpatı.