Basketbol oynayacağımız yer oturduğum apartmandan iki sokak ötede, eski bir okulun bahçesiydi. Sosyal açıdan ilerlememiş bir şehir olduğundan her semtte bir basketbol sahası bulunmuyordu ve basketbol tutkunu olan ben bu duruma fena içerliyordum. Düzce diğer şehirlere oranla küçük olduğundan aradığınız yeri kolayca bulabilirdiniz. Burada doğup, büyüdüğüm için İstanbul ya da herhangi bir şehir bana fazlasıyla büyük geliyordu. Yanımda etrafını inceleyerek yürüyen Elçin'e baktım. Sanki çok bakılası yer varmış gibi betondan yapılmış evleri niceliyordu. Yoksa onun yaşadığı şehir buradan daha mı küçüktü? İçimde ona hangi şehirde yaşadığını sorma isteği geçti fakat Azerbaycan'ın şehirleri hakkında en ufak bir bilgim yoktu ve sorsam bile cevabı beni tatmin etmezdi. Az çok kültürlerine, oyunlarına, yemeklerine ve birazda dillerine dair bilgim vardı. Branşı Coğrafya olan Sevilay hocam, konusunu anlatırken sınıfla esprili bir sohbet havasında olduğundan arada bir bize Azerbaycan'a yapmış olduğu geziden de bahsederdi. Acaba Elçin Azerbaycan'ın hangi şehrinde yaşıyordu? Onunla konuşmak, kendisine ve geldiği ülkeye dair bazı sorular sormak istiyordum. İşe meraklı birisi olduğumu da katarsak eğer, bu gayet normal bir durumdu. Bir yanım eğer sorarsam hakkında ne düşünür, diyordu fakat diğer yanımsa; ne kaybedersin? Her gün bir Azeri ile tanışıp basketbol oynamaya gitmiyordum herhalde. Kalbimin göğüs kafesimden çıkacak kadar hızlı bir şekilde çarpmasına aldırmayarak,
''Azerbaycan'ın neresindensin?''diye sordum. Sonunda.
''Bakü,''
Kafamı çevirip anlamamış gözlerle ona bakınca gözlerini devirdi ve tekrardan ' sen ciddi misin ya ' tavrını takınıp, ''Azerbaycan'ın başkenti yani,''diye ekledi. Kafamı sallayarak onu anladığımı belirttikten sonra tekrardan gözlerimi yola verdim. Başkentte yaşamak harika bir şey olsa gerekti. İçimden bir ses bu küçük ve gelişmemiş şehirden çok çabuk sıkılacağını ve Azerbaycan'a geri dönmek isteyeceğini söylüyordu.
Lütfen öyle bir şey olmasın.
İler ki yoldan sağa dönünce betondan yapılmış ve benim okuluma kıyasla üç voleybol sahasına sahip olan ilkokulu gördük. Hızlı adımlarla yürürken bu sefer Elçin dikkatini okula vermişti. Okula yaklaştıkça bazı sesler duymaya başladım. Elçin'e bakınca onunda okulun bahçesinden gelen seslere kulak kabarttığını gördüm ve basketbol sahası görüş alanımıza girince bir grup gencin sahanın diğer tarafında maç yaptığını fark ettik.
Olamaz.
Ayaklarım hareket edemez olmuş ve birden durmuştum.
''Ne oldu?''diye sordu Elçin tam bahçenin kapısından girmeye hazırlanırken. Gözlerimi sahadan zar zor ayırarak ve endişemi yüzüme yansıtmamaya çalışarak,
''Saha dolu, belki başka bir gün oynarız illa bugün oynamamız gerekmiyor,''deyince geri çekilip bana şöyle bir baktı ve elini sahadaki çocuklara çevirip,
''Ne yani? Sırf erkekler var diye mi eve dönmek istiyorsun? '' Bana bıkkın bir şekilde bakıp yüzünü buruşturdu. Erkeklerin canı cehennemeydi. Sahada ki grup oturduğum semtin serserileriydi. Biraz daha açarsam, geçen hafta içlerinden kaşında faça olan bir çocuk yolda yürüyen yaşlı bir teyzeye bıçak çekmişti ve polis dâhil kimse bu olaya bir şey diyememişti. Serseri derken ne demek istediğimi anlamışsınızdır umarım. Bu tipleri sokağa salınca kötü şeyler olabiliyordu kısacası.
Eve dönmek istiyordum çünkü Elçin'e zarar gelmesini istemezdim. Kavga çıkacağından değil tabii ki de ama Nisa abla Elçin'in sorunlu birisi olduğunu söylemişti ve eğer laf atıldığında karşılık verirse olacakları düşünmek bile istemiyordum. Omzumu silktim ve aklıma gelen ilk yalanı söyledim.