Solmuş papatyalar

65 5 0
                                    

Her şeyde uzaklaşmak bir miktar rahatlatacaktı beni. Otobüs biletlerinin satıldığı gişede duruyordum. Elimde tuttuğum Daniel McCarthy isimli bileti cebime sıkıştırıp büyük otobüslerin olduğu yerde tur atmaya başladım.Otobüsü kalkmasına 5 dakika vardı. Etrafıma göz attım. Akşam saat 8 idi. Hava kararmaya yüz tutmuştu,bense yalnızlığa.Barımı ve arabamı bir kaç günlüğüne bırakıp karımı ve oğlumu ziyaret etmeye karar vermiştim. Binmem gerektiğini anladığım otobüse doğru yavaş adımlarla ilerledim.Kot pantolonun cebine elimi sokup kurcaladım.Buruşmuş bileti çıkartıp koltuk numarama baktım. Otobüsün uzun koridorunda yürüyüp koltuğuma yerleştim.Cam kenarıydı. Yine pantolonun cebini karıştırıp telefonumu ve arka cebimden de kulaklığımı çıkarttım. Koltuğa yerleşip sevdiğim müziği açtım. Gözlerimi kapatıp kendimi rahatlamaya bıraktım.

Karım Lydia üzerinde ki beyaz ipek geceliğiyle  bir kez daha belkide çok kez daha  gözlerimi kamaştırmıştı.Simsiyah bir odaya kapanmıştık,onun gibi ışıl ışıl parlayan tek şey bembeyaz bir yatak ve ona eşlik eden tavandan yere kadar uzayan  tüllü cibinlikti. Geri geri yürüyüp beyaz yatağa ulaştığında gözlerindeki , mimiklerindeki her harekete anlam yüklüyordum.Gel diyordu, içten içe yanımda kal diyordu.Öylede yapacaktım.Beyaz tülleri önünde bırakıp beyaz yumuşak gözüken yatağa yaslanmıştı. Tülleri aralayıp yatağa yanına doğru ilerledim. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı.Onu hissetmiştim. Tüm bedenim ve ruhumla. İçimde buralarda bir yerlerdeydi. "Daniel" diye fısıldadı. İçimden bir parça kopmuştu adeta. Bu isim ne kadarda güzelmiş dedim kendi kendime. "Benim güzel karım" derken yüzüne dökülen turuncumsu kızılımsı saçlarını kulağının arkasına yerleştirdim. Yanağına yaklaşıp kulak memesinin altına ıslak bir öpücük bıraktım. Ellerini kirli sakallarımın arasında gezdirirken huzuru bulmuştum. O gidince yok olan huzuru. Bileğinde ki siyah leke ilgimi çekmişti. Bir dövme gibiydi. Kolunu nazikçe tutup sakallarımdan uzaklaştırdım. Yazıyı okuyabilmek için kendime çevirdim. İbranice bir şeyler yazıyordu. Yazılı olan bu dövmeye işaret parmağımla üzerinden bir kaç kez geçtiğimde anlayabileceğim dile çevriliyordu. Adeta harfler değişiyor gibiydi. A harfi oluştu bir yumuşakça dövmenin üzerinden geçmeye devam ettim sonunda tüm dövme değişmişti. Allison yazıyordu. Gözlerimi fal taşı gibi açtım. Lydia'nın suratına doğru döndüğümde artık orada Lydianın olmadığını fark ettim. Allison vardı.Kapkaranlık olan oda artık beyazlaşmıştı, yatak toz pembemsi bir hal almıştı. Tülleri geçerek odaya ayak bastım. O anda tüm vücudum ısınmaya başlamıştı.

Bir kaç saniye sonra birileri beni dürtüyordu. Hızla gözlerimi açtım, yaşlı bir kadın. "Kabus görüyor olmalısın." Hala kendime gelememişken evet anlamında kafamı aşağı yukarı salladım. "Teşekkür ederim bayan." dedim sessizce. Pencereden dışarı baktığımda hava kararmıştı. Kulağımdaki kulaklığı çıkartıp cebime sıkıştırdım. Hala aklım o rüyadaydı. Bu bir kabus muydu,armağan mı? Hiç bilemiyordum.Yutkundum. Bir kaç saat içinde mezarlığa varacaktım. Yani olmam gereken yere. Otobüsten inmek için dua ediyordum. 

Onlara ihtiyacım vardı.Bir sonun başlangıcındaydım, onları unutmak istemiyordum. Yeni bir başlangıç istemiyordum.Ruhumu geri istiyordum.Bunun imkansız olduğunu bile bile Lydiayı geri istiyordum.Kanayan yaralarıma birşeyler basmaya niyetim yoktu. Birilerini yada Allison'u. Buna rağmen inadına tüm yollar Allison'a çıkıyor gibiydi. Lydia bile onu istiyor gibiydi. Yada beynimin bir oyunuydu bu. Lydia gibi duygusal bir kadın nasıl olurda Allison yüzünden öldüğünü unutup hayatta en sevdiği insanı onunla isteyebilirdi. Kaderde bu mu vardı? Kafamdaki allak bullak tüm bu toz bulutunu frenleyen otobüs darmaduman etti. 

Yanımdaki yaşlı kadından izin isteyerek otobüs kapısına ilerledim. Sırt çantamı sırtıma taktım. Kapılar açıldığında alelacele otobüsten indim. Tam karşımda duran mezarlığa gözlerimi kısıp baktım. "Burada değerli şeyler saklıyorsun" deyip demir kapıyı araladım. Hava karanlık olmasına rağmen içim huzur doluydu. Buraya geldiğimde istediğim kadar konuşup tüm içimdekileri onlara anlatabiliyordum. Artık ezberlediğim yere doğru yürüdüm. İstediğim yere vardığımda taşın üzerindeki yazıyı bir kez daha gözden geçirdim. 

"Aslında özlemek sürekli içinde kalan,kalacak olan bir hançer gibi,atamıyorsun ki." dedim sessizce. O an gözlerimin önüne kaza anı geldi. Aptal Allisona bir kez daha sinirlendim. Fakat yine ağlayamadım. "Pekala Daniel" yere diz çöktüm ve güzel bir iç çektim. "Artık yakınamıyorum,artık üzülmekten öteye de geçemiyorum ne yapabilirim bilmiyorum ama Lydia bana yardım et." Çantamdan bir demet papatya çıkarttım. Solmuştu. Lydia solmuş papatyaları bile severdi. Taşın yanına koydum, gülümsedim. "Bana yardım et sevgilim" Çantamdan birde marlboro çıkarttım. Dudaklarımı aralayıp arasına yerleştirdim. Ellerimle sigarayı siper ederek çakmakla yaktım. Sonra birde toprağa bir sigara yaktım. Arasına sıkıştırdım. Ben dudaklarımın arasındakini bitirirken Lydia da oradakini içecekti. Sigarayı içime çektim ciğerlerime dumanları dolarken kulağımda güzel bir melodi vardı. Püfür püfür esen rüzgar beni rahatlatıyordu. Birde sevdiklerim yanımdaydı.

*

"Yaşadıkların çok ağır" dedi yanımda oturan kız. "Nihayetinde herkes acı çeker,benimkisi bağışıklık kazandı ne yapacağımı bilemez hale geldim" dedim dudaklarımda aptal bir gülümseme almıştı yerini. "Bence Allison dediğin kıza bir şans ver, seni istiyor gibi gözüküyor."  Gülümsemeyi sürdürdüm. "Bu hiç bir şey ifade etmiyor benim için anlamışsındır." "Elbette anladım diye yanıtladı." "Sabret o halde, sabret olacağına varsın her şey.Sen değil kader seçsin yolunu" Sanırım otobüsteki bu kız doğru söylüyordu. Nasıl olmuşta ona içimi açmıştım bilemiyordum. Sanırım tüm bu olanları anlattığım tek insandı, oda kaderin işi halledeceğini söylemişti. Bir kez daha teşekkür edip barıma,arabama ve macerama geri dönmek üzere arabadan indim.




Forget me notHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin