15.Bölüm

159 12 7
                                    

Evet gençlik tekrardan uzun bir aradan sonra merhaba! Bölümün geç gelmesinin sebebi bilgisayarımın bozuk olmasıydı ve bölüm bir kaç gün önceden hazırdı. Bugün yayınlmamın sebebi ise 1. yılımızın olması!!! Evet Karanlığa Mahkum ilk yılını kutluyor ve bunun için elimden geldiğince uzun bir bölüm yazmaya çalıştım. Herneyse size keyifli okumalar umarım beğenirsiniz ve lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Hepinizi seviyorum Şirinelerim.( Neden şirine dediğimi anlayacaksınız ;))
Dip not: Şirin olup olmadığını bilmiyorum çünkü vote ve yorumlar da bulunmuyorlar. Herneyse varlarsa bile onlara da çok teşekkür ediyorum....
Ve bir şey daha bölümü bugün için bu kadar geç yayınlamamın sebebi internette sıkıntı olmasıydı. :)
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sol elimin iyice ısındığı hissi ile olduğum yerde huzursuzca kıpırdanırken içine daldığım rüya aleminin sis perdesini hafifçe aralanmıştım. Yine de eğer bu şekilde biraz daha durursam o sis perdesi büyük bir bulut tabakası olarak üstüme tekrar çökebilir ve beni portakal çiçeği kokulu rüyalarıma geri götürebilirdi. Bunun düşüncesi ile tekrar huzur dolu bir uykuya kucağımı açacağım sırada duyduğum fısıltılar kaşlarımı çatmama ve o sis perdesini tamamen dağıtmama neden oldu.
Gözlerimi açarak önce bir an nerde olduğumu anlamaya çalıştım. Çok uzun sürmeden hala Akay'ın getirdiği depoda olduğumuzu ve onunda kucağımda uyumaya devam ettiğini anlamıştım. Tabi karşımda bize şaşkınlık bakan iki çift göz ve sol elimin Akay tarafından kendi eline hapsedildiğini saymazsak. Bakışlarımı birleşmiş ellerimizden çekip hala karşımda bize bakmaya devam eden gözlere diktim. Koyu kahve gözlerin sahibini zaten biliyordum. Merih kaşlarını yukarı kaldırmış ve kollarını göğüsünde çaprazlayarak bakışları üzerimizde dolaştırıyordu.
Yanında ise sıcak yeşil gözlere sahip çocuk ise bariz bir şaşkınlık yaşadığını yüzünden belli ediyordu. Güzelim su yeşil gözleri dışarı çıkmak istiyormuş gibiydi ve ağzı ise yer çekimine uyarak açılmıştı. Üstünde ki siyah kıyafetlerin hatta kulağında ki tek bir tane siyah küpeye rağmen o kadar sempatik duruyordu ki yüzüme yayılan gülümsemeye neden olamadım. Merih neye güldüğümü anlamak ister gibi kaşlarını çattı ve baktığım yere bakınca onunda yüzüne çarpık bir gülümseme yayıldı.
" Burak ağzını kapat." sesinde ki bariz alay tınısı benim de keyfimi iyice yerine getirmişti. Adının Burak olduğunu öğrendiğim çocuk Merihin uyarısına aldırmadan aynı ifade ile bakmaya devam edince Merihin yeni düzelen kaşları tekrar çatıldı. Merih kolarını çözüp hafifçe Burağın kafasına vurunca sert görünümlü sempatik çocuk trastan çıkmış gibi kendine geldi.
" Oğlum kendine gelsene lan." diyen Merih bu seferde Burağın dehşete düşmüş ifadesini görmek zorunda kalmıştı.
" Ulan nasıl kendime gelim? Manzarayı görmüyor musun?" diyerek şaşkınlıklık dolu cümlelerini dile getirince Merih'in yüzünde Burağın ne kadar zeka gerisi olduğunu bağıran bir ifade oluştu. Bir süre öylece Burağa baktıktan sonra gözlerini devirdi ve kafasını bize doğru çevirdi.
" Umarım uykumu böldüğünüze değecek haberleriniz vardır?" diyen Akay ile aramızdaki kısa diyalogda bitmişti. Bakışlarım Akay'a kayarken hala gözlerini açmadan yattığını ve ellimi tutmaya devam ettiğini gördüm. 'Acaba farkında değil mi?' diye düşünerek bir iki defa kolu çekiştirdim ancak mengene gibi elinden kutulamadım ki ben de zaten daha fazla uğraşmadım.
" Yani abi bizim getirdiğimiz haberden daha iyisi burda varmış. Hayırlı olsun yenge. Bacımsın." diye öylece konuşan Burağa baka kaldım. Kurduğu cümlenin saçmalığına mı yansam yoksa dediği şeye mi şaşırsam diye düşünürken öylece suratına baktım. Elini bu sefer daha sert bir şekilde Burağın kafasına geçiren Merihi içimden teşekkürlerimi yolladım.
" Ulan madem boş konuşuyorsun bari mantıklı boş konuş." diyen Merih'e bu sefer kaşlamı çatarak bakma sırası bendeydi.
" Dinime küfür eden müslüman olsa." diyerek kahkasını koyveren Burak ile bende kıkırdamıştım. Tabi bu kıkırtım beni izleyen bir çift buzul gözle kısa sürdü. Kıkırtım kendini sessizliğe bırakırken gözlerimi Akay'a çevirdim. Gözlerinde neye olduğunu anlamadığım öfke kırıntıları dolaşıyordu. Öylece anlamsızca bakarken içimde daha önce hiç duymadığım bir ses ' Gülümse.' diyordu. ' En içten gülümsemeni ona bahşet.' Yapmıştım da. İçimden gelen sıcak ve içten gülümsemem dudaklarımda yer edinirken gözleri önce gülümsememe artından sol yanağımda ki gamzemde gezindi. Bir süre iki bölge arasında gidip gelen buzulları sonunda benim gözlerimi bulundu. Şaşkınlık içinde tek bir öfke tanesi bile kalmamış gözlerine bakarken duyduğumuz yalancı öksürük sesi ile bakışlarımı kaçırdım.
" Abi bu romantik anınızını bölmek gibi olmasın ama Yavuz-" diyen Burağın kafasına Merih tarafından inen yeni bir darbe ile yarım kaldı.
" Ulan bir haber vereceksin niye milleti sinir ederek veriyorsun?" diyerek kafasını ovuşturan Burağa hitaben konuştu. Burak ise yüzünü asarak 'Hıh!' diye bir ses çıkardı ve trip atar gibi Merih'e arkasını döndü.
" Konuşma benimle Merih. Geldiğimden beri hep kafama vuruyorsun. Halbu ki evde böyle misin?" diye sokakda üç çocuğu ile kalmış kadın gibi konuşurken içimde yükselen kahkahayı serbest bıraktım.
" Ne diyon lan sen?! Bak düzgün konuş benimle!" diye sinirle düşüncelerini dile getiren Merih, Burak tarafından tınlammadı bile. " Zaten dışarıda hep böylesin." diyip yüzünü Merih'e döndü Burak ve konuşmaya devam etti.
" Asıl sen benimle düzgün konuş! Ne zaman başka birini görsen içinden öküz çıkıyor. Halbu ki evde özellikle odamızda böyle misin?" diyen Burak son noktayı koydu. Attığım kahkalarıma yeni birisi eklenirken Merihin yüzünden birazdan Burağı öldüreceğini bağıran bir ifade vardı.
" Siktim belanı!" diye bağıran Merih ile odanın içinde koşuşturmaya başladıklarında ise Burak özür cümlelerini sıralıyordu.
" Merih tamam abi bak yeminle bir daha demiyecem. Şaka yaptım ya." onların koşuşturmaları ve Burağın yüz ifadesi o kadar komikti ki gülmekten karnıma ağrılar girmişti. En son Burak koşarak benim yanımda bulunan boşluğa oturdu ve boşta olan sağ elimi çekerek kendine siper edindi ama çok uzun sürmeden elim Akay tarafından çekilice Burak tek başına kaldı.
" Yenge nolur sen kurtar beni. Bu çocuk beni yakalarsa çiğ çiğ yer." Burağın dedikleri ile yeniden gülmeye başlarken Merih tepemize dikilmişti bile. Tam elini kaldırmış yumruk atacaktı ki Burak çığlık atarak gözlerin kapadı. Burağın bu çığlığı bir süre Merih'i afallattığında bunu fırsat bilerek araya girdim.
" Tamam Merih. Yeter hadi bırak çocuğu şaka yapmış. Ben çekerim onun kulağını bir daha yapmaz." dediğimde Merih önce bana sonra Burağa baktı ve son tehtitlerini savurarak boş da ki koltuğa oturup soluklanmaya başladı. Burak önce bir süre yumruğun gelmesini bekledi ama istediği darbe gelmemiş olacak ki gözlerini açtı. Önce elleri Akay tarafından hapsedilmiş yine de ona gülerek bakan bana kaydı. Sonra ise kanepede bir şey dediği anda üstüne atlayacakmış gibi duran Merihe. Yüzüne uzunca bir gülümseme yayılırken bana baktı. bana baktı.
" Yengem benim be! Sen bir tanesin. Merih bu yaptığını da unutmadım eve gidince görüşeceğiz." diyerek dayak yemek istediğini dile getiren Burak, artık kurtaramayacağımı kanıtlanmıştı.
" Ulan asıl şimdi siktim seni!" diyerek Burağa doğru atağa geçen Merih ile Akay'ın dizlerimden kalkması ve diğer köşeye beni belimden tutarak çekmesi bir oldu. Akay sırtını L şeklindeki koltuğun köşesine yaslamış, sağ bacağını koltuğa çıkararak bacakaları arasında benim sığabileceğim şekilde boşlık oluşturmuştu ve kollarını belime sararak sırtımı göğüsüne yaslamıştı. Aslına bakarsanız şu an çok yakındık ama önümde kız gibi çığlık atan Burak ve onu döven Merih dikkatimi oldukça dağıtıyordu. Ancak en sonunda Merihin sert bir şekilde yumruğunu Burağın suratına geçirmesi ile yüzümü buruşturark sağ tarafıma çevirdim. Bu acıtmış olmalıydı.
Bir süre daha öyle dururken yanağıma oldukça yakından gelen nefesle gözlerim sola doğru kaydı. Akay'ın yüzü hemen yakınımdaydı ve bu nefes alışımı düzensizleştirmeye yetmişti bile. O güzel mavi gözleri yüzümü tararken benim tek dikkatimi çeken şey bir kaç duygu parçacığı gördüğüm gözleriydi. Ne olduğunu anlayamamıştım ama orada öfke dışında bir duygu gördüğüme yemin edebilirdim.
" Yenge alacağın olsun yani. Yenge dedik bağrımıza bastık iki dakika da unuttun bizi." Burağın bana hitaben söylediği cümleler ile kafamı Akaydan uzaklaştırırken aynı şey bedenim için geçerli olamamıştı. Akay beni bırakmıyordu. Hastalığımı göz önünde bulundurarak onun istediği şekilde olmasına izin verdim. Diğer türlüsü kavga, gürültü ve krizlerim şeklinde seyredeceği oldukça açıktı.
" Şu yenge kelimesini kullanmasan? Öyle bir şey yok çünkü." sabahtan beri demem gereken cümleleri şimdi dediğim için beynim bana orta parmağını gösterirken içimde ki kırmızı rujlu sürtük bundan oldukça memnun olmuş bir şekilde gülümseyerek Akay'a sanki onu görebiliyomuş gibi kur yapmaya devam etti.
" Burdan hiç öyle durmuyor ama tamam yenge." diyerek oldukça güzel gülen Burağa kızmaya çalışmadım bile. Merih tekrar eski yerine geçerken Burak da Merih e en uzak yere oturdu. Merih bir süre pozisyonumuz da gözlerini gezdiridkten sonra bakışları Akay'a döndü.
" Abi Yavuz yine ortalığı karıştırmış mekanda." diyen Merih'in sesinde eski alaycığı yoktu. Aksini tüylerimi ürperten bir soğukluk vardı. Kafamı çevirip Akaya baktığımda kaşları çatılmıştı ve beni tutmayan kolunu koltuğun arkasına atarak parmakları ile ritim tutarak birşeyler düşündüğünü belli ediyordu.
" Ne yaparsa yapsın bırak." Akay bunu der demez daha demin ki alaycı sesinden eser kalmayan Burağa şaşkınlık ile baktım.
"Ama bu sefer biraz daha farklı abi." diyen Burak bir süre gözlerini üstümde dolaştırınca kaşlarımı çatma isteğini zorlukla bastırdım. Konunun benimle ilgisi yoktu herhalde? Akay bir süre sonra kalkınca belimi bırakmadığı için bende mecburi kalkış yapmak zorunda kalmıştım. Tabi çocuklar da bizimle birlikte kalkmışlardı.
" Dışarı çıkın." diyen Akay'a soru dolu bir bakış atmıştım ama o her zaman ki gibi yere baktığı için görememişti. Bende çok umursamadım ve tam arkamı dönmüş gidiyordum ki beli daha sıkı tutup kendine yapıştırmasıyla bu sefer kaşlarımı çatmıştım. Ona doğru çatık kaşlar ile baktığım da gözlerinde ki buzulluklar da dans eden eğlence pırıltılarını görmüştüm. Anında kaşlarım eski haline dönerken öylece ona bakmaya devam ettim. Çok az eğlence pırıltısı görmüş olsam dahi gözleri o kadar güzel bakar olmuştu ki istemsizce onun bu halini izlemeye başlamıştım. İçimde ki kırmızı rujlu sürtük ise çoktan eline aldığı fotoğraf makinası ile Akay'ın bu halini ölümsüzleştirmeye çalışıyordu. " Ne oldu yine? Sen dışarı çıkın demedin mi?" diye safça bir soru sorduğumda zihnim bana keder dolu bir bakış attı. ' Sen nasıl bu kadar saf olabiliyorsun.' diyen beynim ise kafasına kadar yorganı çekip bana arkasını döndü ve uyumaya başladı.
" Sana değil çocuklara demiştim." gözlerinde benden saklamadığı ufacık pırıltılarla bile öyle hoş görünüyordu ki hiç bir demek istemedim.
" Akşama seni alırım." diyerek aramızda süre gelen kısa sesizliği bozmuştu. Tabi bunu dedikten kısa bir süre sonra benim çenem ile göz altlarım yerçekimine uyarak aşağıya doğru sarkmışlardı. Şaşkınlık dolu suratım ona bakarken beynim kafasını yorganın altından çıkarıp ' Ne dedi?!' diye resmen bağırdı. Gerçekten Akay ne demişti daha demin?
" Anlamadım ne demek istiyorsun?" diye bir soru yönellettiğim de bunun sonucu olarak bana biraz daha yaklaştı ve sıcak nefesi yüzümü yalayıp geçerken dudaklarını yaladı. ' Evet biz dudaklarını izliyoruz.' diyen kırmızı rujlu sürtüğü kışkışladım.
" Akşama seni alırım." Sesine yansıyan alay mıydı yoksa kulaklarım bana oyun mu oynuyordu? Bir kez daha şaşkınlığa uğrarken kendimi toparlamam kısa sürmüştü.
" Nasıl yani? Neden?" Akay'a yönelttiğim soru yüzünden zihnim bana küserken bende içimden ona gözlerimi devirdim. Ne vardı yani sorularımda?
" Akşama görürsün." diyen Akay daha başka soru sormama izin vermeden odayı terk ederken ben öylece dikili kalmıştım. Ne yapacaktık ki akşama? Aklımda dönen sorulara sürtüğün ahlaksızlıkları eklenince iyice çekilmez bir hal almıştı. Sıkıntıyla nefes verdiğimde burada daha fazla durmamın bir amacı olmadığını anlamıştım. Küçük adımlar ile önce odayı sonra bodrumu terk ederken hala akşamı düşünüyordum.
' Bu akşam onun ile buluşacağımızı ikinci kez diyor ve biz her seferin şoka giriyoruz." diyerek bana söylenen beynime hak verdim. Sabahta aynı şeyi demişti ve yine şaşırmıştı. Tıpkı daha demin ki gibi. Hatırlama mekanizmamın yavaşlamasına bir süre canım sıkılsada daha fazla aynı modda kalmayarak normal yaşantıma döndüm.
Saatime baktığımda çoktan çıkış saatinin geldiğini gördüm ve koşarak sınıfıma çıktım. Koridorlarda ve sınıflarda gördüğüm tek tük öğrencilerden anladığım kadarıyla bir çoğu boş derslerden faydalanarak güneşin son kırıntılarının tadını çıkarmaya gitmişlerdi. Sınıftan çantamı alıp tekrar sekerek merdivenleri inerken çarptığım beden ile gerilemek zorunda kalmıştım.
" İyi misin?" duyduğum tanıdık ses ile başımı kaldırdığımda Gökay ile karşılaştım. İyi olduğumu belirten bir gülümseme dudaklarım da yer edinirken oda gülümsedi.
" Evet iyiyim. Sen nasılsın?" dediğim yüzüne dişlerini gösteren bir gülümseme yayılmıştı.
" Sağol bende iyiyim. Her neyse bugün seni hiç göremedim ve kulağıma gelenlere göre Akaylaymışsın." sonuna doğru sıkıntılanan sesine karşın kaşlarımı çatmak istesem de bugün buna bilmem kaçıncı kez buna engel oldum ve rahat bir ifade takınarak omuz silktim. " Evet. Biraz rahatsızlandım oda bana yardımcı oldu. Neyse benim acil gitmem gerekiyor. Görüşürüz." diyerek gülümsedim ve hızla oradan ayrıldım. Çünkü bildiğim bir şey vardı ki orada daha fazla dursaydım Gökay daha fazla soru soracaktı ve ben ayrıntı vermek istemiyordum. Koşuşturarak arka kapıya vardığımda hızımı kesmeden paldır küldür dışarı çıktım ve kendimi arabaya attım. Nefes nefese kalmış halim Ahmet amcanın kaşlarını çatmasına neden olsa bile ona yolladığım gülümsemem ile iyi olduğumu anlamıştı. ' Bir insan nasıl gülümsemeleri ile konuşabilir ki? Çakma polyanna!' diye homurdanan kırmızı rujlu sürtüğe içimden suratına kapıyı çarpıp kitlemiştim. Ona neydi ki? ' İstesen de istemesen de senin bir parçanım.' diye uğultulu bir şekilde kapının arkasından ses geldiğinde içimden ona göz devirdim ve kendi normal dünyama döndüm.
Ahmet amca sessizce arabayı sürerken benim nefesim normal hızına dönmüştü. Bu okula geldiğimden beri ciğerlerim gereğinden fazla çalışıyordu ve bundan korkmaya başlamıştım. Zaten yetersiz olan kanıma birde iki kat daha yetersiz bir çift akciğer eklemek istemiyordum.
Sessiz süren yolculuğumuzun sonunda hastanenin önünde durduğumuz da kısa bir an afallasamda bugünün cuma olduğunu hatırlamam ile hareketlendim. Hastaneye girip her nasıl olduğunu anlamadığım ama hep boş olan yatağıma uzandım. Güler yüzlü hemşire yanımda belirirken aynı şekilde karşılığını da almıştı.Hemşire damar yolumu açarken ben de dalgın bir şekilde beyaz asma tavanı izliyordum. Akşama ne yapacağımız ile ilgili bin bir soru beynimde dönüp duruyordu ve bundan hiç hoşnut değildim.
" Hemşire hanım serumu takmadan önce kanda alın. Dosyaya hangileri olacağını yazdım." Duyduğum tanıdık ses düşüncelerimi bölerken bakışlarımda benden izinsiz çoktan Tunaya kaymıştı bile.
" Neden kan aldırıyorsun? Daha rutin teste çok var." merakla sorduğum soru içime bir korku da düşürmüştü. Kötü bir şey olmuş olabilir miydi? Vücudum beklenilen süreden daha çabuk mu yıpranmaya başlamıştı yoksa? Aniden vücuduma akın eden korku zerrecikleri tekrardan dışarı göz yaşı olarak çıkmak ister gibi gözlerimi yakıyordu.
" Korkma..." diyerek vücudumun boşda bıraktığı yatağın üstünü oturdu ve elimi avuç içlerine alıp güven verircesine sıktı. " Sadece yaptığım çalışmaya bir katkısı olması için. Diğer test bir ay önceye yakın bir zamanda yapılmış. O zamandan bu yana ki değerlerini ölçmek istiyorum. Bir karşılaştırma yapacağım." sesinde ki yatıştırıcı ton tüm vücudumu gevşetirken ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi de azad ettim.
" Öyle gerekininden erken test isteyince bende bir an bir şey oldu sandım." diyip çok neşeli olmayan bir gülümsemeyi dudaklarımda yer edinmesine izin verirken Tuna bana mahçup bir ifade ile bakıyordu.
" Seni korkutmak istememiştim. Üzgünüm, benim hatam. Önce sana ne olduğunu açıklayıp iznini almam gerekiyordu." sesinden kulaklarıma dolan üzüntüsünde samimi olduğu belliydi. " Önemli değil. Dert etmeyi bırak. Ben zaten biri yüzüme bakıp 'böh' dese bile korkacak bir insanım." dediğim de kısmi olarak yalan söylemiştim. Pek fazla korktuğum bir şey yoktu aslında ama vücudumu ele geçiren hastalık beni daha ürkek yapmıştı.
" Sen öyle diyorsan." diyip sonunda gülümsediğinde ben de ona eşlik ettim. " Yalnız sen kafana bir şeyleri takmaya devam edersen okulda eroin kullandığına dair dedikodular duyabilirsin." diye devam ettirdiğinde nerden anlamış olabilceğini düşünüyordum. Laf arasında da ağzımdan bir şey kaçırmamıştım ki. Yine de ona Akaydan bahsetmemi gerektirecek bir sebep yoktu.
" Nerden çıkardın bir sorunum olduğunu?" diye sakin bir sesle itiraz ettim.
" Geceleri bir şeyi düşündüğün için geç yattığını göz altların belli ediyor." dediğinde bir an duraksasam da kendimi toparlamam kısa sürmüştü.
" Sen yanlış anladın. Bir resim yarışması var ona katılcağım da onun için kendimi bir fazla yoruyor olabilirim. Hem sen eroini nerden çıkardın?" diye gülürek sorduğumda oda daha fazla göz altlarımda takılı kalmayıp güldü.
" Beyazsın, zayıfsın, gözaltların morarmış ve kolların iğne izi ile dolu. Bence bunlar dedikodu çıkması için yeterli malzeme." dediğinde gülmeye başladım. Çok haklıydı.
" Neyse ki kollarım morarmıyor. Birde öyle bir şey olsa işin içinden çıkamazdım." dediğimde oda gülmeye devam etti.
" Pekala bir diğer konuya gelecek olursak. Acaba bu eroin bağımlılarına benzemeye hak kazanmış güzel bayan bu akşamını benim için ayırabilir mi?" sorduğu soru içimdeki kırmzı rujlu sürtüğü hiddetle ayaklandırıken diğerleri de şaşkınlığa uğramıştı. ' Daha yakın zaman da zaten yemeğe çıktınız. Bu elaman bize mi yürüyor?' diyen beynimi kaşlarını çatmış olan zihnim onaylamıştı. Sürtük ise topladığı ve gittikçe desteklileri arttığı topluluk ile Tuna ya ateş püskürtüyordu. ' Bu akşam için Akaya sözün var. Sence hangisi geri çevirmek daha az korkutucu?' diye sakin bir sesle mırıldanan zihnim gerçekten haklıydı.
" Ah. Teşekkür ederim Tuna ama bu akşam için başka bir planımvar." diyerek nazikçe geri çevirdiğimde gülen suratı biraz solar gibi olmuştu ama çok uzun sürmeden hemen kendini toparladı.
" Tamam o zaman başka bir zamana." dediğin de başımı sallayarak onu onayladım. Ne konuşacağımızı bilmeden öyle kaldığımızda bende daha fazla gözlerine bakamamıştım. Gözlerim seruma doğru kaydığında bitmiş olduğunu gördüm.
" Serum bitmiş." diye mırıldandığımda onunda gözleri seruma kaymıştı. Kafasını çevirip güler yüzlü hemşireye seslendi. ireye seslendi.
" O zaman sana geçmiş olsun. Ben işimin başına dönesem iyi olacak. Görüşürüz." diyip cevabımı beklemeden uzaklaştığında ne olduğunu anlamamıştım. Hemşire gelip kolumdakileri çıkardıktan sonra geçmiş olsun diyerek girmişti. Yataktan kalkıp ayakkabılarımı giyindikten sonra bugün yeterince hırpalanmış bedenimi çıkışa doğru sürükledim. Arabaya binip yola çıktığımızda aklım hala Tunadaydı. Onu üzmek istemiyordum. Aslına bakarsanız kimseyi üzmek istemiyordum ancak görünüşe göre her istediğim olmuyordu. Zaten olsaydı eğer böyle hayatımı oldukça kısıtlayan bir hastalığa beden bürümüş olmazdım. Sıkıntıyla nefesimi verdiğimde eve gelmiştik.
Ahmet amcaya iyi günler diledikten sonra eve doğru sakin adımlarla yürüdüm. Düşünmek istemiyordum. Tunayı üzdüğümü düşünmek istemiyordum. Akay'ı düşünmek istemiyordum. Benim yüzümden dayak yiyen Barkını düşünmek hele hiç istemiyordum. Tekrardan bir nefes verirken kapıyı açıp eve girmiştim bile. Mutfaktan gelen annemin sesine göre telefonla konuşuyordu ama ne dediğini tam olarak anlayamıyordum. Ayakkabılarımı çıkarıp mutfağa girdiğimde yaptığı yemeklerin güzel kokusu mutfağı sarmıştı. Aslı üzücü olan tarafsa benim asla bu yemekleri yiyemeyecek olamamdı. İçeri girdiğimi gören annem telefona bir şeyler söyledi ve kapattı. Ardındansa bana gülümsedi.
"Hoş geldin güzel kızım benim." diyerek kocaman açtığı kollarının arasında yerimi alırken bende kafamı onun boynuna gömmüştüm. Güzel kokusunu ciğerlerime doldururken biraz sokuldum anneme doğru. Onu şu son bir haftadır pek göremiyordum ve özlemiştim.
" Oy benim kuzum beni özlemiş mi?" diyerek beni kendineden uzaklaştırdı ve yanaklarıma kocaman sulu öpücükler kondurdu. Küçük bir çocuk gibi dudaklarımı bükerek başımı salladığımda annem bir kez daha bana sarıldı ve bende ona.
" Hadi bakalım git üstünü başı değiştir gel. Seninle baş başa yemek yiyelim." sonunda annemden ayrıldığım da tekrardan başımı onayladığımı belli etmek ister gibi salladım ve odama doğru yürüdüm. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde hiç bir mantığı olmayan bakışlarımı da odamda gezdiriyordu Herşey aynıydı, bir değişiklik yoktu. Kısa bir duş almanın iyi olduğunu düşünüp sırt çantamı yatağımın kenarına bıraktım. Dolabıma yönelip elime şort takımımı aldım. Banyoya girip arkamdan kapıyı kapattığımda hala dalgındım. Neyi bu kadar düşündüğümü ise hala anlayamamıştım ya da anlamak istemiyordum. Eskisi gibi pas kokulu, soğuk düşüncelerin zihnimi istila etmesini istemiyordum.
Üstümdekileri çıkarıp kirli sepetine ettıktan sonra vücudumu ılık suyun altında gevşemeye bıraktım. Ilık su kumral saçlarımı ıslatıp yüzüme damlarken tüm gün yorulan bedenimde gevşemeye başlamıştı ve zihnim hala dalgındı. ' Sanırım eski hayatımızın daha sakin olduğunu düşünüyoruz.' diye düşünceli bir sesle mırıldanan beynimde aynı benim gibiydi. Belki pek fazla bir şey yaşamamıştım ama bir hafta içinde bu kadar çok kriz eşiğinden dönmek sadece bedenimi daha çabuk yıpratırdı ve ben bunu da istemiyordum.
Buruşmaya başlayan parmaklarım ile banyoma son vermem gerektiğini anlayıp suyu kapattım ve havluma sarılarak duşa kabinden çıktım hızlıca kurulanıp üstümü giyindikten sonra saçlarımı kurutma gereği duymadan öylece salık bıraktım. Kendine kendilerine kuruyabilirlerdi. Mutfağa geçip annemin hazırlamış olduğu masaya oturuken annemde elindeki bardakları masaya bıraktı ve saçım üstünden öperek hemen karşımda ki sandalyeye oturdu.
Beraber yemeğe başladığımızda ikimizde oldukça sessizdik ve annemin bakışlarını üstümde hissedebiliyordum.
" Okulla ilgili bir sorun mu var kızım?Çok sessizsin bugün." dediğinde gözlerimi yemeğimden kaldırıp anneme baktım. Yüzümde yer edinen gülümsemeye ise iznim çoktan çıkmıştı.
" Hayır annem benim merak etme sen. Yeni okul yeni bir şehir derken yoruldum sanırım. Geleli bir kaç ay oluyor ama hala alışamadım." dediğimde annemin de kaşları havaya kalkmıştı. Kafasında bir şeyler kurduğu o kadar belliydi ki.
" Şöyle güzel bir orman havası olsa ne kadar güzel olur değil mi?" diye sorduğunda sesinde ki tınıyı düşünmeden direk atladım.
" Aynen anne. Ne kadar güzel olurdu." dediğimde annem bilmişcesine sırıtmaya başladı. Suratında ki ifadeye takılamadan zihnimde bir ormana gittiğimi hayal etmeye başlamıştım bile. Orada daha rahat nefes alıyordum ve ciğerlerimin rahatlaması demek, tüm bedenimin rahatlaması anlamına geliyordu ama burada öyle bir şey olmayacağı belliydi. Annemin nöbetleri vardı ve bende hiçbir yeri bilmiyordum. Hoş bilsem bile nasıl gidecektim ki?
Yemeğin geri kalanı sessiz geçerken annemin yüzünde ki mutlu ifade beni işkillendirmeye devam ediyordu. Bir kaç defa ne olduğunu sormuştum ama hepsinde beni hastaneyle ilgili bir şey olduğunu söyleyip geçiştirmişti. Bende daha fazla üstünde durmamıştım zaten. Yemeğimiz bittiğinde masayı toplamak için ayaklandım ama bu çabam annemin sesi ile engellenmişti.
" Yorgunsun Beria. İçeri geç ve dinlen. Sakın itiraz etmeyi aklından bile geçirme." diyerek beni kesin bir dille geri çevirmişti. Bende daha fazla mutfakta oyalanmadan banyoya gittim. Elimi yıkayıp havluya kuruladım ve odama geçtim. Sanrım resim çizip zihnimdekileri boşaltasam benim hayrıma olurdu. Yeteri kadar kuruduğunu düşündüğüm saçlarımı toplayıp tepeden bir topuz yaptım ve toka yerine kalem ile tutturdum. Nedensizce kalem ile saçlarımı toplamayı daha çok seviyordum.
Yavaş yavaş ortadan kaybolan güneş artık odamdan içeri girmezken perdeleri açtım. Odamın içi aydınlanırken, basık olan hava ensemi terletmeye başlamıştı bile. Klimayı açıp uygun bir dereceye getirdim. Yatağım altına koyduğum tuvalimi çıkarıp hemen kitaplığımın önüne koydum ve yayağımın sağ tarafta bulunan komidinin alt çekmecesinden yağlı boyalarım ile fırçalarımı çıkarıp hemen kitaplığımın yanında bulunan çalışma masamın üstüne yerleştirdim. Masamın altında bulunan bar taburesini de tuvalin önüne yerleştirip oturdum. Masamın üstünde bulanan kalemliğin içinden resim kalemini aldım. Öylece beyaz tuvale bakmaya devam ederken kalemi elimden bıraktım. Normalde önce resim kelemi ile çizer sonra boyardım ama bu sefer içimden geldiği gibi yapacaktım. Gerekli boyları paletimin üzerinine döktüm ve sanırım şimdi hazırdım ancak hala ne çizeceğimi bilmiyordum. En sonunda elime ince uçlu fırçayı alıp siyah boyaya batırdım ve tuvalin sol tarafından çizmeye başladım. Hala ne çizdiğimi bilmiyordum ve elimin işini yapmasına izin veriyordum.
" Düşünceli görünüyorsun." sağ tarafımdan duyduğum tanıdık ses ile hafifçe gülümesedim. Cem ters oturduğu sandalyesi ile hemen sağ tarafımda belirmişti ve zümrüt yeşil gözleri özlemle bana bakıyordu.
" Sende uzun zamandır uğramıyorsun." diye yakındığımda yüzünde bir gülümseme belirdi. Güzel kaslarını kapatma geri duymadığını söylemem gerekiyordu sanırım.
" Beni düşünen sensin Beria. Uzun zamandır ayrı kalmamızın sebebi sensin. Sorun ne?" dediğinde burukça yeniden gülümsedim. Beni düşünmesi hoşuma gidiyordu. Belki hastalıklı bir şeydi bu hayali arkadaş ama herşeymi bilen ve bana zararı dokunamayacak olan güzel bir arkadaştı.
" Yeni hayatım çok hareketli geçiyor." derken hala ucu siyah boyaya bulanmış fırçayı hareket ettiyordum. " Sanırım eski hayatımı özlüyorum." diye devam ettirdiğimde göz ucuyla kaşlarını çattığını görmüştüm.
" Şu okulun buzlar prensi çocuktan mı bahsediyorsun?" dediğinde usulca kafamı salladm ve dudaklarımı yaladım.
" Sadece o değil. Hasnade bir çocuk var. Doktorluk için staj görüyor ve hastalığımdan haberdar. Bir kere yemeğe çıktık. O cidden iyi bir çocuk ama sanırım benimle farklı bir şekilde ilgileniyor. Onu kırmak istemiyorum fakat o daha ilerisini isterken benim sadece arkadaş gibi yaklaşmam onu kıracaktır. Ben bunu istemiyorum." dediğimde fırçamı tuvalden çektim ve yeniden siyah boyaya batırarak çizmeye devam ettim.
" Devam et." dediğinde Cem daha fazlası olduğunu ses tonumdan anlamıştı.
" Bugün okulda yeni bir çocuk ile tanıştım. Oda çok iyi ve biz biraz eğlendik ama sonra benim yüzümden dayak yedi." diyerek elimdeki fırçayı aşağıya indirdim ve üzgün bakışlarımı Cem'e çevirdim.
" Etrafımda çok fazla erkek olduğunu düşünüyordun değil mi? Ama kızlarla arkadaş olmam daha zor çünkü onlar oje bile sürerken onun kokusu beni rahatsız ediyor ve diğer şeyleri yapmam benim için daha yıpratıcı olur. Onlarla fazla yakın arkadaş olursam yüksek ihtimal dışarı çıkmak istiyecekler ya da çok fazla soru sorarak hayatımı didikleyecekler." diyip dudağımı büktüm. Bakışlarımı ellerime indirdiğimde çoktan bir kaç damla siyap boyanın elime sıçradığını gördüm.
" Bunu denemden bilemezsin." diye yatıştırıcı bir tonla mırıldandığında ellerime indirdiğim bakışlarımı yeniden ona çıkardım. Fırçayı yeniden tuvalin üstünde kaydırmaya başladığımda derin bir nefes aldım.
" Henüz az konuşan veya elindekilerle yetinmesini bile bir kızla karşılaşmadım malesef. Baksana şu halime. Zihnimden kuruduğum hayali karakterim bile erkek." diyip kıkırdadığımda oda gülümsedi. i.
" Herneyse." diyip yeniden ciddileşti Cem. " Herşeyi kafana bu kadar takma iyilik meleğim. Her zaman insanları mutlu edemezsin. Şu an sadece kendini yıpratıyorsun. Tuna ile normal arkadaş olmaya devam et ama sakın onu umutladıracak bir şey söyleme ya da yapma. Zaten bir süre sonra oda anlayışla karşılacaktır." diye devam ettirdiğinde anladığımı belirtir bir şekilde kafamı salladım.
" Ve şu okulda dayak yiyen çocuğa gelecek olursak pazartesi günü gidip özür dile. Senin suçun yoksa özrünü kabul edecektir." diyip bana umut vermek ister gibi gülümsedi. Elimdeki fırçayı yeniden indirdim ve ona içten bir şekilde gülümsedim.
" Teşekkür ederim dostum." diye mırıldandığında oda güzel ve yüzüne yakışır bir şekilde gülümsedi.
" Her zaman." Fırçayı yeniden siyah boyaya batırıp ne çizdiğimi bilmeden tuval de gezdirmeye devam ederken gözlerim yeniden Cem'e kaydı.
" Üstü çıplak oturuyorsun." diye sahte bir şekilde kızınca gözlerinde yanan muzhip pırıltılar ile önce kendi üstününe sonra bana baktı.
" Ve sen beni öyle düşünüyorsun." diyip galibiyetle güldü. Onun bu halide doğal olarak beni güldürdü.
" Ne olursa olsun bir genç kızın odasına böyle gelinmez. Düşünmen gerekiyordu." dediğimde hala gülüyorduk.
" Dedi içinde ahlaksız bir sürtük bulunduran genç kız." deyip güzel kahkahası koyuverdi. Her ne kadar bu bende kaşlarımı çatıp içimdekine kızma isteği uyandırsada Cemin kahkası öyle güzeldi ki elimde olmadan bende kıkırdamıştım. Sanırım bir dans etmeyi bilen erkekden birde gülmesi ve kahkahası güzel olan erkeklerden korkmalıydım. Ben hala gülümsemeye devam ederken kapının zili çaldı ama kimin geldiğini önemsemden işime devam ettim. Nasıl olsa annem evdeydi.
" Hala öyle oturuyorsun. Annem gelebilir." diye saçma sapan bir şeyler mırıldandım. Söylediğim bu cümleler ise sadece Cem'in gözlerini devirmesine sebep olmuştu.
" Sanırım yer değiştirdik. Ben hayal olanım sen ise gerçek. Beni senden başka kimse göremez. Sadece sen." diye mırıltılı bir şekilde konuştuğunda kıskançlıkla ona baktım. Sadece benim hayal ürünüm olduğuna ilk kez bu kadar sevinmiştim. O yakışıklı bir çocuktu ve gerçek hayatta muhakkak sevgilisi olacaktı. Ne olursa olsun onu paylaşmayı düşünemiyordum. Elimdeki fırçayı yeniden indirdim.
" İlk defa senin hayal olduğuna seviniyorum. Sarılamıyor olabiliriz ya da bir yerlere çıkıp gezemiyor olabiliriz-"
" Ya da ben seni üzen erkekleri dövemiyor olabilirim." diye ciddiyetle lafımı böldü ve devam etmemi belli eder gibi kafasını salladı. Onun bu konuyu bu şekilde ciddiyetle benimsemesi beni güldürmüştü.
" Ama eğer gerçek olsaydın seni paylaşmayı göze alamazdım. Biliyorum bu bencilce olurdu ama hayatımda yapabileceğim tek kaba hareket bu olurdu sanırım." dediğimde Cem de bana gülümsemeye başlamıştı. İçeriden bir erkeğe ait olduğu belli olan boğuk bir uğultu geliyordu. Kim olduğunu bilmiyordum yine de dışarı çıkmak istemiyordum. Dostumu özlemiştim ve onunla vakit geçirmek bir çok şeyden daha iyi geliyordu.
" İşte benim kıskanç kızım." diyerek sevinçle bağırdı. Bende kırkırdadığımda ikimizinde keyfi yerindeydi. Fırçayı siyah boyaya batırıp çizmeye devam ettiğimde o mağlum soru da gelmişti.
" Şu buz torbası çocuk, sana zarar mı veriyor?" dediğinde kısa bir an duraksasamda çok uzun sürmeden yeniden işime geri döndüm. İçimdekilerin hepsi aynı anda 'Evet!' diye bağırırken mantığım ve vicdanım sessizce bir köşe oturmuş düşünceli gözlerle birbirlerini izliyorlardı.
" Bilemiyorum. Yani zarar vermek denemez sanırım. Pekala onun yüzünden okula geldiğim günden beri uzun zamandır yaşamadığım krizlerin eşiğinden dönmüş olabilirim ama dediğim gibi bilmiyorum. O sadece çok soğuk ve bu durum ne yaptığını anlamamı zorlaştırıyor. Arkadaşca yaklaşıyorum ama onun yaptığı tek şey oturup beni izlemek." diyip soluklanmak için konuşmamı yarıda kestim ve fırçayı başka boyaya değmemesine dikkat ederek paletin üstüne yerleştirdim.
" Evime nasıl girdiğini bilmiyorum ama bir şekilde bunu başarıyor ve sadece oturup beni izliyor. Saatlerce konuşabiliyorum bazen karşısında ve verdiği tepki koca bir sıfır oluyor." diyip sıkıntıyla ofladım. "Akay'ı sırf şu kötü çocuk havaları olduğu için değilde her insanın bu dünyada tüm duyguları tatması gerektiğine inandığım için çözmeye çalışıyordum. Ve bir de sanırım gülsemesini merak ediyorum ama öyle alayla olanındandan değil. Gözlerine kadar ulaşan, en içten gülümsemesini öyle çok merak ediyorum ki." diyip konuşurken ellerime inidirdiğim bakışlarımı tekrar Cem'e çıkardım. Gözlerinde parlayan şefkat ışıltıları çok hoş duruyordu.
" Sen çok değerlesin bunu biliyorsun değil mi?" dediğinde gözlerimi odamın içinde gezdirmeye başlamıştım bile. Bir süre daha değişiklik göremediğim odama baktıktıktan sonra tekrardan fırçayı elime aldım ve çizimime devam ettim. Cem ise sessizliğe bürünerek beni izlemeye başladı. Konuşmasak bile nedensizce onun varlığı bana huzur veriyordu.
Tıklatılan kapım ile bakışlarımı tuvalden ayırdım. Annem hafifçe kapıyı açıp kafasının girebileceği büyüklükte bir alan oluşturdu ve önce odayı sonra beni süzdü.
" Müsaitsen bir arkadaşın geldi kızım." Söylediği şey ile kaşlarım çatmadan duramamıştım. Kimden bahsediyordu? Annem geriye çekilip kapıyı tamamen açtığında gözlerimin yerinden fırlıyacağını düşünmüştüm. Akay'ın burada ne işi olabilirdi ki? Yoksa daha deminden beri annem ile konuşan o muydu? Aynı ifadesiz yüz ile odama girdi ve izin almadan benden tarafa, yatağıma oturdu. Şaşkın bakışlarım anneme dönerken hala eve nasıl girebildiğini düşünüyordum. Yavaşca tezgahtan ayrılıp yanıma geldi ve ellerimi tutarak sandalyeye oturttu. Kendisi de karşıma oturduğunda ellerimiz hala birleşik olarak duruyordu.
" Bak kızım buraya geldiğimizden beri seninle ilgilenemiyorum. Sakın itiraz etmeye kalkma herşeyin farkındayım." diyerek açtığım ağzımı geri kapattırdı." Ve senin biraz daha fazla yorulduğununda farkındayım. Buraya geldiğimizden beri dışarı da çıkamıyorsun güzel kızım. Sen de biliyorsun ki bedeninin dinlenmesi gerekiyor. Akay bu hafta sonu ormanda olan yazlıklarında yarışmaya hazırlanmak için seni oraya götürmek istediğini söyledi ve izin istedi. Bunu düşüneceğimi belirttiğimde akşama gelip yüzyüze konuşmak isteyince bende kabul ettim. Önce kabul etmeyecektim sonuçta durumun ortada ama sen öyle göz altların morarmış ve daha sıkıntılı nefes alıp vererek girdiğinde..." dediğinde sözünü kestim.
" Annecim ben iyiyim. Nereden çıkardın nefes alışımda sorun olduğunu?" şimdiye kadar bir sorun fark etmemiştim kendimde. Bunu da nereden çıkarmıştı?
" Sen farkında değilsin ama ben görebiliyorum. Normalda daha sık nefes alıp veriyorsun ama belli ki buranın havası ciğerlerini fazla yoruyor. İtiraz etmeye kalkma Beria. Gitmeni istiyorsam gideceksin. Akay'ın biraz soğuk göründüğünün farkındayım ama iyi bir çocuğa benziyor. Üstelik güneş ile ilgili olan sorununu alerji olarak biliyor. Yemeklerin de zaten hazır.Geriye bir tek senin hazırlanman kalıyor." diyerek güven verircesine gülümsediğinde içimdeki tüm itirazlar bir bir yok olmuştu. Annem bir şekilde her şeyi hazırlamıştı ve dedikleri konusunda haklıydı. Vücudum fazla yıpranıyordu ve bu şekilde daha fazla ne kadar devam edebilirdi, ben bile anlayamıyordum artık. Sanırım biraz dinlenmek en iyisiydi.
Oturduğum sandalyeden ayağa kalkarken hala birleşik olan ellerimiz ile birlikte annem de ayağa kalktı. Sıkıca anneme sarılıp cennet kokusu içime çekerken gözlerimi yumdum.
" Teşekkürler Belma Sultan." diye mırıldanıp annemden ayrıldım ve odama geçtim. Akayı bıraktığım şekill de tavanı izliyordu ve itiraf etmek gerekirse bu sinirimi bozmaya başlamıştı. Sanki o tavanda benim görmediğim bir şey vardı da onu görüyormuş gibi bakıyordu ve bu beni aptal gibi hissetiriyordu. Kendi düşüncelerime gözlerimi devirerek dolabımın üstünden spor lila renkli çantamı aldım. Sanırım bu işimi görürdü. Dolabımın kapağını açıp iki gün boyunca lazım olabilicek şeyleri yerleştirmeye başladığımda Akay beni almaya gelmemiş gibi davranıyordu. Kafamı iki yana sallayıp davranışını onaylamazken çantanın fermuarını kapattım.
Dolaptan giderken giymek için siyah dar paçamı,sıfır kol pudra pembesi gömleğimi ve kapri kol buz mavisi kot ceketimi çıkardım. Sanırım yol için bunlar idealdi. Akayın odadan çıkmayacağını bildiğim için onunla hiç tartışma zahmetine girmeden banyoya girip orada üstümü değiştirdim. Hala kalem ile sabit duran saçlarımı açıp kumral buklelerimin omzumu ve sırtımı kapatışını izledim. Sanırım hazırdım. Tekrar odama geçtiğimde Akay sonunda değişikliğe karar vermiş olmalıydı ki bu sefer otuyordu ve iyice kararmış olan havayı izliyordu.
" Ben hazırım. Ne zaman çıkarız?" diye mırıldandığımda Akay bakışlarını kısaca üstümde dolaştırdı. Giyindiklerime onay vermiş olmalı iki oturduğu yerden kalktı ve erkeksi bir hareketle belinden düşen siyah kotunu düzeltip yerden duran çantamı aldı.
" Şimdi." diye kısaca bana cevap verip odadan çıkarken bunun ' Beni takip et.' demek olduğunu anlamıştım. Hızlıca telefonumu arka cebime atıp bende peşinden çıktım. Akay annem ile vedalaşıp arabada olduğunu söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Anneme bir kez daha sarılırken minnetlerimi de tekrardan dile getirmiştim.
" Teşekkürler annelerin en güzeli. Ben gidiyorum o zaman." diyip yanaklarına sulu öpücüklerimi kondurdum.
" Eğer bir kez daha teşekkür edecek olursan seni döverim." diye tatlı bir tehtit ile evden kovarken bende hızlıca ayakkabılarımı giyindim ve anneme el sallayarak merdivenleri inmeye başladım.Tabi son iki basamak kala hoplamayı unutmayarak. Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirirken önümde gördüğüm gıcır gıcır siyah araba ile nefesimde boğuluyordum. Öksürüklerim arasında arabasının kaputuna yaslanmış Akay hiçbirşey yapmazken nefesimi toparlamayı başarmıştım. Bu ne çeşit bir zenginlikti?
" Arabanın markası ne bilmiyorum ama- Servetinizin yarısını bu arabaya mı verdiniz?" diye sonlara incelen sesim ile sorduğum da yüzümün şekilden şekile girdiğine emindim. O ise hala bana bakmaya devam ediyordu ki benim bu yüz ifadesinden anladığım ' Saçma sapan konuşma.' Pekala bu cümleyi içimde uyuz sürtük de söylemiş olabilirdi. Daha fazla bana bakmadan arabanın etrafını dolaştı ve kendini sürücü koltuğuna attı. Ne vardı yani kapımı açsa? Kaba şey! ' Ama hala çok yakışıklı.! diye mırıldanan ve hülyalı gözlerle Akay'a bakan sütüğe sadece gözlerimi devirmekle yetindim. Bende hareketlenip arabaya bindiğimde kapıyı kapatmamla harekete geçmesi bir olmuştu. Daha yerleşmemiştim bile! Ona gözlerimi devirirken dikiz aynasından yakalanmam ile gözlerimde ki devirme bir yerlerime kaçıp kendi yerine dudaklarıma tatlı gülümsemeyi yollamıştı. Sanki bu buzlar prensine bir etkisi olabilecekmiş gibi. Sonra birden telaş içinde telefonumun üstüne oturduğumu fark edip aniden yerimden sıçradım ve telefonumu arka cebimden çıkardım. Neyse ki bir şey olmamıştı. Rahatlayarak derin bir nefes verdiğimde Akay'ın bana baktığını fark edip hızlıca toparlandım. Daha fazla rezil olmamak adına gözlerimi kaçırdım ve sırtımı koltuğa yaslayıp emniyet kemerimi bağladım. Göz ucuyla ona baktığımda onun da taktığını görerek memnuniyetle gülümsedim. Ne olursa olsun onun güvende olmasını istiyordum. Bir süre daha sesizlik içinde yolculuğumuz devam ederken daha önce hiç görmediğim yerleri karanlıkta geride bırakıyorduk ve benim canım yavaşdan sıkılmaya başlamıştı.
" Nereye gidiyoruz Akay ve söyler misin annemi nasıl ikna ettin? " diye sorduğumda aslında ilk olarak öylesine konuşmak için söylemiştim ama daha sonra bunu ciddi anlamda merak ettiğimi fark ettim. Bu buzdan prens nasıl olmuştu da annemi ikna etmeyi başarmıştı? Yüzüne vuran ay ışığı ile parlayan mavi gözleri uzun yolda sertçe dolaşıyordu. Bu sefer de yola mı sinirlenmişti?
" Gidince görüsün." diye kısaca cevap verirken devamı gelir umudu ile suratına bakmaya devam ederken oda ısrarla bana cevap vermiyordu. Oflayarak geri yaslandığımda aklımdan yapabilecekerlimi geçiriyordum. Akay ile sohbet zaten edilmiyordu ki o maddeyi çoktan elemiştim. Telefon ile uğraşmak normal bir insana bile fazlaca zarar veririken benim ölümümü oldukça hızlandırırdı. Bu yüzden bu maddeyi de eledim. Çantama son anda sıkıştırdığım kitabımı okuyabilirdim ancak okumaya başaladığım anda hareket halinde olduğumuz için yüksek ihtimal midem bulanacaktı. Kafamdan bu madeninde üstünü kırmızı kalemle karaladığımda elimde yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Gözlerim tekrar Akay üzerinde dolaştı ama hala bir umut yoktu. Bende gözlerimi hemen aramızda bulunan tuşlara çevirdim. Hangisi ne işe yarıyordu bilmiyorum ancak karıştırıdığım zaman Akay'ın kızacağını biliyordum. Yine de sanırım sinirliyken sarf ettiği cümleler sessizlikten iyidir.
Akay'a yaramazlık yapacak küçük bir çocuk gibi baktığımda içimdekiler telaş içinde kendilerini panik odasına kapatmışlardı. Ancak onları umursamadım parmağı ilk dikkatimi çeken kırmızı düğmeye dokundurdum. Tavandan çıkmaya başlayan ses ile benim gözlerim tavana Akay'ın gözleri ise bana çevrilmiş oldu. Bu arabanın tavanı açılıyor muydu?! Tüm hücrelerime dolmaya başlayan heyecan ile Akay ' a dönerken yüzüme kocaman bir gülümseme kondurmuştum bile.
" Arabanın üstü açılıyor!" diye sanki onun arabası değilmiş ve görmüyormuş gibi cırladığımda stabil bakışları bir yolda bir üstümde dolaştırmaya devam ediyordu. Bir anda gelen cesaret ile kemerimi çözmeye başaldığımda Akay yapacağımı anlamış gibi bastığım kırmızı düğmeye basarak tavanı geri kapatmıştı. " Aklından bile geçirme. Rahat dur yerinde." sert ve kesin bir dille söylediği cümleler yüzünden itiraz cümlelerim bir bir boğazıma dizilirken bende yüzü asıp koltuğa geri yaslandım ve karanlık gecede sokak lambalarından seçebildiğim kadar yolu izlemeye başladım. Sesizliği hiç sevmiyordum. Nedensizce beni geriyordu ve bu hiç hoş bir durum değildi. İçimdeki sürtük nerden bildiğimi bilmediğim harekli bir şarkı mırıldanmaya başladığında bu sefer onu susturmadım ve bende içimden ona eşlik etmeye başladım. Öyle ki bir ara içimdeki oynak kız çıkmıştı ve sürtük ile birlikte göbek atmaya başlamıştı. İçime nereden geldiğini çözemediğim enerjimi dizginlemeye çalışırken gözlerimi kapamıştım ve içten içe eğleniyordum.
" Şu saçma sırıtmana bir son ver ve arabadan in." bir an kendimi kaptırmamım sebebi ile bana doğru dendiğini tahmin ettiğim cümleleri anlayamasam da içimde ki sürtüğün oynamayı bırakıp bana kafa atmasıyla kendime geldim. Zaten karanlığa alışmış gözlerim etrafa uyum sağlamakta gecikmezken gözlerim, ne olduğu belli olmayan gözler ile bana bakan mavişlere takılmıştı. ' Mavişi bir de suratına söyle istersen.' diyip pis pis sırıtan zihnime suratımı buruşturdum ve Akay'a bakmaya devam ettim.
" Ne oldu?" diye sorduğum Akay ilk defa bana gözlerini devirdi ve arabadan indi. Ben ise bıkmışcasına verdiği tepki ile bile halay çekme isteğimi arttırırken daha fazla oyalanmadan Akay'ın arka koltuğa koyduğu çantamı alıp apar topar dışarıya çıktım. Tabi bu sırada açık bıraktığım saçlarım önüme geldiği için bir şey göremiyordum. Yere falan düşmemiştim ama önüme gelip ağzımı, gözümü işgal eden saçlarım canımı sıkıyordu. Dolu iki elim ile saçlarımı sakinleştirmeye çalışırken ki çabam dakikalar ilerledikçe başarısızlık ile sonuçlanmaya devam ediyordu.
" Seni getirmek ile hata mı yaptım diye düşünmeye başlıyorum sakar şirin." diyerek benden yakınan Akay her ne kadar benimle dalga bile geçse ilk günlerin aksine daha rahat konuşması ve bana taktığı lakap hoşuma gitmişti. Yüzümden büyük ama nazik ellerle çekilen saçlarım ile gözlerim sonunda özgürlüğe kavuştuğunda görüş alanıma giren ilk şey bana bakan gece mavisi gözler olmuştu ve ben o gözlerde ki buzdan duvarı ilk kez kırılmış olarak görüyordum. Her ne kadar gözlerinde alay ve eğlence olsa bile o buzdan duvar yoktu.
" İlk defa buzdan duvarın yok." diyerek kendimi tutamadan fısıladığımda aynı şekilde bana bakmaya devam etmişti. Korktuğum gibi söylediğim cümle ile yaptığının farkına varıp tekrar o duvarları oluşturmamıştı. Aksine yeni parıltılar eklenmişti. Sağ elimdeki ağırlığın gitmesi ile Akay'a baktığımda sırt çantamı fazla havalı bir şekilde sağ omzuna asmıştı ve dudakları alaycı bir şekilde kıvrılmıştı. Bu gece yaşadığım şok artarken ağzım daha fazla daynamadı ve açıldı ama kuracağım cümleler de sanki Akay'ın etkisindeymiş de çıkmayı unutuyorlarmış gibi duruyordu. Öyle hiçbir şey demeden bakmaya devam ederken Akay bileğimi tutup çekiştirmeye başladı. " Şaşkınlığına sonra devam edersin şirine. Şimdi gitmemiz gerekiyor." derken bir yandan da Akay' a olan şaşkınlığımdan dolayı etrafa bakmayı unuttuğum ormanlık yolda yürümeye devam ediyorduk. Tabi ben kendimi kaptırmış öylece giderken birden Akayın durması ile hızımı alamadım ve sırtına tosladım. Benim burnum sızlarken onun duvar gibi olan sırtı çarpmam ile hiçte etkilenmişe benzemiyordu. Alayla bana dönerken bende boşta olan elim ile burnumu tutuyordum.
" Sakar şirin geri döndü demek." diyerek benimle dalga geçtiğinde burnumun sızısı ile cırladım.
" O ne be öyle duvar gibi sırt mı olur? Burnum kırıldı. Hem sakar şirin ne ya? Mavi miyim ben?" kurduğum cümleler Akay'ın keyfi arttırmış gibi gözleri parlarken ben hala burnumu tutuyordum.
" Yani mavi olman dışında sakar şirin olduğunu kabul ediyorsun." dediğinde hala benimle alay ediyordu. Sızı geçmiş olan burnumdan elimi çektiğimde aklıma gelen şey ile gülümsemem bir oldu.
" O zaman sende şirinleri görebilen iyi çocuk oluyorsun." diyerek Karanlıkların Efendisi ile dalga geçtiğimde kaşları çatılmıştı. Gülümsemem onu alt etmiş olmanın verdiği gurur ile genişlerken beni çekiştirmeye devam etti.
" Senin dilin çok uzadı." diye sessizce homurdansa bile ben duymuştum ve gülümsemem artık yüzümde ki kasları ağrıtacak kadar genişlemişti. Adımlarına ayak uydurmaya çalışırken sonunda etrafı inceleyeck fırsatım olmuştu. Aslında pek de farklı bir şey yoktu. Bir çok ağaç ve daha fazla ağaç vardı. Üstelik yürüdüğümüz yerde patika yol falanda yoktu. Ne çıkacağını bilmediğimiz otların üstüne çıtırtılar çıkararak basıyorduk ve bir anda bir yerden böcek fırlama ihtimali beni korkutmuştu. Gözlerimi ay ışığı ile aydınlanan ormandan çekip ayaklarıma bakmaya başladım. Tabi bu karanlıkta ne kadar görebileceğim tartışılırdı.
Yavaşca yüzümü yalayıp geçen meltemin kulağıma doldurduğu hafif daga sesleri ile kafamı kaldırdım. Bir iki adımdan sonra ormanlık alandan açık alana çıktığımızda şaşkın bir şekilde etrafa bakıyordum. Hemen karşımda etrafı ormanlık ile çevrilmiş bir koy vardı ve ortasında ise ağaçtan yapılmış bir ev vardı. ' Bir dakika! Suyun üzerinde gördüğüm evi sizde görüyormusunuz!' diye cırlayan beynim ise şu an kafayı yemek üzereydi. Artık açık kalmaktan bıkmış ağzım yeniden açılırken bir kez daha şaşkınlığımı yaşamama izin verilmemişti ve Akay tuttuğu kolumdan beni çekiştirmeye başlamıştı. Ani çekişiyle düşecek olmammın etkisiyle cırladım.
" Yavaş olsana!" diye sesli yakarışım ise hiç bir etki göstermemişti. Aynı hız ve zorbalıkla çekilmeye devam ediyordum. ' Ve bu zorbalık bizim hoşumuza gidiyor.' diyen sürtük ise yine arsızlığını konuşturuyordu. Evin önüne gelip kısa olan köprüyü geçtikten sonra güzel ve geniş ön terasa ulaşmış olduk. Akay kapıyı açarken bende kısaca etrafa göz gezdirmeye çalıştım. Anladığım kadarıyla bu teras tüm evin çevresini kaplıyordu ve hepsi birbiri ile bağlantılıydı. Güzelim ay ışığı ile aydınlanan su ise enfes bir manzaraydı. Etrafa aşık olmaya daha yeni başlamıştım ki Akay belimi tutarak beni içeri ittirdi.
Yeniden soluğum kesilirken yeni bir güzellik ise gözlerimin önüne serilmişti. Hemen sol tarafımda siyah ve gri renklerle bezenmiş amerikan mutfak vardı. Geriye kalan alan ise kocaman bir salondu ve sağ tarafı boydan cam ile kaplanarak muazzam manzarayı açığa çıkarmışlardı. Mutfağın hemen bittiği alanda ise yukarı çıkan merdivenler ve merdivenlerin yanında bulunan banyo ile bulunduğumuz oda tamamlanmıştı. Sanırım eşyaların rengini söylememe gerek yoktu. Çünkü hepsi siyahtı.
" Şu aptal sırıtışın yüzünde olduğuna göre beğendin." diyerek homurdanan Akaya kadar sırıttığımın farkında bile değildim. Yanımdan geçip kendini üçlü siyah koltuğa atarken yüzümdeki sırıtışın solmasına izin vermedim.
" Burası çok güzel." diye itiraf ettiğimde bulunduğu konumu bozmadan "Biliyorum" diye cevap verdi. Kısaca ona gözlerimi devirdikten sonra eski ruh halime ışık hızında bir dönüş yaptım. Hala ayakta dikildiğimi fark edince ben de ufak adımlarla yanına ulaştım ve koltuğun boşta kalan köşesine iliştim.
Burada hala ne yapacağımızı bilmiyordum ve cevap bekler bir şekilde sabırla Akay'a bakıyordum ama o ısrarla manzarayı izlemeye devam ediyordu. Sonunda kalmayan sabrım ile dudaklarımdan sıkıntılı bir nefes verdim.
" Neden buradayız Akay?" dediğimde bir süre daha gece mavisine dönen gözleri etraf da dolandı. Bakışları beni bulduğunda ise yüzümü dolandıktan sonra gözlerimde durmuştu.
" Yarışma için." diye kesin bir dilde konuştuğunda bunun daha fazla açıklama yapmayacağını belli eden ses tonu olduğunu biliyordum. Bir süre daha öylece oturduğumuzda neden bir şey yapmadığımızı düşünüyordum ama bu düşünceklerinvde beni terk edip çeneme vurması çok zaman almamıştı.
" O zaman resim çizmeye başlasak mı acaba?" dediğimde kafasını iki yana olumsuz anlamda salladı. "Git üstüne değiştir." dediği şeyi anlamam biraz zaman alsada neden böyle bir şey dediğine çok fazla kafa yormadan oturduğum koltuktan kalktım ve çantamı alarak banyoya yöneldim. Gözlerim yürürken kısaca merdivenlere kaymıştı ama çok uzatmadan hemen önüme dönmüştüm. Merak özellikle Akay'ın yanında beni daha çabuk öldürebilirdi.
Banyoda hızlıca üstümdekileri çıkardım ve altıma kare desenli şu yeşili pijamamı geçirdim. Üstüme ise beyaz t-şort geçirdikten sonra çıkardığım kıyafetlerimi katlayıp güzelce geri çantama yerleştirdim. Banyoda ki aynadan tipime onay verdikten sonra yavaşca dışarıya doğru adımladım. Çantamı hemen merdivenin yanına bırakırken üstüne giyindiği siyah eşortman ve t-şort ile koltuğa uzanmış Akay'ın yanına gittim. Tepesinde ne yapacağımı bilemediğim bir şekilde etrafa bakınırken birden beni yanına çekti ve ani hareketi beklemeyen ayaklarım bocalayarak Akay'ın üstüne düşmeme sebep oldu.
Neyse ki Akay geniş kanepede kenara kaymıştı da o klasik aşk filmi sahnesini yaşamamıştık. Buna rağman ben hala şok içerisinde Akay'a bakıyordum.
" Uyumak istiyorum. Arkanı dön." dediğinde itiraz etme gereksinimi duymadan ona itihat ederek arkamı döndüm. Kaslı kolu hiç zaman kaybetmeden belimi sarıp aramızdaki bir nefeslik mesafeyi bitirerek beni kendine çekti. Sırtım sert göğüsüne yaslanırken nefesini boynumda hissetmeye başlamıştım bile. Bu durum anlamsızca sol tarafımın ritmini değiştirirken saçma bir tepki vermemek için kendimi zor tutuyordum.
" İyi geceler şirine." diye kulağımın dibinde uyku dolu bir sesle mırıldandı. Onun bana taktığı isim ile yüzümde acı dolu bir gülümseme oluştu. Bunların olması çok saçmaydı. Özellikle sol tarafımı acımasız bir hızla döven kalbimin olması... Ne zaman duracağı belli olmayan kalbimin bu yaptığı aptalcaydı. Yüreğimde oluşan sızı ile içimdeki hepsinin yüzü asılmıştı bile. Yüzüne acı bir gülümseme yerleştiren sürtük mırıldandı. ' Kısa bir an için. Lütfen.' İlk defa benden bir şey istiyordu ve sanırım ona bu mutluluğu verebilirdim. ' Sadece kısa bir an için' diyerek onu yeniden uyardı zihnim. Sürtük ise mutluluk ile kafasını sallayarak söz verdi. Kendi kendime "Kısa bir an için." diye fısıldadım ve arkamda nefesi düzene girme başlamış olan Akay'a doğru mırıldanım.
" Sana da iyi geceler Akay."

KARANLIĞA MAHKUM(DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin