3. Bölüm

24 3 0
                                    

Yeni Bir Gün

Çekimler çoktan başlamıştı. Setteki herkesle çok iyi anlaşmıştım Selim dışında. Bilindiği gibi romantik komedi dizilerinin genel süreci şu şekilde işler: Çift ilk etapta tesadüfi bir şekilde karşılaşır ama birbirinden hiç hoşlanmayıp kavga ederler. Sonra birlikte çalışmak veya yaşamak zorunda olduklarını öğrenirler. Bu kavgalar artar, azalır ve derken çift birbirine aşık olur. Bizim dizide de durum aynen böyleydi. Rol icabı olan kavgalarımız bazen gerçek oluyordu. Resmen birbirimize gıcık oluyorduk. Şimdilik kavgalı gürültülü bölümler çektiğimiz için bir problem yoktu ama sonra aşıkları nasıl canlandıracağız hiç aklım almıyor doğrusu. Selim'in çapkın bir arkadaş olduğunu anlamak uzun sürmemişti. Sete sürekli güzel, alımlı ziyaretçileri geliyordu. Hatta bu sebeple yönetmenden bir kere azar işitmişti. Ohhh ne de güzel olmuştu. İçimin yağları erimişti vallahi. Bana bu kadar ters yapan adam, ziyaretçi kızlara karşı bir kibar oluyordu ki sormayın. Hayır ben de gayet güzelim aslında ama sorunumuz ne çözemedim bir türlü. Her neyse bir gün sette yine kavga ediyoruz, yani rol gereği;

Ben: 

- Yeter artık bağırma. İstemiyorsan bir daha yüzümü görmezsin... (diyip arkamı dönüyorum. Tam o sırada Selim lafa giriyor.)

Selim:

- Zeynepppppp dur. (diyip kolumdan tutup gitmemi engelliyor. Bu arada dizideki adım Zeynep) Haklısın gereksiz yere bağırıp çağırdım. Kırdım seni. Özür dilerim... Gitmeni istemiyorum...

Dönüp yüzüne, gözlerinin içine bakıyorum. Burada bir şeyler söylemem gerekiyordu. Özrünü kabul etmiyorum mu diyecektim. Ne diyeceğimi hatırlayamıyorum. Gözlerine bakıyorum. Gözlerine baktıkça işin seyri değişiyor. Heyecanlanıyorum. Nefes alamıyorum. Utanıyorum. Gözlerimi gözlerinden çekmek istiyorum ama başarılı olamıyorum. Gözlerinden geçeni okumaya çalışıyorum. Etraftaki herkesi her şeyi unutuyorum. O da bana aynı şekilde karşılık veriyor. Derken biri dokunuyor omzuma, kendime geliyorum. "Ece ne yaptınız siz ya. Kaç saattir kestik diye bağırıyoruz. Koptunuz iyice. Toparlanın artık." "Bugün çok dalgınım özür dilerim. Biraz ara verelim mi? Kafamı toparlamam lazım" diyorum.

Neyse ki yönetmen anlayışlı davranıyor. "Hadi o zaman bugünlük bu kadar yeter arkadaşlar. Yoruldunuz gidin dinlenin, yarın erkenden başlayalım." diyor. Hemen gidip üzerimi değiştiriyorum ve hızla uzaklaşıyorum oradan. Yürümeyi tercih ediyorum. Hızlı adımlarla koşarcasına gidiyorum. Hiç bir şey düşünmek istemiyorum. Beynimi bir yerde bırakıp oradan uzaklaşmak istiyorum ama yapamıyorum. Bir an yoruluyorum ve yavaşlamaya başlıyorum. Allah'ım ne yaptım ben ya saçmaladım resmen diyorum yüksek sesle. Ahhh kahretsin düşünme unut gitsin en azından şimdilik düşünme lala lala la laaaaa lalalaaaa.... Düşünmemek için zihnimi başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyorum. Annemi babamı da ne çok özledim ya. Babam diziyi izlerken Selimle olan sahnelerimizi görünce... AAAhhh yine aklıma geldi lanet olsun diyorum. Zihnimi yenemeyeceğimi anlıyorum. Denize yakınım. Boş bir banka gözüm ilişiyor. Gidip oturuyorum. Bu işi burada kafamda halletmem lazım diyorum. Yüksek sesle konuşmaya devam ediyorum. Etrafta fazla kimse yok saat ilerlemiş olmalı. Evet derdim ne benim soruyorum bana. Yoksa Selim' e karşı bir şeyler mi hissediyorum. Hayır ya bu olmamalı. Ondan bana hayır gelmez. Selim demek benim için yine bir platonik buhran demek. Bu durumu engellemeliyim. Bu aşka engel olmalıyım. Daha fazla kaptırmadan bir çaresini bulmalıyım. Yılanın başını küçükken ezmeliyim vs. Çok derin bakışları var. Bir sürü şey söylemek istiyor anlatamıyor sanki ya da ben anlayamadım. Ama tam bir serseri. Hayırsızın biri. Birlikte o kadar zaman geçiriyoruz. Set dışında bir kere bile arayıp nasılsın demedi. Hakkımda neredeyse hiçbir şey bilmiyor. Demek ki hiç umurunda değilim. Ve ben yine bir lüzumsuz buldum. Kendi kendime söylenmeye devam ederken bir karartı hissediyorum. Bir gölge bana doğru yaklaşıyor hissediyorum. Endişeleniyorum. Etrafta da kimse yok. Sarhoşun biri başıma bela olmasın diye düşünürken korkmama sebep olan kişinin gelip yanıma oturduğunu fark ediyorum. Hiç yüzüne bakmadan usulca kalkıyorum. Kolumdan tutup oturtuyor beni. Ödüm kopuyor. Dönüp bakıyorum Selim...

Selim:

- Ece benim korkma. Otur lütfen.

Ben:

- Yaaa manyak mısın? Niye sessiz sessiz geliyorsun. Korkmak ne kelime ödüm koptu.

Selim:

- Haklısın kusura bakma ya düşünemedim.

Ben:

- E nereden buldun sen beni.

Selim:

- Ya setten çıktığında beri arkandan geliyorum. Sana yetişmeye çalışıyorum. Ne kadar hızlı yürüyorsun yetişemedim. Ayrıca o kadar seslendim sana ama duymadın beni. Mır mır bir şeyler söylüyordun. Telefonla mı konuşuyordun.

Ben:

- Hmm niye geldin ki arkamdan bir şey mi oldu. ( inşallah konuştuklarımı anlamamıştır)

Selim:

- Yoo. Bir şey olmadı. Ama düşündüm de gün içinde o kadar vakit geçirmemize rağmen birbirimizi hiç tanımıyoruz. Biraz otururuz bir çay kahve içeriz belki diye düşündüm.

Ben:

- Şaşırttın beni Sarı Selim. ( ıyyy ne dedim ben ya Sarı Selim ne aaaaaa bağırmak istiyorum ama Selim'in güldüğünü fark edince kendime kızma işini bir kenara bırakıyorum. )

Selim:

- Sarı Selim ne be. (derken gülümsemeye devam ediyor.)

Ben:

- Iıııııııııııı bilmem serbest çağrışım olmalı.

Selim:

-Neyse neyse. Arabam yakın. Hadi gel seni bir yere götürüyüm.

Ben:

-Götürüyüm derken.

Selim:

-Ya bir kahve ısmarlıyım sana diyorum. 

Ben:

-Ha tamam hesap sendense, bir de geri beni eve bırakacaksan gelirim (Gülümsüyor.)

Sözünde duruyor. Kahveleri ısmarlıyor. Güzel bir sohbetin ardından beni evime bırakıyor. Nezaket olsun diye eve davet etmiyorum. Apartmandan içeri giriyorum. Koşa koşa merdivenleri çıkıyorum ve kapımda beni bekleyen bir sürprizle karşılaşıyorum..

Bir Yolunu BuluruzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin