Multimedia'da Ufuk, Mine ve Savaş var :) Keyifli okumalar!
Akşama doğru henüz pazardan yeni dönen Ufuk'un karısı Mine, ne eve gelen mafyalardan ne de içinde bulundukları durumdan haberdardı. İçeri girip elindeki poşetleri mutfağa bıraktıktan sonra evin içinde Ufuk'u ya da oğlu Savaş'ın bakıcısını bulma ümidiyle "Kimse var mı?!" diye seslendi.
"Hoşgeldiniz Mine Hanım" dedi ince bir ses. Kahverengi kısa saçları, beyaz teni, koyu kahverengi gözleriyle bu sesin sahibi Savaş'ın bakıcısı Aslı'ydı.
"Hoşbulduk Aslı. Bizim ufaklık nasıl?" dedi Mine.
"Bir saat kadar önce sütünü içirip uyuttum, şuan mışıl mışıl uyuyor yavrucak." diyerek gözlerini masumca kırpıştırdı Aslı.
Mine tekrardan bir soru yöneltti. "Ufuk nerede?"
Aslı usulca; "Çalışma odasında telefonla birileriyle görüşüyordu Mine Hanım."
Mine kafasını "tamam" dercesine sallayarak merdivenlerden çıkıp Ufuk'un çalışma odasına doğru ilerlerken birden koridorda Savaş'ı gördü. Uyanmış diye geçirdi içinden. Bir dakika! Ayakta mı?! Evet, Savaş ayaktaydı! Mineyle Ahmet'in daha önce sık sık Savaş'ı tutarak yürüttükleri zamanlar olmuştu tabiiki. Sonunda öğrenmişti demek yürümeyi.
"Afacanım benim!" diye bağırarak kucaklayıp sarıldı oğluna. Özlem giderip sevindikten sonra birkaç adım daha attığını görebilmek için Savaş'ı yere bıraktı. Her adımında Mine daha çok seviniyordu. Birden kocasının yanına gideceğini hatırlayınca Savaş'ı da alıp koridorun sonuna, Ufuk'un çalışma odasına doğru ilerledi. Ufuk onları duymamış olacak ki dışarı çıkmamıştı. Odanın önüne geldiğinde odaya girmeden kocasının biriyle konuştuğunu duyup kulak asmadan edemedi. Tabii ki kucağındaki oğlunun ses çıkarma ihtimaline karşı ağzını kapatmayı da ihmal etmemişti. Kulağını kapıya yaklaştırdı.
Ufuk, "Sadece borç. Evet, iki hafta sonra söz geri vereceğim. Tamam o zaman kızını evlendireceksen kalsın. Tamam, iyi akşamlar."
Ufuk'un son cümlesinde Mine odaya girdi ve sanki dinlememiş gibi vurdumduymaz bir şekilde "Kiminle konuşuyordun hayatım?" diyerek masanın önündeki çift kişilik deri koltuğa oturdu.
Ufuk, "Bir arkadaşla canım." dediğinde Mine tek kaşını havaya kaldırarak şüpheci bir tavırla "Bana söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu.
Ufuk, elindeki telefondan kafasını kaldırarak "Nereden çıktı bu?" dediğinde Mine havaya kaldırdığı tek kaşını indirerek "Neyse neyse, bak ne diyeceğim, oğlumuz yürümeye başladı." Ufuk'un kısa bir şaşkınlığından, sevinç dakikalarından sonra Mine,"Bu arada Ayşe -aşçıları- yemeği hazırlamış. Haydi yemeğe." dedi.
Beş dakika sonra Savaş'ı, bakıcısı Aslı'ya verip masaya oturdular. Yemeklerini yerlerken Mine tedirgin bir şekilde "İki gündür soracağım ama fırsat olmuyor. Neden işe gitmiyorsun?"
Ufuk, "Artık çalışmayacağım ne yazık ki çünkü" dedi ve bu yolun kaçışı olmadığını kendisine hatırlatarak karısına her şeyi anlattı. Sonrasında Mine ne kadar üzülse de gece birbirlerini teselli edip ertesi gün rehberlerindeki neredeyse herkesi aramaya başladılar ve o gün dostluğun da bir yere kadar olduğunu anladılar. Bu dünyada kaderlerinin önüne geçebilecek bir şeyin olmadığını, yapayalnız olduklarını anlamış oldular.
Herkesin bir işi vardı. Biri kızını evlendirecek, biri oğlunu sünnet edecek, birinin borcu, başka birinin de evini boyaması gerekiyordu. Daha niceleri de vardı. Ya herkesin paraya ihtiyacı vardı ya da bazıları cimrilik ediyordu. "Olsun canları sağolsun" dedi Ufuk, sanki canı hiç yanmıyormuş gibi. Hiç kalbinde kirpi olduğunu hissettiğini düşünmüyormuş gibi. Üstelik o kadar çok tanıdıkları vardı ki, bir günlerini tanıdıklarından borç bulma ümidiyle geçirmişlerdi bile. İkisi de yorgunluktan biraz erken uyuyarak kaderlerine boyun eğip çaresiz bir halde olacakları beklediler.
***
Ufuk, ertesi gün öğlene doğru Aslı'nın Savaş'ı parka götüreceğini görünce hem oğluyla ilgilenmek istediği için, hem de kafasının dağılabileceğini düşündüğünden Savaş'ı kendisi parka götürmeye karar verdi. Bugün son gündü. Yarın sabah dördüncü günün sabahı olacaktı. Oğluyla ilgilenmek falan bahaneydi aslında. Asıl amacı kendisine bir şey olursa diye son kez oğluyla vakit geçirmekti. Bir babanın çaresizliği işte...Baba-oğul parka geldiklerinde Ufuk, Savaş'ı taşıyıp kaydırağın başına hafif bir şekilde oturttu. Kaydırağın sonuna ellerini koyarak "Gel bakalım" diyerek eliyle gel işareti yaptı. Savaş belli belirsiz gülümseyerek "babba" ve "hııııı" diye bir ses çıkarttı ve kaydı. Ufuk, Savaş'ı kucakladığı gibi havaya kaldırıp fırlatıp tuttu. Bir kez daha... ve iki kez daha. Sonunda Ufuk, yorulunca oğluyla birlikte banka oturdu.
Savaş, biraz agu mugu dedikten sonra eliyle pamuk şekerciyi işaret etti. Babası da "Oğlum pamuk şeker mi istemiş, hemen alıyorum oğlum" diyerek Savaş'ı bankta bırakıp pamuk şekercinin yanına gidip, mavi pamuk şeker aldı. Parasını da verdikten sonra arkasını döndü ki Savaş'ın oturdukları yerde olmadığını fark etti.
Gözlerini hızla hareket ettirip kaydırak, tahterevalli ve salıncakların olduğu yeri, yani tüm parkı taradı. Savaş'ı göremeyince aceleyle park kapısının dışarısına baktı. Sokağın sonunda tam sağa dönerken kağıt helvacı gördü. Savaş, belki ona takılmıştır fakat o kadar hızlı yürüyemez diye düşündü ama yinede sokağın sonuna doğru koşmaya başladı. Sağa dönünce Savaş'ın orada olmadığını gördü. Önüne çıkan insanlara sordu fakat herkes sanki bir oyun için birlik olmuşcasına "Görmedim" diyordu. Ufuk, korku dolu bakışlar ve hızlı adımlarla parka tekrar bakmayı düşündü. Hayatında en hızlı ve delicesine koştuğu günün bugün olduğuna yemin edebilirdi.
Parka vardığında içeriyi hızlıca gözüyle tekrardan taradı ve oğlunu gördü! İşte oradaydı?! Ufuk hayal görmüş olup olmadığını düşündü. Gözlerini sımsıkı kapattı ve tekrar göz kapaklarını araladığında oğlu, bıraktığı yerde, bankın üzerinde duruyordu, fakat ağlıyordu. Ufuk, koşarak yanına gittiğinde Savaş'ı kucaklayarak öpmeye başladı. "Nereye gittin sen oğlum?" saçma bir cümle kurduğunun farkındaydı fakat kendini kötü hissetmişti. Olayı tam olarak anlayamamıştı.
Yaklaşık iki dakika sonra telefonu çaldı. Gizli numaradan aranmıştı. Telefondaki kalın erkek sesi "Umarım parayı yarın sabaha hazır etmişsindir. Aksi takdirde oğlunu birdaha bulamazsın. Bugün beş dakika Savaş'sız, yarın ömür boyu. Anladığını umuyorum." Ufuk konuşmak için tam ağzını açacaktı ki telefon kapatıldı. Şimdi anlamıştı işte oğlunu nasıl kaybettiğini. Telefondaki adam tehdit etmek amacıyla oğlunu beş dakikalığına kaçırıp tekrar aldığı yere geri koymuştu. "Şerefsizler!" diye bağırarak oğluna sarıldı. Bu işin sonu ne olacaktı, yarın sabah ne yapacaklardı?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK YOL
Teen FictionHer hayat, bir yoldur. Her yol bir seçim, kaderdir. O, ailesi ve mafyalar tarafından henüz iki yaşında karanlık yolu seçmek zorunda bırakıldı. Savaş, mafyanın önderi Polat'ı babası, kızı Tutku'yu da kardeşi bilirken bunların hepsinin palavradan iba...