5.Bölüm

198 17 18
                                        

Multimediada Ufuk'un bölümle ilgili fotoğrafı var. Keyifli okumalar :)

Ve umutlar;
Beklemeye değdiğinde güzel.
Hepsinin boşuna olduğunu fark edince değil.

*

Trafiğin nabzı değişiyordu. Korna sesleri, sirenin gürültüsünden duyulmuyor, siren sesi insanların kulağını tırmalıyordu. Ufuk, bunu hissedebiliyordu. Sedyede, seruma bağlı halde uyuyan (!) Mine'nin elini tutmuş, iki dakikada bir elini karısının boynuna götürüyor, nabzının atıp atmadığını kontrol ederken zamanın çok yavaş geçiyor olmasına kızıyordu.

İçindeki duygu selini bastırarak camdan dışarı, trafiğin açık olup olmadığına baktı. Yarım saat içerisinde gökyüzü grileşmiş, küçük bir kıyamet olmuştu Ufuk için. En yakın hastane ne kadar da uzakmış meğerse. Ya da dakikalar bu kadar uzundu da yeni farkına varıyordu.

Ufuk'un kalbini söküyorlardı sanki. Gözleri, kendini bildi bileli ilk defa bu kadar akmıştı. Bunu saklamaya da ne niyeti, ne de hâli yoktu zâten.

Ambulans, birden durdu. Hızlıca kapı açıldı ve hemşire araçtan inerek yüksek sesle "Sedye!" diye bağırdı. Kadının tiz sesi Ufuk'un kulağını tırmalamıştı. Sesler, kulağında ikinci kez yankılanıyordu. Ufuk, yutkunarak Mine'nin sesinden başka hiçbir ses duymamayı düşündü.

Kapıda hazırda bekleyen görevliler sedyeyi koşarak getirdiğinde "Hastayı sarsmadan" diyerek sakin -Ufuk hariç- fakat hızlıca Mine'yi kaldırıp sedyeye yatırdılar.

Ufuk, Mine'nin elini tutarken, hemşire ve görevlilerden olduğu üstlerindeki mavi hastane tişörtlerinden anlaşılan birkaç kişi, sedyeyi hastane koridorlarında ilerlettiler. Sedyeyi yan tarafındaki duvarda 'Ameliyathane' yazan büyük kapıdan içeri soktuklarında, Ufuk'ta içeri girecekken bir hemşire yavaşlayıp Ufuk'a orada beklemesini söyleyince o, çaresizce kafa sallamakla yetindi.

Ufuk, sıra sıra sandalyelerin olduğu koridorda en sona doğru sersem sersem yürüdü. Duvara yaslandı ve yavaşçana ayaklarını soğuk mermer zeminine sürterek yere kaydı. Dizlerini kırıp karnına kadar çekti. Başını öne eğerek dizinin arasına aldı ve ellerini başının iki yanına sertçe geçirdi.

Her zaman onun için iğrenç olan hastane kokusuna aldırış etmeden derin bir nefes aldı. Sonrasında nefesini denize dalıyormuşçasına kuvvetli bir şekilde tuttu. O an bir daha hiç nefes almamayı diledi.

Her yol karanlığa çıkardı artık. Ne yapsa olmazdı. Bırakmazdı bu keder yakasını. Ama Mine bir uyansın... Bir uyansın her şeyin daha iyi olacağını ümit ediyordu.

Savaş acaba şu an iyi midir? Aç mıdır? Uyuyor mudur? Yoksa bunları hissedemeyecek kadar yorgun, derin bir uykuda mı... Bunların cevabı meçhuldu.

Ufuk, zihninin en derinlerine itmiş olduğu yerleri düşünerek oğlunu oraya götürüp götürmeyeceklerini tahmin etmeye çalışıyordu. Ne yazık ki mafyaları tanımıyor, oğlunu nereye götürebileceklerini bilmiyordu. Fakat patronunu tanıyordu. Patronunun parasını bir şerefsize sadece güvendiğinden dolayı yedirmişti. Tek suçu güvenmekti. Patronu başına mafyaları musallat ettiğinden o, oğlunu nereye götürdüklerini bilebilirdi.

Ufuk, hastanede kalıp Mine'yi beklemek ya da gidip oğlunu bulmak -tabii hâlâ yaşıyorsa- fikirleri arasında gidip geldi. Sonunda Mine'yi beklemesi kararına vardı. Hiç değilse bir saat beklemeliydi. 'O kadar sürermiydi acaba? Ya saatler sürerse?' diye düşündü. 'Doktor ne diyecekti acaba? Mine yaşama tutunabilecek miydi? Onu görmesine izin verecekler miydi?'

Gözlerinden bir yaş süzüldü. O, bunun farkında değildi. "Allah'ım ne olur ona yardım et. Lütfen ölmesin." Kendisinin duyabileceği bir ses tonuyla dua ediyordu. Birden bir ses duydu. Sesi insanların uğultularından ayırt edebildiğinde kapı sesi olduğunu fark etti. Kafasını hızlıca kaldırdı. Ameliyathaneden bir Asistanın çıktığını görünce ayağa fırladı.

KARANLIK YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin