3.Bölüm

272 42 40
                                        

Multimedia'da Mine ve Ufuk var. Vote ve yorumlarınız için teşekkürler :)

Keyifli okumalar!

Ufuk, ertesi gün sabahın erken saatlerinde çok az uyumuş olmasına rağmen oğlunun ağlama sesini duyup odasına gitmiş, mavi üstüne küçük beyaz gemiler olan beşikten Savaş'ı kucaklayarak öpmeye başlamıştı.

Yavaş ve kararlı adımlarla salona doğru ilerlerken Savaş'ın onun için ne kadar değerli olduğunu düşünmekten kendini bir kez daha alıkoyamadı.

Kulağına ufak bir düşme sesi geldiğinde düşünceler uzay boşluğuna atlarcasına zihninden yavaş yavaş uzaklaştı. Neyin düştüğünü görmek için Savaş'ın, gözlerindeki elini çekmeye çalışarak yere bakındı. Oğlunun mavi tişörtünün yakasında takılı olan emziğin düştüğünü gördüğünde, bir eliyle Savaş'ı sıkıca tutup diğeriyle siyah ve krem renklerinden oluşan karışık desenli, oldukça pahalı olan halının üstünden emziği aldı.

Salondaki koltuğa oturduğunda bir süre Savaş'ın ayaklarıyla imtihanını izledi. Oğlunun yürüyüşünü paytaklığından dolayı penguenlere benzetti. Bu sayede içinde yanan yangını düşünmeden gülümseyebilmişti. O sırada ritimli bir şekilde merdiven sesleri duyuldu.

Ufuk, başını kaldırdığında Mine'yi görüp, onu baştan aşağı süzdü. Mine, dizine kadar gelen üst kısmı krem renginde dantel detaylı pembe bir gecelik ve yine krem renginde fırfır detaylı terliğiyle esneyerek merdivenlerden indi.

"Günaydın sevgilim." sesi olduğundan daha ince çıkmıştı Mine'nin.

Düşünceli ifadesiyle "Günaydın canım." diye karşılık verdi Ufuk.

Mine, Ufuk ona dün gece Savaş'ın kaçırılma olayını anlattığından buruk bir gülümsemeyle Savaş'a baktı. Hafifçe iç geçirerek "Ben Savaş'ın mamasını ve kahvaltıyı hazırlayayım." dedi.

Aslında Ufuk, olayı Mine'ye korkmasın, içi rahat olsun diye anlatmayacaktı. Fakat Savaş yanındayken ona göz kulak olsun, daha fazla dikkat etsin diye ne olur ne olmaz diyip yumuşak bir dille anlatmıştı. Gerçi Mine'yle Savaş'ı bir daha asla tek başlarına bırakmayacaktı, ama olsun.

Ufuk, oğluyla en sevdikleri oyun olan oyunu oynamaya başladı. Savaş'ın ayağına iki parmağını değdirerek "Geldi geldi geldi geldi." diyerek parmaklarını Savaş'ın kafasına çıkardı. Sonrasında "hoooop." diyerek oğlunun kafasındaki iki parmağını tekrar ayağına indirdi.

Birkaç dakika sonra Ufuk, Savaş'ı beşiğine götürmüş ve sofraya oturmuştu. Kahvaltıda birkaç gündür olduğu gibi yine uçsuz bucaksız düşüncelerle boğuluyordu.

Hayatın değerini kaybedeli henüz birkaç gün olmuştu. Dünya, yaşam değersizdi artık. Ama Savaş için yaşamıyorlar mıydı? Onun için katlanacaklardı.

İkisi de çatal bıçaklarıyla tabaklarındaki yiyecekleri yemeyip, oynarlarken birden kapı birileri tarafından alacaklı gibi çalındı. Gibisi fazlaydı... Ufuk, Mine'ye bakıp başını salladı ve ahşap masa sandalyesinden ayağa kalkarak hızlı ve tedirgin adımlarla kapıya doğru yürüdü.

Kapıyı açtığında ikisi koruma üç siyah takım elbiseli, bellerinde tabancaları olan ve mafya tipi barındıran adamlar gördü. İki koruma olarak düşünmesinin sebebi en öndeki patronlarıydı. Sanki beyninden vahşet fışkırtacak olan adam, Ufuk'u arkasında bırakarak birkaç adım içeri doğru, sanki kendi evindeymiş gibi yürüdü. İki saniye sonra, diğer iki canavar da patronlarının bir adım arkasında yerlerini aldılar.

Ufuk'ta peşlerinden giderek "Siz de kimsiniz?! Siz o patronumun beni mafyayla tehdit ettiği kişilersiniz değil mi?" dedi şaşkınlığını gizleyemeyerek.

KARANLIK YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin