Sabahları uyandığınızda, hayatınızda olmuş bitmiş hiç bir şeyi hatırlamadığınız ve gayet iyi olduğunuzu sandığınız o bir dakika, her şeye bedeldir. Uyanıkken dertsiz hissettiğiniz tek andır belki de. Belki mi? Kimi kandırıyorum, kimsenin hayatı mükemmel değildir, sadece bazıları öyle sanıyor veya öyle olduğuna kendisini inandırmak istiyordur. Hepimizin kendimize göre, haketmediğimiz olayları, dinlemekten bıktığı cümleleri, görmekten yorulduğu yüzleri, ve hiç bitmeyecek gibi gelen dertleri vardır.
Ben ise dün geceye kadar, dertlerimi geride bıraktığımı sanıyordum, hiç değilse bir çoğunu. Ama yanılmışım, adımımı kurtulmanın kolay olmayacağı bir şeye atmıştım. Pişman mıydım? Bilmiyordum. Özlemiş miydim? Galiba. Peki, tekrar güvenir miydim? Asla.
İnsanların kalplerini, güvenlerini, hep bir kağıt gibi hâyâl etmişimdir, bir kere buruşturunca eski şeklini alamazdı ne kadar uğraşırsak uğraşalım. Ya da şöyle düşünün, akan göz yaşlarını geri getirmek. Mümkün mü? Değil. Kırılan bir kalp, mahvolab olan bir güven, eski hâline gelmez. Ben, Poyraz'a olan güvenimi son damlasına kadar akıttım, ve o da yardımını esirgemeyerek, hiç düzelmemesini istermişçesine buruşturdu.
Bir insanın mahvederek, çıkıyor hayatından bazıları. Sonra hiç bir şey olmamışçasına, o tam sizi geride bıraktığına emin olmuşken, pişman olduklarını söyleyerek hayatınıza tekrar girmeye çalıştıklarında hiç bir şey değişmiyor, hiç bir yara iyileşmiyor. Aksine, kabuk bağlamış yaralar tekrar kanıyor.
Kafamda dönen düşünceleri ve sürekli 'Poyraz' deyen sesleri bir kenara itmeye çalışarak yataktan kalktım. Şimdi her şeyin ciddiyetinin daha da farkındaydım, sakin kafayla düşünüyordum ve şu an Poyraz'ın beni elde etmesine izin verecek kadar aptal değildim.
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkayıp, diğer işlerimi hallettiğimde biraz daha iyiydim, hiç değilse soğuk su yüzümle buluşunca kendime gelmiş ve tamamıyla uyanmıştım. Güne başlamaya hazırdım.
Dolabımdan kot şortumu ve beyaz askılı üstümü alarak üzerime geçirdim. Saçlarımı açarak hafifçe taradım ve kirpiklerime biraz maskara sürdükten sonra, aşağıya inmeden önce telefonumu ve kulaklığımı da alarak odadan çıktım.
"Deniz!" Başak'ın bunu söylemesiyle herkesin yüzü bana dönmüştü.
"Günaydın." dedim masaya otururken.
"Ne günaydını be! Nereye kayboldun dün gece?" diye çemkirdi Başak.
"Ne kadar merak ettik haberin var mı?" Can da onu desteklemişti tabi.
"Aptal! Korkuttun bizi bir anda ortadan kaybolunca." Eymen de eksik kalmamıştı, Eylül ise susup anlatmamı bekliyordu.
"Poyraz, o burada." cümlem bittiğinde herkesin kızgın ifadesi yerini şaşkınlığa bırakmıştı.
"Bir şey mi yaptı yoksa sana? Eğer öyleyse o piçi gebertirim!" dedi sertçe Eymen.
"Hayır, bir şey yapmadı. Pişman olduğunu, beni özlediğini, ve geri kazanmak istediğini falan söyledi..."
"Sen ne dedin?" dedi Eylül geldiğimden beri ilk kez konuşarak.
"Tabiki gitmesini söyledim."
"Aslan kardeşim be!" deyerek Can sırtıma vurduğunda içtiğim su az kalsın boğazıma kaçıyordu.
"Yavaş be, öküz." dediğimde herkes şokunu atmış olacak ki gülmeye başladık.
"Seni rahatsız ederse anında haber veriyorsun." diye konuştu Eymen kesin bir dil ile. Kafamı sallayarak geçiştirdim, sanki Poyraz'ı ben idare edemezmişim gibi konuşmaları sinirime dokunuyordu. Sonuçta eski sevgilimdi, hakkında bir çok şey biliyordum, nerede ne yapacağını kestirebilirdim, çünkü onu tanıyordum. Ya da belki de tam olarak tanımıyorum, sonuçta beni aldatmıştı ve ah, bu bazen aklımdan çıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahlı Çocuk
Teen FictionSerin bir yaz gecesi, köpeğiyle dolaşan bir kız, ve bir erkek. Erkek siyahlar içinde, kız maviler. Karakterleri giysilerine yansımıştı adeta. Kız mavinin en güzel tonlarını bir kişiliğe sahipken, erkek siyahtı, karanlık ve yalnız. Böyle başlayan bir...