~2

448 35 11
                                    

Bir kaç göz yaşım damladı biraz sonra yazacağım masalım ile dolacak kağıtlara...

"Masal..." Diye fısıldadım. Dudağıma hafifçe bastırmış olduğum kaleme doğru. "İnsanlar bunun yaşanmış olduğundan, bu acıların çekilmiş, ve birazdan sonlanacak hikayenin akıttığı göz yaşlarından bihaber olacaklar..."

Göz yaşlarından kaynaklanan hafif griliklerin dışında bembeyaz olan kağıda baktım. Bir an önce başlamalıydım... Onu çok bekletmek istemiyordum...

Kalemi yavaşça kağıda doğru indirdim ve ilk kelimelerimi yazdım...

Gözlerini açtı.

Genç kız, hızla ayağa kalkıp, bileğinin hafif yukarısında duran ve o koşup, zıpladıkça etekleri savrulan elbisesi ile ahşap kapıya koştu. Düz, altın gibi sarı saçları, kız merdivenlerden indikçe savruluyordu.

Yıllardır, her sabah aynı enerji ile indiği o merdivenleri neredeyse tamamen ezberlemişti. Sarmal şekilde en alt kata kadar uzanan her bir merdiven basamağı, onun için her gün yanında olan bir arkadaş gibiydi...

Üzerinde yan yana iki tane oyuk olan basamaktan zıplarken, "103." Dedi kendi kendine. Süratle zıplamaya devam ederken, arada "136." "142." "153." Gibi sayılar söylüyordu... Son üç basamağa geldiğinde, zıpladı ve en alt kata narince kondu. "Vee... 182." Diyerek gülümsedi.

Taş Kemer'in altındaki devasa kapıya doğru ilerledi. Sessiz adımlar atmaya özen gösteriyordu. Ama salonu kaplayan horlama sesi, onda kahkaha atma isteği uyandırıyor, ve bu sessiz olma çabasına pek fayda etmiyordu.

En sonunda onu uyandırmadan yanına varınca, bağırarak üzerine atladı. "Gözlerini aç Prenses!" Üzerinde boylu boyunca uzandığı canlı, hafif bir mırıltı, ve uykulu olduğu için biraz boğuk bir sesle "Prenses olan sen değil miydin?" Dediğinde, kız gülümsedi.

"Ejderhalar güzellik uykusu çekmediğine göre sende bir prensessin." Diyerek kıkırdadı sarışın. Ejder çocuk ise sarışını nazikçe üzerinden kaldırdı ve yanına çekerek ona sarıldı. "Pekala. Ben prensesim. Sen de oyuncak ayımsın. Ve oyuncak ayılar konuşamadığına göre sessiz olmalısın..."

"Uykucu..." Diye mırıldanıp, somurttu sarışın. "Ah, şimdide uykucu mu oldum?.."

"Evet... Sen uykucu bir prensessin... Hatta..." Dediğinde, aklına gelen fikirle kahkaha attı sarışın kız. Ejderha ise, merakına yenik düşmüştü... "Hatta ne?"

Kız gülümsedi. Bu sabah da her zamanki gibi güzel başlamıştı. O özel gündü bugün ve tüm gününün böyle geçmesini diliyordu...

"Hatta... Eğer hemen kalkmassan sana bundan sonra uyuyan güzel diyeceğim..."

Ejderha takmadı onu. Sadece biraz daha dinlenmek istiyordu... O gün yaklaşıyordu ve sarışın kızı mümkün olduğunca hazırlamak istiyordu o güne... Ve bunun için tekrar her aklına geldiğinde bile kalbine saplanan bir kazık misali canını yakan o masalı, sarışına anlatacaktı... Tıpkı her doğum günü yaptığı gibi...

"Natsu! Eğer hemen kalkmassan, gölden bir kurbağa bulurum ve sen uyurken onu öpmeni sağlarım. Hem iyi de olur... Kurbağa prense dönüşür sende uyanırsın ve sonsuza kadar mutlu yaşarsınız..."

Natsu kollarını sarışın kıza biraz daha sardı. Ona her sarılışı son sarılışı olabilirdi.

" Sadece beş dakika daha prenses..."

Lucy anlamamıştı. Normalde Natsu hemen kalkar, yüzünde büyük bir gülümseme ile ona ya masal anlatır, ya da oyunlar oynarlardı. Hatta kimi zaman ondan daha erken kalkardı ejder çocuk...

Lucy, Natsu'nun gözleri kapalı uyuduğunu sanarken, Natsu içindeki yoğun acıyı bastırmaya çalışıyordu. Yakında ondan ayrılacaktı.

'Şanslıyım...' Diye düşündü Natsu. 'Ondan ayrılmanın acısını çok yaşamayacağım...'

Natsu, Lucy'nin göremediğinden emin olunca buruk bir gülümseme yaydı yüzüne. O, bu gülümsemeyi görse, kesinlikle bir sorunun olduğunu anlardı. 'Hatta muhtemelen şu an neden hemen kalkmadığımı düşünüyor, sorunun ne olduğunu bulmaya çalışıyordur...' Diye düşündü Natsu.

Onu daha fazla endişelendirmek istemiyordu... Ama beş dakikaya sığdıramayacağını bilse bile, son bir şey düşünmeye koyuldu.

'Nasıl oluyorda, hem onun sonsuz mutluluğu bulacağı için sevinip, hem ondan ayrılacağı için acı çekiyordu?'

Natsu nefesini yavaşça dışarı verdi. Lucy'yi kendisine biraz daha bastırıp, saçlarının kokusunu içine çekti ve koku duyusunun bir insana göre daha gelişmiş olduğu için şükretti. Zira prensi, asla Lucy'nin kokusunu onun kadar iyi hissedemeyecekti.

Natsu'nun içini kasıp kavuran bir öfke meydana geldiğinde, ondan başkasının Lucy'ye dokunabileceği düşüncesini attı kafasından.

Bunların hepsi onun mutluluğu içindi sonuçta.
***

Göz yaşlarım iyice arttığında, kollarım onları silmekten, sırılsıklam olmuştu. Ama durmuyorlardı. O kadar mutluydum ki yıllar boyunca, neredeyse hiç ağlamamışımdır muhtemelen... O yüzden bir anda bu kadar göz yaşı... Fazlaydı.

Bir kere tam tamına 182 basamağı olan o merdivenlerden koşarak inerken kolumu duvara sürtmüştüm. İlk yaralanışım oydu sanırım. Dolayısıyla yaralanmanın ne olduğunu da bilmiyordum. Kolumdaki kızarıklığı görür görmez "Natsuuuu" diye bağırarak sevinçle yanına koşmuştum. "Bak Natsu!" Diyerek Kolumdaki kızarıklığı göstermiş, Natsu'nun kolumu hızla kavramasına ve endişeli bakışlarına da anlam verememiştim. "Natsu, belki bende ejderhayımdır! Bak senin kolların ki gibi buda kırmızı!" Demiştim gülümseyerek.

Natsu ise, endişeli bakışlarının arasına bir gülümseme yerleştirmiş, bana şefkatle bakmıştı.

Tabi, daha sonra bana yaralanmanın iyi bir şey olmadığını söylemiş, ve merdivenlerden dikkatli ve yavaş inmem konusunda bir uyarı almıştım.

Pekala, onu dinlememiştim.

Çünkü... Eğer beni iyileştiren o olacak ise, ben yaralanırdım da. Natsu, benim ilk ve tek aşkımdı...

Bana anlattığı tüm o peri masallarındaki kızlar, prenslere aşık olurmuş meğer. Benimkisi öyle değildi.

Hani küçükken, ağzına geleni düşünmeden söylediğin zamanlar vardır ya, ben o yaşta bir kere Natsu'ya evlenme teklifi bile etmişim. Hatta, o bana yaşımın küçük olduğunu söyleyince, de küsmüşüm ona. Ama benimki de pek küslük sayılmaz... Bir saat anca varmış.

Natsu bana bunları kahkaha atarak geçen ay, herşey çok güzelken anlattığında, yanaklarımın çok yandığını hissetmiştim. Ama aklıma bir soru da takılmamış değil di...

Acaba küçükkenki gibi davransa insanlar... Her şey daha mı iyi olur?

Oturduğum, sadece kumaşı bile oldukça pahalı görünen sandalyede arkaya yaslandım ve başımı geriye attım. "Beni izliyorsun değil mi Natsu?.." Gülümsedim. "Bulutların ötesinde, gök yüzünde, "cennet" diye adlandırılan yerin en uçsuz bucaksız köşesinde, benden uzak, ama bir o kadar da yakındasın..." Başımı tekrar kağıtlara doğru eğdim.

Ölmemiş olmasını dilerdim lakin, bu... İmkansızdı. Natsu'nun o ölümcül darbeden kurtulması... İmkansızdı.

Kaderin zincirleri onu o kadar sert bağlamıştı ki, muhtemelen ben büyürken, onu her saniye boğmuştu.

Kendimi suçlu hissediyordum... O... Benim için yaşamını ortaya koymamalıydı...

Elimdeki kalemi sıkarken, bir daha kendi kendime söz verdim.

"Kaderin zincirlerinin kaderi, benim tarafımdan kırılmaktır."

Peri masalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin