Elimi destek almak için yere bastırdığımda elime feci şekilde dikenler battı, bunun acısını hissettiğimde büyük bir çığlık attım, sesim bana geri döndü yani yankı yaptı.
Elimi yere koymadan sırtımla ağaca dayanarak destek aldım ve ayağa kalkabildim. Biraz yürüdükten sonra havanın karardığını fark etmemle birlikte uzakta bir ışık gördüm, hemen koşmaya başladım. Koşarken bir sarmaşığa takıldım ve yuvarlanmaya başladım. Kocaman bir kayaya çarptım ve anca öyle durabildim. Başımı kaldırdığımda kayanın üzerinde spor bir ayakkabı gördüm, daha yukarılara baktığımda pantolon ve vücudun her hattını fark etmemizi sağlayan tişört gördüm. Kalktıktan sonra dizlerimi temizledim, başımı kaldırdığımda yabancı bir çocuk gördüm. Esmer teni ve koyu kahve gözleri vardı, Tonguç'tan daha yakışıklı olduğu kesindi.
"Merhaba." dedi elini uzatarak.
Elimi tutmak gibi bir şey aklımdan geçmemişti, fakat tam elini tutma isteği oluşmuşken geri çekti ve arkasını döndü.
"Burda mı yaşıyorsun?" dedim küçük kulübeyi incelerken.
Evin ön duvarında uzun kapı ve küçük, şirin pencereler vardı. Çocuğa baktığımda beni inceliyordu. Yanına gittim ve koyu kahve gözlerini dikkatlice inceledim, gözlerini kırpmadan bana bakıyordu, ben de inat ettim ve ona bakmaya devam ettim.
Ne yapıyorum ben ya, senin bir sevgilin var Gece. Kendine gel!
Gözlerimi kara bulutların kapladığı gökyüzüne çevirdim.
"Buraya neden geldin?"
Sesi gür ve toktu, oldukça da tatlı. Birda birkaç gün, yok yok 24 saat kalsam bu çocuğa aşık olabilirdim. Gözlerimi koyu kahve gözlerine diktim.
"Sevgilimi arıyordum."
"Burası sevgili arama yeri değil."
"Zaten burda aramıyordum, gelirken yeterince aradım buraya da dinlenmek için geldim."
"Gelmek değil de yuvarlanmak diyelim."
Birbirimize laf sokup dururken şu ana kadar en uzun cümlelerle birbirimizle konuştuğumuzu fark ettim.
"Tonguç buralarda bir yerlerde olmalı, Tonguç Deniz. Tanıyor musun?"
"Hayır." deyip kestirip attı ve eve doğru yürüdü.
O yürürken ben de hemen peşine takıldım, bir adım gerisinde yürüyordum. Aniden durunca demir kadar sert olan sırtına çarptım. Göz ucuyla arkasına baktı. Aynı şey bizim Tonguç'la birlikte mağarada yürürken de gerçekleşmişti.
Çocuk yürümeye devam etti ve küçük, tatlı, şirin mi şirin kulübenin anahtarıyla kapıyı açtı. O içeri girerken ben bulunduğum yerde kaldım. Bir erkekle baş başa evde kalma fikri -hatta tanımadığım bir erkekle- hiç de hoş olmayabilirdi. Bu seneryoyu bir yerlerden hatırlıyorum, aynısını Tonguç'la birlikte eve geldiğimiz zaman da düşünmüştüm.
"Gelmiyor musun?"
Düşüncelerimden kurtuldum ve çocuğun ince yüz hatlarıyla çevrili olan etkileyici yüzüne baktım.
"Ha? Evet, yani hayır. Neden senin evine geleyim ki? Ev bile değil, şuraya bak resmen harabe! Ya sen burda nasıl kalıyorsun, fareler falan kemirmiyor mu seni acaba? Kulüben dökülüyor canım, tamir falan edersen iyi olur, ha-"
Kapıyı yüzüme kapatmasıyla sözüm yarıda kaldı. Evet, çok konuştuğumun farkındaydım. Ama böyle bir tepki alacağımı fark etmemiştim. Etrafıma baktığımda havanın kararmasıyla ortaya çıkan yabani hayvanları gördüm ve korktum.