"Melin... Melin! Tanrım hayır, Melin!" Ses alçak ve titrek bir şekilde gözyaşları eşliğinde ismimi sayıklıyordu. Bense kendimi bile bilemeyecek derecede baygındım. Sesleri duyuyor, gözlerimden içeri sızan parlak güneş ışığını hissediyordum. Etrafıma toplanan telaşlı kalabalığı net olmasa da görebiliyordum. Ancak tepki veremeyecek kadar halsizdim. Sanki biri beni cam bir hücreye koymuştu; soğuk bir cam hücre.
"Endişelenecek bir şey yok Deniz Hanım, Melin 3. kez travmasını tetikleyecek bir nesneyle ya da olayla karşı karşıya gelmiş. Yani, beyninde tekrar aynı sahneyi yaşayıp ilk kez oluyormuş gibi tepki vermiş." Doktorum Koray Bey böyle söylüyordu. Evet, o anı kesik kesik tekrar yaşadığım doğruydu. Ancak çoğu zaman ilk kez oluyormuş gibi hissetmiyordum. O olayın daha önce yaşanmış ve bitmiş bir olay olduğunun bilincinde oluyordum. Sadece hatırlamak... Hatırlamak ve onun yüzünün hayalimde tekrar can bulması diğer tüm anıları da beraberinde getiriyordu ve ağzımda kan kokusu hissediyordum. Silah sesi de kulaklarımda çınlayınca oyun bitiyor ve perde kapanıyordu.
"Koray Bey, bu hayatının sonuna kadar sürecek mi? Melin o günden beri müziği tamamen bıraktı. Piyanonun başına oturmuyor, tek bir şarkı bile söylemiyor. Müziği onu hayatta tutan en güçlü etkendi. Bizi sevmiyor, Cesur gittikten sonra yaşayan bir ölü gibi." Çaresizliği sesinin her bir tonunda hissedilecek derecede belirgindi. O an anneme acıdım. Benim bu durumda bir kızım olsaydı buna nasıl alışırdım, onun gözlerimin önünde hayattan kopuşunu nasıl izlerdim bilemiyordum. Ancak annem kadar güçlü olmadığım kesindi."Bununla bir şekilde yüzleşmesi ve bunu aşması gerek ancak Melin kendi isteğiyle bunu reddediyor. O reddettikçe bizim yapabileceğimiz her şey kısıtlanıyor. Kimseyi zorla tedavi edemeyiz." Doktorum haklıydı. Bütün psikolojik tedaviyi reddediyor ve bir daha şarkı söylemeyeceğimi kesin ve net olarak ifade ediyordum. Asla söylemiyordum, piyanoya dokunmuyordum. Cesur benim son bestem olmuştu; ölüm temalı son bestem.
"Ah, haklısınız. Tabii. Teşekkür ederim. Ne zaman çıkabiliriz hastaneden?"
"Bilinci yerine geldiğinde taburcu olabilirsiniz. "
Nihayet uyandığımı belli etmek için gözlerimi açıp kalkmaya çalıştım. Başım dönüyordu. Annem yanıma yaklaşıp yardım etmeye çalıştı. Yüzü solgundu, az önce kapının önünde doktorla yaptığı konuşmadan dolayı olduğunu tahmin ediyordum.
"İyi misin canım? " dedi. "İyiyim, sadece yol kapalıydı ve Odeon'un önünden geçmek zorunda kaldım. Ben... gözlerimi sımsıkı kapatıp dikkatimi dağıtmaya çalışarak düşünmemeyi denedim. Ama hissediyorum anne, salona girmeme gerek bile yok binanın önünden geçmek dahi yetiyor." Beni anlamaya çalıştığı belliydi. Yüzümdeki hiçbir mimik hareketini kaçırmamaya çalışıyordu. "Eve gidelim, lütfen." Sesim son derece yorgun çıkmıştı.
"Tamam canım. Baban, birazdan burada olacak. Seni görmek istedi."Yaklaşık on dakika sonra hastaneden çıktık, babam gelmişti. Arabadan indi ve bana sıkıca sarıldı. Bu pek alışık olduğum bir şey değildi. Koyu renk saçlarım ellerinin arasındaydı. Ender sarılır, ve bu yüzden de uzun uzun tutardı ince bedenimi iri göğsünde. Onda bazen Cesur'un sıcaklığını, bazen de bir Oktay Dinçer olmanın gerektirdiği o mesafeyi hissederdim. Babam tuhaftı, kendisiyle ilgili soru sorulmasını sevmezdi, işlerine karışılmasından nefret ederdi. Bu yüzden annem ve ben onun iş hayatına hep uzak kaldık. Ancak ablam biraz farklıydı. O hep sessiz, uslu ve uyumlu hareket eden bir kızdı. Ya da 27 yaşında ve babasının sözüyle hareket eden. Ben hiçbir zaman ona benzememiştim. Benim sesim yükselebilirdi, onunki asla. Babam bu yüzden onu iş hayatıyla ilgili birçok kararında yanında isterdi.
Eve gelmiştik. Odama çıkarken piyano odasının önünden geçtim ve bir kez daha hissettiklerime inanamadım. Eskiden özenle baktığım, neredeyse başından hiç kalkmadığım o vanilya rengi piyanonun şimdi her tuşu ateşti. Cesur'un elleri ellerimin üstündeyken çaldığımız günlerin her biri odanın sessiz boşluğunda gömülüydü ve notalar havada uçuşmaya başlar başlamaz hepsi oldukları yerden çıkacak ve ben Cesur ile beraber tekrar tekrar ölecektim. Hepsini oldukları yerde gömülü olarak bırakmak istiyordum, tozu toprağı kaldırmak istemiyordum. Bu canımı yakacaktı, zaten aşk olmadan da çalınmazdı. En azından ben çalamıyordum.
Odama girdim. Perdeyi sonuna kadar çektim. İçerisi kapkaranlık olsun istiyordum. Yatağıma uzandım ve gözlerimi kapattım. Yorganı sanki çok soğukmuş gibi başımın üstüne kadar örttüm. Soğuk değildi, ben üşüyordum. Ruhumda fırtınalar kopuyordu ve bu bütün benliğimi titretiyordu. Unutmak istemiyordum. Cesur'un o sıcak, kopkoyu mavi gözlerinde yeniden kaybolmak, elleri saçlarıma değdiğinde yeniden baştan aşağı bütün vücudumun uyuştuğunu hissetmek istiyordum. Korkuyordum, onu bir daha hatırlayamamaktan, kokusunu, gülüşünü, sesini unutmaktan. En çok da gittiği yerde beni beklemiyor olma ihtimalinden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sofistik Cennet
Teen FictionArtık şarkı söyleyemezdim... O, giderken bütün sahneleri almıştı yeryüzünden benim nefesimi harcayabileceğim, söyleyebileceğim bir şarkı da bırakmamıştı. Onunla beraber bütün besteler toprağın enfes ve kaçınılmaz kokusuna karışmıştı. Ben artık sadec...