Saat 03.49 , su içmek için mutfağa indiğimde Lina'nın bahçede tek başına oturduğunu gördüm. Yanına gidip gitmemek arasında kalsam da merakıma yenik düşerek yavaşça gittim. Yanına oturdum, hiçbir şey söylemedim, varlığımı fark etse de yüzüme bakmadı. Bir noktaya sabit bir şekilde bakıyordu, gözlerini bir iki saniyeliğine kapattı ve açtığında kirpikleri ıslanmaya başladı. İlk defa gecenin bir saati onu tek başına burada otururken görüyordum. Elimi hafifçe omzuna götürdüm, "Abla?" Aramızdaki samimiyet uçup gitmiş, ortama soğuk bir hava yerleşmişti. Kendini geri çekti, hafif gözlerini kıstı ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. O benim ablamdı ve şimdi derdine dokunmama izin vermiyordu.
"Abla neler oluyor?" Sesimde ufak çapta sinir ve telaş vardı. Lina'nın dişlerini sıktığını gördüm. Yüzünü hızla bana çevirdi ve yutkundu. Bana öfkeliydi, kırmak istemiyor ama konuşsa paramparça edecekmiş gibi bakıyordu. "Neler oluyor öyle mi? Tabii küçük kızımız kendi derdine dalıp bütün ilgiyi üstüne çekince dış dünyayla bağlantısını koparalı çok oldu değil mi? Bırak lütfen Melin, cevabını merak etmediğin soruları nezaketen de olsa sorma. Hiçbir işe yaramıyor."
İlk defa bu kadar dolduğunu hissetmiştim, ilk defa bu kadar sitem dolu cümleler kurmuştu bana karşı. "Bu ne demek şimdi? Bak, anlatmak istemiyorsan anlatmazsın tamam mı? Ama benim derdim de, dış dünyayla olan bağlantım da seni ilgilendirmez. Madem bu kadar büyük bir derdin vardı gelip konuşsaydın, kardeşinim ben senin davetiye beklemiyordun herhalde? Ne kadar derdim olursa olsun seni her zaman dinleyeceğimi bilmen gerekiyordu." İkimizde aniden patlamış ve sanki ağzına kadar dolmuş bir bardağın son damlada taşışını izliyorduk.
Alaycı bir şekilde sırıttı "Evet, biz kardeşiz bak bunu hatırlattığın iyi oldu arada kendin de hatırla ama olur mu? Çünkü bazen dünya senin etrafında dönüyormuş ve derdi olan bir tek sen varmışsın gibi davranıyorsun." Duraksadı, "..Melin, artık şu melankolik dünyandan bir çıkıp etrafına bak tamam mı? Senin bu ruh halin ve bitmek bilmeyen depresyonun yüzünden annem eskisi gibi değil, babam sürekli gergin, ben artık baygınlık geçireceğim, Tüvana sana destek olmaya çalışmaktan yoruldu... Etrafındaki herkesi mutsuz ediyorsun! Eğer o..." Gözlerimin yandığını hissediyordum, boğazıma kocaman bir kütle oturmuş gibiydi. "Kes sesini! Sen bunun ne demek olduğunu bilmiyorsun, sevdiğin adamın ellerini ellerinin üstünde hissederken.." Yutkunamamıştım, cümleyi bile bitiremeden gözyaşlarım özgür kalmıştı. Hızlıca bakışlarımı çektim ve gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Boğazımı temizledim, "Sen asla aşık olamayacak, birini çıkarsız sevemeyecek kadar duygusuzsun. Ayrıca nefes almak için bile babandan izin isteyecek kadar bağımlısın! Kendi beynini kullanmaya başladığında beni yargıla, çünkü şuan karşımda adeta bir Oktay Dinçer duruyor." Kalktım ve hızla eve girdim. Sinirlenmiş ve çimenleri yolmaya başlamıştı. Üstüne aldığı ceketi sertçe çekmiş ve yere fırlatmıştı. Her zaman psikolojik acıyı hissetmemek için kendine fiziksel olarak acı çektirir, ya da spor salonuna kendini atar ve vücudunu olabildiğince yorardı. Şimdi ise gecenin soğuğunu, kardeşinin soğuk sözlerine tercih ediyor, onu bastırmasını bekliyordu. Bedenini üşüterek, ruhunu ısıtmaya çalışıyordu ve itiraf etmeliyim ki bunu bazen ben de yapıyordum. Odama girdim ve sessizce yatağıma uzandım. Kafamdan geçen binlerce düşünceyle uykuya daldım. "...Bütün derdi benmişim."
Telefonun çalmakta ısrar eden melodisi yüzünden çok huzurlu (!) uykumdan uyanmak zorunda kalmıştım. Telefonu açtım ve sesimin her tonundan uyku akarken zor da olsa konuştum. "Günaydın." "Melin Hanım ve sevgili uykusu bu sabah benimle Bellis'te leziz bir kahvaltı yapmak isterler mi acaba kendileri?" Ah, şu hayatta beni gülerek uyandıran iki şey vardı. Biri artık "şu hayatta" olmasa da diğeri Tüvana'nın neşeli sesiydi. Gülmemek için kendimi tutarken hiç bozmadan "Tabii, şereftir." diyerek karşılık verdim. "On beş dakikaya oradayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sofistik Cennet
Teen FictionArtık şarkı söyleyemezdim... O, giderken bütün sahneleri almıştı yeryüzünden benim nefesimi harcayabileceğim, söyleyebileceğim bir şarkı da bırakmamıştı. Onunla beraber bütün besteler toprağın enfes ve kaçınılmaz kokusuna karışmıştı. Ben artık sadec...