- BÖLÜM 1 -
Yine yağışlı bir gündü. Maria her zamanki gibi evi temizliyordu. Tam düşüncelere dalmışken hasta ablasının inleme sesiyle kendisine geldi. Koşa koşa yukarı ablasının odasına çıktı. Annesi ve babası yaşlı olduğundan hasta ablasına da o bakmaktaydı. Elissa günden güne kötüleşiyordu. İki tutam saçı kalmış onlarda fırça gibi olmuştu. Yeşil gözlerinin feri gitmiş beyazı üstünde lekeler oluşmaya başlamış, göz altları ise çökmüş ve morlaşmıştı. Maria onu her gördüğünde içi cız ediyordu. Çok üzücü olsa da ölüm ablası için kurtuluştu, Maria da bunun farkındaydı.
Odaya geldiğinde o koku iyice artmıştı. Hastalık kokusu diyordu Maria bu kokuya. Ya da daha da acımasızca ölüm habercisi denilebilirdi. Ama bir gariplik vardı. Elissa bugün her zamankinden daha güzeldi. Dudakları pespembeydi ve yeşil gözlerinde bir anlam, bir ışık vardı. Maria en sevimli haliyle gülümseyerek ablası Elissa'ya "Acıktın mı? Bir şeyler hazırlayayım sana." Tabii ki cevap beklemiyordu. Çünkü Elissa bir süre önce konuşma yetisini kaybetmişti. Evet ya da hayır demesi gerekirse kafasını veya kollarını kullanıyordu. Çok ihtiyacı olursa da inlemeye benzer bir ses çıkarıyordu. Ama bugün ilk kez konuştu Elissa ve gülümsedi. Maria'nın şaşkınlıktan gözleri sonuna kadar açıldı. Ablasının iyiye gidiyor olduğunu düşünerek sırıttı dolan gözlerine aldırmadan. Elissa güzeller güzeli iyi yürekli kardeşine baktı ve fısıltıya benzer bir sesle "Seni seviyorum, Maria...Bir karar verirsen eğer... Vazgeçme... Ben hep yanında olacağım." Bu cümleyi zorlanarak söylesede başarmıştı işte, konuşabilmişti. Maria ağzı kulaklarına varırcasına gülümseyerek cevap verdi "Bende seni seviyorum canım ablam, iyi ki varsın. Her şey çok..." Cümlesi yarım kaldı. Çünkü Elissa'nın kolu yataktan düşmüştü. Maria'nın durumu anlaması geç olmadı. Gray ailesinin evinde acı bir çığlık yankılandı.
**********************************
Gökyüzü sanki Gray ailesinin acısına tercüman olur gibi gürlüyor, bulutlar ağlayarak yas tutuyordu. Elissa'yı kaybedeli üç gün olmuştu. O günden beri yağmur da Maria'nın gözyaşı da dinmemişti.
Bu sırada ülkede de olaylar karışmıştı. Kral ölüm döşeğindeydi ve prenslerin bir an önce kendilerine uygun bir eş bulmaları gerekliydi. İnançları gereği böyle olmalıydı ve buna "Yeni Kraliyet Festivali" diyorlardı. Hazırlıklara başlanmıştı. Ülke geleneklerine göre prenslerin yaşlarında olan ülkedeki tüm sağlıklı kızlar katılmak zorundaydı. Katılmama gibi bir hakları yoktu. Ancak bir kereye mahsus prensi reddedebilirlerdi. Eğer prens tekrar teklifte bulunursa ya evlenecek ya da zindanları boylayacaktı.
Kraliyet ailesinde karmaşıklık vardı. Kraliçe krala mı yansa yoksa yakışıklı mı yakışıklı iki prensine mi koştursa bilemiyordu. Kraliçe Stefana komşu ülkenin prensesiydi. Ülkeler arası ilişkiler için geziler yaparken şans eseri "Yeni Kraliyet Festivali"ne denk geldi ve prensin gönlü ona düştü. O bir soylu olduğu için teklifi binlerce kez reddetme hakkı vardı ancak o sıralar ailesiyle bunalımlar yaşayan genç prenses Stefana bunu bir kurtuluş yolu gibi gördü ve teklifi kabul etti. Zamanla ilişkileri rayına oturdu iki tane yakışıklı prensleri ile mutlu bir aile tablosu oluşturdular.
Prenslerden büyük aynı zamanda varis olan Anton hazırlık heyecanına henüz kapılamamıştı. Babasına derinden bir sevgi ve saygı duyan Anton onun bırakın ölümünü, hastalığını bile henüz sindirememişti. Büyük terasta gözleri ülkenin kuşbakışı seyrine dalmış, kara kara babasını düşünürken omzunda bir el hissetti. Dönüp baktığında karşısında o umursamaz ifadeli pişmiş kelle gibi sırıtan suratı, kardeşi Adrian'ı gördü.
Adrian kesinlikle Anton'dan daha çekici ve daha karizmatik bir erkekti. Kızlar en çok onu beğeniyor ve onun eşi olabilmek için can atıyordu. Eğer prenslere flört yasak olmasaydı Adrian çok canlar yakardı. Anton kesinlikle daha duygusal ve daha insaflı biriydi. Bir kadına aşık olmak ve onunla büyük, mutlu ve huzurlu bir aile olmak istiyordu. Adrian ise umursamaz kaba tabirle gamsız bir erkekti. Anton'a göre onda aşık olacak kalp yoktu.Anton iç çekerek Adrian'a dönerken Adrian çoktan konuşmaya başlamıştı. "Şu evlilik hazırlıkları zımbırtılar beni çok yordu. Bir saate ormana ava çıkacağız. 2 günlük kamp da yaparız. Ava çıkmayı sevmediğini biliyorum ama belki kafa dağıtmak istersin dostum." Cümlesini bitirince o her zamanki havalı gülümsemesini takındı ağzı kapalı hafif yana kaymış ve gözleri kısık. Ardından yine klasik bir hareketi olan sağ eliyle saçlarını sıvazlama hareketini yaptı. Anton boş ifadelerle süzdü onu. Bu çocuğa anlam veremiyordu. Nasıl bu kadar umursamaz olabilirdi? "Bak dostum..." Dostum kelimesini üstüne basa basa söylemişti "...benim şuanki durumda ava çıkacak halim yok. Kralımız, babamız hasta yatağında yatıyor. Hadi onu da düşünmüyorsun be insafsız bari kendini hayatının kadını için hazırla. Yaptığın şeylere bir saygın olsun be !" Anton söylene söylene, Adrian'a hafif omuz atarak yanından geçti ve gitti. Onun bu abilik taslamaları bile keyfini bozamazdı Adrian'ın. Şu lanet olası evlilikten önce son kez kendini özgür ve doğal hissettiği yere, ormana gidecekti. Yaşadığı bu iğrenç hayatta sevdiği tek şey oydu. Ne babası ne karısı olacak o kadın... Hiç biri umrunda değildi. Adrian geçmişe veya geleceğe takılmazdı. O şimdinin adamıydı. Özgüven ile kibir arasındaki o ince çizgiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Defteri
FantasíaMaria güzel bir köylü kızıdır. Yaşlı ebeveynlerine ve hasta ablasına o bakmaktadır. Ancak gün gelir devran döner hayatı değişir. Peki Maria artık mutlu olabilecek mi? Yeni hayatında onu neler bekliyor? Alıştığınız bildiğiniz kültürleri unutun! Yepy...