BÖLÜM -4- "VUSLAT"

4.3K 451 218
                                    

Multimedyada öylesine bir kapak hayali yaptım, bölüm beklediğimden daha uzun oldu, umarım beğenirsiniz, iyi okumalar, yorum yapmayı ve oylamayı lütfen unutmayın.

-

Nahoş bir kıvamla doğmuş karanlığın içinde, savrulmuş ve düşmüş şekilde tırnaklarımla kazıyarak tırmanıyorum hayata. Bana yardım edecek hiçbir duygunun, iyi şeylerin hissiyatının varolmadığı bir çukurda kıvranıyorum. Uçsuz bucaksız uzanan şefkat yoksunluğunun yanında; kalbimin içinde yakılıp yıkılmış her güzel duygunun harabesinde kayboluyorum.

Sadece...

Sadece bazen gözyaşlarım kelepçeleniyor gözlerime, dudaklarım istemsizce büzülüyor yalandan ve alışılmamışça. Ve sadece o bazenler için bekliyorum; daha iyisini ve daha güzelini. Bana yardım edecek biri gerekiyor. Artık muhtacım ve dayanacak gücüm kalmadı Tanrı'm. Kalbimin sökülüp alınmasına, şefkatle yıkanmasına muhtacım...

*****

"Anne?"

Sesim duvarlarda boğuk bir şekilde yankılanmıştı. Karanlıktaydım; bulunduğum ortam bir mağaranın alacakaranlık zonuna benziyordu. Loş denemeyecek kadar az bir beyaz ışığın yanında burnuma gelen kireç taşı ve dolomit kokusu bana daha önce hiç bulunmadığım bir yerde olduğum hissini vermişti. Derimin altındaki anlamsız korkuyla birlikte bana öğretilenin en iyisini sergileyerek titriyordum ve tek düşünebildiğim; dudaklarımın arasından çıkan tek kelime anneydi.

Ayaklarımı sert zemine sağlam bir şekilde bastırarak doğruldum. Ayağa kalktığımda bacaklarım henüz yürümeye hazır değildi. Sanki biri beni derin bir uykudan uyandırıp son sürat koşmamı istiyor gibi aceleci, bir o kadarda bitkindim. Taş duvarlar pürüzsüzdü ve ıslakmış gibi parıldıyorlardı. Mağaranın içindeki sarkıtlar ve dikitler düzenli bir şekilde sıralanmıştı ve ilginç bir biçimde aralarında hiç boy farkı yoktu. İlk önce temkinli fakat sonra hızlı bir şekilde adım atmaya ve yürümeye başladım. Bir şey arıyordum ama ne aradığımdan tam olarak ben de emin değildim. Mağarada yürüdükçe ortamdaki loş ışığın şiddeti de yavaş yavaş artıyordu. Işık çoğaldıkça sanki ruhum ferahlık ve rahatlıkla doluyor, beni uyuşturarak yürümeye teşvik ediyordu. En sonunda ışık gözümü kamaştıracak ve göz kapaklarımı kapatmama neden olacak kadar çok arttığında istemsiz bir şekilde yere düştüm. Bedenim gördüklerime karşı benim kontrolümde olmayan reaksiyonlar gösteriyordu.

Derin nefeslerle kafamı doğrulttum ve ışıktan dolayı tam olarak açamadığım kısık gözlerimle neyin üzerine düştüğüme baktım. Üzerine düştüğüm şey sert ve kuru değildi, bir kayaya veya taşa benzemiyordu. Bunun yerine vücudum ve giysilerim yapışkan, siyahımsı bir sıvıyla kaplanmıştı. Bu daha çok... bir bedene benziyordu. Annemin bedenine.

Annemin bedeninin -daha çok ceset de denebilir- üzerine düşmüştüm. Bütün vücudu kanlar içerisindeydi. Kendimi onun çürük et gibi kokan vücudu üzerinden atarak gözlerimi suratına çevirdim. Kafasının yarısı yoktu ve gözleri göz çukurunda mevcut değildi. Ağzı sonuna kadar açıktı, o kadar çok açıktı ki yanağı hafifçe yırtılmıştı ve ışık ağzının içini tamamen gösteriyordu. O an korkunun melankolisiyle doğrulmaya çalıştım. Kalbimin gümletici uğultusunu kulağımın derinlerinde son şiddetle duyuyordum. Annemin cesedi birden kafasını kaldırdı ve göz çukurlarını bana çevirdi. Sonra fazla ürkütücü bir biçimde ağzını normalde fiziksel olarak açamayacak kadar açıp kapatarak sinsi bir kahkaha atmaya başladı. Ağzını kapatıp açma işlemini o kadar hızlı ve sürekli yapıyordu ki onun kahkahalarıyla birlikte korku içinde bağırmaya başladım.

Sokağın SonuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin