Sonbahar ayının kasvetli ama güzel havasını içime çektim. Okul üniformamın kollarını iyice çekiştirerek parmaklarımın üzerine örttüm. Titrek ellerimi cebime soktum ve telefonumu aldım. Kilit ekranı açtıktan sonra boş ekrana baktım ve geri koydum.
Zilin çalmasına iki dakika kalmıştı. Önümdeki defteri kapatıp kalemi ceketimin iç cebine koydum ve yerden kalkıp ceketimi üzerime geçirdim. Yavaş adımlarla okul bahçesine giden çitlerden atlayarak eteğimi düzelttim. Okul bahçesine giriş yaptığımı anlamam etraftaki kızlı erkekli yiyişen grupları görmemle başlıyordu.
Üşümüş olan burnumu ısıtmak için elimdeki defteri koltuk altıma koydum ve elimle burnumu tuttum. Okulun giriş kapısından girip dolabımı es geçip direk resim atölyesine girdim.
Sonunda en sevdiğim ders geliyordu. Çizime ayrı bir yeteneğim vardı. hatta tek yeteneğim diyebilirim.
"Hey Violet." Arkamı döndüm ve bana seslenen kişiyi aradım. Kısa bir süre sonra gözlerim Oliver'ı buldu. Arkamı döndüm ve yürümeye devam ettim. Onunla uğraşacak zamanım yoktu. "Hey beklesene." Kalabalığı yararken bir yandan da "Affedersiniz, pardon geçebilir miyim?" sözlerini işittim.
Elini omzuma attı ve gözlerimi devirmeme sebep oldu. "Sabahki tartışmadan dolayı hala küs müyüz?" yanaklarımı şişirdim ve indirdim. Biraz da homurdandım. "Hayır, ben küsmem bunu ne zaman öğreneceksin?" olumlu bir şekilde mırıldandı ve elini omzumdan indirdi.
O sırada kulağıma dolan okul zilimiz daha da sıkılmama sebep oldu. Oliver sırtımı sıvazladı, "Tamam o zaman evde görüşürüz. Fazla geç kalıp annemi sinirlendirme." Yanağımı sıktıktan sonra yeniden kalabalığa karıştı.
İnsanın bu kadar aptal ikiz kardeşi olmasının nasıl bir talihsizlik olduğunu benim kadar iyi anlayan biri daha var mı? Gerçi ben Oliver'dan 4 dakika daha önce doğmuştum orası tartışılırdı ama nasıl 9 ay boyunca o küçücük yerde kalabildik ki? Şimdi iki dakika bile aynı ortamda olduğumuz zaman beynimin aktığını hissedebiliyordum.
Yavaş adımlarla resim atölyesine girdim ve defterimi en ücra köşedeki masaya bıraktım. Siyah ceketimi sandalyenin arkasına astıktan sonra ayağımdaki diz kapağıma kadar olan siyah çoraplarımı daha da yukarı çektim ve otururken eteğimi düzelterek oturdum. Çizgisiz defterimi açtıktan sonra ceketin cebine uzandım ve kalemimi çıkarttım.
Resim öğretmenimiz Bay McCoven'ın verdiği karakalem çalışmasını yapmamıştım ama şimdi defterimdeki en değersiz iki çizimi gösterebilirim diye düşünüyordum. Sırayla insanlar atölyeyi doldururken kapıdan içeri giren adam kesinlikle Bay McCoven değildi.
Siyah dar kot pantolonu, siyah ceketiyle ve siyah botlarıyla çok... ilginçti. Dışarıda güneş olmamasına rağmen siyah güneş gözlüğü vardı. Uzun ve dalgalı saçları kafasına taktığı siyah şapkayla bütünleştirmiş gibiydi. Kalçasını öğretmen masasına dayadı ve gözlüklerini çıkartarak masanın üstüne koydu.
"Merhaba gençler Bay McCoven maalesef artık okulumuzda bulunmuyor. Bundan sonra resim derslerini birlikte işleyeceğiz. Adım Ashton Irwin." Öndeki kızlar Bay Irwin hakkındaki fantezilerini dillendirirken ben sessizce defterimi açtım ve cebimden telefonumu çıkartıp kulaklıkları telefona taktım ardından da kulaklarıma geçirdim.
Güzel kızın surat hatlarını çizerken bay Irwin'in sıralar arasında dolaştığını gördüm ve hemen sayfamı değiştirip basit bir dudak çiziminin olduğu sayfayı açtım ve üzerinde uğraşıyormuşum gibi yaptım.
Defterime düşen insan gölgesini görünce başımı kaldırıp mükemmel renklerin birleşiminden bile çıkamayacak kadar güzel gözlere baktım. Bay Irwin siyah kumaşların sardığı kusursuz vücudunu eğdi. Siyah deri ceketini çıkartmıştı ve elimden kalemi almadan önce siyah gömleğinin kollarını katladı.
"Buradaki gölgelendirmen çok güzel olmuş ama bu kadar çok gölgelik olması için şuraya daha fazla ışık vurdurmalısın." Dudağın sol tarafındaki ışıklandırmayı güçlendirmek için etrafına çizikler atmaya başladı. Ama ben zaten bunu yapmam gerektiğini biliyordum. Belki iki saniye sonra gelseydi ben orayı çoktan yapacaktım.
Kalemin eline ne kadar yakıştığını düşündüm.
Kalemi deftere sertçe bırakmasının ardından kafamı çevirip ona bakamadım. Suratımı buruşturdum ve kulaklığımdaki müziğin sesini arttırarak kalemi elime aldım. Saçlarının gölgesi defterde gözükürken odaklanmak çok zordu.
Kulaklıklarımı yavaşça çıkartıp kafamı yukarı doğru kaldırdım. Bay Irwin kollarını birleştirmiş bana bakıyordu. Yanağımın içini kemirdim ve kaşlarımı kaldırdım. Kulaklığımdan yükselen Green Day'in hareketli şarkısını umursamadım.
"Hadi devam et, bekliyorum." Elimden kalemi bıraktım, ellerimi yumruk yapıp açtım ve kalemi yeniden elime aldım. Bay McCoven'da dahil çizimlerimi kimseyle paylaşmazdım. Çizimlerimi sergilemek sanki soyunuyormuş gibi hissettiriyordu. Aynı zamanda birinin karşısında çizim yapmak da zordu.
Bay Irwin ellerini masama koydu ve öne doğru eğildi. Kalbim duracakmış gibi hissetmeme rağmen uzun parmaklarına baktım. Hayatımın müthiş (!) yıllarında daha önce hiç böyle mükemmel eller görmemiştim.
Ellerindeki her bir ayrıntıyı ezberlemek istercesine bakarken Bay Irwin kafasını iyice eğdi. "Daha iyisini yapabilirsin, yapıyor da olmalısın. Göster bana." Yeniden kollarını birleştirmesiyle kafamı kaldırdım ve yakalanmanın verdiği endişeyle gözlerimi 4-5 defa ardı ardına kırptım.
"Be-ben bu kadar yapabiliyorum." Belirli bir çizim yeteneğim olduğu inkar edilemez bir gerçekti ama sonuç olarak bunun herkes tarafından fark edilmesini istemiyordum. "Güzelim emin ol sende bundan fazlası var." çarpıkça gülümsedikten sonra arkasını döndü ve diğer öğrencilerle ilgilenmeye başladı. Ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesi verdikten sonra elime kalemimi aldım ve yeni tertemiz bir sayfa açtım.
Yeni çizimimi karar vermiştim bile.
Kutsal eller.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
art teacher // irwin
FanfictionSiyah dar kot pantolonu, siyah ceketiyle ve siyah botlarıyla çok... ilginçti. Dışarıda güneş olmamasına rağmen siyah güneş gözlüğü vardı. Uzun ve dalgalı saçları kafasına taktığı siyah şapkayla bütünleştirmiş gibiydi. Kalçasını öğretmen masasına day...