aon

274 19 20
                                    

Bekliyordum, saatlerdir tek yaptığım buydu: beklemek. Aslında yıllardır bunu yapıyordum. Beni ilk kez randevuya çıkarmasını, sevdiğini söylemesini, öpmesini, zaman ilerledikçe ailem ile tanışmasını, evlenme teklifi etmesini, düğünümüzü ve şimdi de onu. Ama onu bekleyişim diğerleri gibi heyecanla değildi, endişeliydim. Gelmeyecek olmasından korkuyordum. Parmaklarım arasındaki buketi sıkıp ayağa fırladım.

"Gelmeyecek, biliyorum. Gelmeyecek." Topuklarımı sinirle yere vuruyor, sinirimi atacak bir şey arıyordum. Bakışlarımı etrafta gezdirirken gözlerim Nolan'ın annesi Tina'nınkiler ile buluştuğunda sinirim ikiye katlanmıştı. O kadar sakindi, o kadar halinden memnundu ki. Ah tabii, bu evliliğin gerçekleşmesini zaten istemiyordu.

"Onu sen kandırdın, değil mi?! O yüzden hiçbir yerde yok. Şu altı yıl boyunca beni bir kere bile sevmedin ki, tabii neden oğlunla evlenmeme izin veresin!" Kilisenin hazırlanmamız için ayrılmış ufak odasında Tina'ya dikleniyordum. Tanrı biliyordu ki bu halde olmamın nedeni oydu. Buna emindim. Nolan beni bırakıp gitmezdi ki, bu pislik kadın onu kandırmış olmalıydı. Başka açıklaması olamazdı, olmamalıydı.

"Şu anda çok sinirlisin Caitlin. Sakinleşmeye çalış. Ona ulaşmaya çalışıyoruz gelecektir."

Saçmalık.

Omuzlarıma konan eller geriye doğru birkaç adım atıp Tina'dan uzaklaşmama sebep olmuştu. "Hayatım, sakin ol lütfen. Gelecektir, daha vakit var." Diye en sakin sesiyle konuşmaya çalışan annemi duyduğumda omuzlarımdaki ellerin onun olduğunu anlamıştım.

"Bir saat oldu, gelmeyecek! Siktiğimin kilisesinde terk edildim işte!" parmaklarımı muhteşem olması için en az iki kere provaya gittiğim saçlarımın arasından geçirdiğimde bozulduğuna emindim ama görünürde daha önemli dertlerim vardı. Kapı aralanıp araya bir baş girdiğinde gözlerimi ister istemez oraya çevirmiştim. Gelen Nolan'ın sağdıçlarından biri Leroy'du.

"Evde de yok." Dedi nefes nefese. O sözlerini tamamladığı an elimden fırlattığım çiçeğin nereye gittiğine bakmamıştım bile. Yavaş yavaş yere çöktüğümü bedenim soğuk zemine değdiğinde anlamıştım.

"Gitti işte." Diye mırıldanmam boğazımda ne kadar zamandır tuttuğumu bilmediğim hıçkırığın kaçmasına ve bir saattir akıtmadığım gözyaşlarımın akmasına sebep olmuştu. Tina bir şeyler mırıldanarak dışarı çıkarken babam ise ondan birkaç saniye sonra "O piçi bulduğumda yaşatmayacağım!" diye haykırarak çıkmış ve ardından kapıyı sertçe kapatmıştı.

"Yeterince rezil oldum. Konukları gönderin." Kelimeleri toparlayamayışımdan ve ellerimle yüzümü kapatmış ağlıyor olmamdan dediklerimi anlamadıklarını düşünmüştüm ama yanımdan geçip kapıya doğru ilerleyen topuklu sesleri tam tersini gösteriyordu.

"Cait..." yanımda kalan Nora'ydı, en yakın arkadaşım ve baş nedimem,  yüzüm hala kapalı olsa da sesinden tanımıştım. Omzumda elini hissettiğimde ellerimi yüzümden çekip gelinliğimin tüllerinin üzerine koydum. Yanıma, yere oturmuştu. Gözlerinin doluluğundan ağlamanın eşiğinde olduğunu görebiliyordum ama Tanrı aşkına bu halde terk edilen de haliyle ağlıyor olması gereken de -ki bunu yapıyordum da- bendim.

"O seni zaten hak etmiyordu desem çok mu geç kalmış olurum?" Ağlamam kıkırdamaya ardından tekrar ağlamaya dönüştü.

"Altı yıl kadar."

Altı yıl. Her güzel anıyı beraber oluşturduğum, her şeyimi paylaştığım; beni Aran Adaları'ndaki Dún Aonghasa'ya götüren ve Atlantik Okyanusu'nu gören o nefes kesici uçurumun kenarında evlenme teklifi eden adam beni bu halde, burada tek başıma bırakmış olamazdı, olmamalıydı. Hadi ama hani bana âşıktı? Önümde diz çöktüğünde girdiğim şokun üzerine 'Seni buraya teklifimi kabul etmezsen kendimi bu yüz metre yükseklikteki uçurumdan atacağımı bilmen için getirdim hayatım. Sana olan aşkımdan ölmemi istemezsin değil mi?' diyen adam neredeydi?

Soineanta (Niall Horan)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin