When you said your last goodbye, I died a little bit inside. I lay in tears in bed all night, alone without you by my side. - Kodaline
-
"Çok kötü bir kâbus gördüm Nolan. B-beni kilisede terk ediyordun. Tanrım... Çok... Gerçekçiydi." Parmaklarım onun tişörtünün üzerinde gezerken başım göğsüne dayalıydı. Sakin ve düzenli sanırım hayatımdaki en güzel ses olan kalp atışlarını duyabiliyordum. Belime sarılı olan kolunu yukarı doğru kaydırıp sırtımı sıvazladı ardından ise saçlarımı okşadı. Saçlarımı okşamasını seviyordum. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde konuşmaya başladı.
"Ah dün Bayan Wilkins olduğunu unutuyorsun galiba meleğim, ha? Ben seni hiç terk eder miyim? Bu yapacağım en büyük aptallık olurdu." Boşluğa odaklı gözlerimi onun elalarıyla buluşturdum. Odadan içeri sızan güneş ışığıyla o kadar güzel bir renk almışlardı ki... O gözleri her zaman kıskanıyordum. Belki de bu kıskançlık değildi, korkuydu. Beni unutarak başka birine kapılıp gidecekleri için korkuyordum. Gözlerimin doluluğunu fark ettiğinde elindeki yüzüğü gösterip "Sadece bir kâbustu Caity. Bak artık benden sonsuza dek kurtulamayacaksın." Dedi.
Kendi kendime mırıldandım. "Sadece bir kâbustu."
"Sadece bir kâbus." Yatakta bir sağa bir sola döndükten sonra kolumu yatağın diğer tarafına atmıştım ama beklediğim gibi bir bedene çarpmamış ve boşluğa düşmüştü. Yumulu olan gözlerimi açtığımda eski odamdaydım. Yanımdaki yastığı kavrayıp bakmadığım bir noktaya attım.
"Sikeyim!" diye resmen haykırdığımda bir kırılma sesi benim bağırışımı geride bırakmıştı. Hızla yataktan kalkıp kırılan vazonun olduğu yere gittim. Bütün parçaları yere saçılmıştı. Ben yerde oturmuş, kırık vazo parçalarına bakarken Conall odama girdi. Aslında gelenin sadece o olmasına şaşırmıştım, annem en ufak bir seste bile uyanabilen biriydi ve böyle bir seste odamda bitmemesi garipti.
"Neler oluyor sabah sabah? Cait..." Ovuşturduğu gözleri benimkilerle buluştuğunda fal taşı gibi açılmışlardı. "Ne yapıyorsun sen?! Bir yerlerini keseceksin, kalk oradan." Beni kolumdan tutarak olduğum yerden kaldırdı.
"Hiçbir şey yok. Sadece yavaş yavaş kafayı yiyorum." Omuz silktiğimde elini omzuma koymuş ve yüzümü görebilmek için birkaç santim eğilmişti.
"Kafayı yemiyorsun ama biraz sakin olmaya çalış yoksa bir saniye bile yanından ayrılmamaya başlayacağım."
"Ah hayır, istemiyorum. Annemler nerede?"
"Aslında bunu sana söylememem gerekiyor ama bilmelisin diye düşünüyorum. Nolan'ın ailesiyle konuşmaya gittiler. Son durumları öğrenmek için." Saçlarını karıştırıp yüzüne ufak bir tebessüm yerleştirdi. Son durumlardan bahsettiği Nolan'ın nerede, ne halt yediğini öğrenip öğrenmedikleriydi. Etrafıma boş boş bakarken "Eve gitmeliyim." Demiştim.
"Eve mi?" Beni anlamadığı yüzündeki ifadeden belliydi.
"Nolan ile olan eve." Saçlarımı parmaklarım arasına kıstırıp geriye doğru attım.
"Saçmalama hiçbir yere gitmiyorsun."
"Gidiyorum ve sen de bana arabanı veriyorsun, hatta... Eğer ulaşmak istiyorsan telefonunu da." Conall ile komodin arasındaki boşluktan sıyrılıp onun odasına gittim. Adımlarım onunkilerden birkaç kat hızlıydı ki böylece çabucak anahtarını ve telefonunu kapmış, aşağı yönelmiştim.
"Cait, hayır dedim! Hiçbir yere gitmiyorsun. Telefonum sendeyken sana nasıl ulaşacağım ben?" Dediklerini dinlediğim söylenemezdi. Düşündüklerim sadece burada hiçbir şeyim olmamasına rağmen annemin ayakkabıları bana uyuyor olması ve onları giyip evden çıkmam gerektiğiydi. Hızlıca spor ayakkabıları ayağıma geçirip kapıyı açmaya yeltendim ama Conall'ın bedeni açmamı engelliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soineanta (Niall Horan)
FanfictionO benim kardeşimin arkadaşıydı, ben onun ilk aşkı. Onun kalbini kıran bendim, benimkini kıran bir başkası. O her şeye sahip olan Niall Horan'dı, ben ise her şeyini hayatının en önemli gününde kaybetmiş olan bir kız.