"İkinci aşamaya geçelim mi?"
"İkinci aşama koca bir pastayı yemeyi ve sarhoş olmayı içeriyorsa evet, lütfen." Dudaklarıma minik bir tebessüm takınıp başımı aşağı yukarı salladım. Onun ise göz bebekleri büyüyerek mavileri daha parlak bir hal aldı. Hafif kıvrılmış dudakları daha da kıvrılmaya ve geniş bir gülümseme oluşturmaya başladığında ben mutlu oluşunun sebebini çözmeye çalışıyordum.
"Tanrım... Bazı düşüncelerimizin bu kadar benzer olduğunu unutmuşum." Ah evet, mutlu olma sebebi tabii ki de buydu. Nasıl tahmin edememiştim ki ben bunu?
Niall ile kafa yapılarımız biraz fazla benziyordu. Mesela ona ders verdiğim zamanlar ben ona konu anlatmaya çalışırken acıktığımızda ikimiz de birkaç saniye durup birbirimize bakar, 'Sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?' der ve 'Ah boş ver matematiği.' Diye devam ederek mutfağa koşardık. Sanırım derslerimizin çoğu havuz doldurma problemlerini çözerek değil de 'Bugün midemizi hangi yemek ile dolduracağız?' problemlerini sonuçlara ulaştırarak geçmişti.
Her masaya tam istediğim gibi bir kırmızı bir de beyaz şarap koyulmuştu. Yedi ila sekiz katlı pasta ise yaklaşık on dakika önce birkaç garson tarafından getirilmiş ve dans pistinin ortasına yerleştirilmişti sanki alkışlar eşliğinde kesilecekmiş gibi. Oturuyor olduğum sandalyeden kalkmadan önce ayağımdaki topuklulardan kurtuldum. Onlarla yürümeye çalışacak gücüm gerçekten yoktu. Ayağa kalktıktan sonra altın rengine boyanmış gösterişli şamdanların hemen yanına yerleştirilmiş şişeleri kapıp başka bir masaya yöneldim. Yine aynı şekilde iki şişeyi kapıp kollarımı dört şarap şişesi ile doldurduğumda gözlerimi Niall'a çevirdim. O ise pastanın konulduğu tekerlekli ufak masayı barın oraya doğru itmekle meşguldü. Masayı barın çevresindeki taburelere yaklaştırdığında planını anlamıştım. Pastaya en üstten başlayabilmemiz için bize kolaylık sağlamıştı. Sonuçta en alttan yemeye başlayamazdık değil mi? Bu hem fizik kurallarına karşı çıkmak –fizik umurumda bile değildi- hem de büyük bir aptallık olurdu! Koca pastayı yemek varken ziyan edemezdik.
Kollarımın arasındaki şişeleri daha sıkıca kavrayıp yanına doğru yürüdüm. Yürürken ayağıma bir süre önce parçaladığım kameraların parçaları batmış ve sızlanmıştım. Başımı öne eğip yerdeki kırık parçalara doğru "Ah tabii siz de canımı acıtın!" diye bağırdığımda Niall'ın kahkahaları salonu doldurmuş ve bakışlarımın ona dönmesine sebep olmuştu. "Yavaş yavaş deliriyorum sanırım, ha?"
"Hayır. Sadece sinirini atacak bir şey arıyorsun ve bu normal."
*
Pastanın en küçük katının neredeyse tamamını –ah birde şeker hamurundan yapılmış damadın kafasını- ben yemiştim ve midemde karışan çikolata-muz ikilisinden oluşan pasta ve kırmızı şarap şuan kesinlikle orada sindirilmek için sakince beklemiyordu. Kusamazdım, kusmamalıydım. Tanrım... Ben kusmaktan nefret ederdim. Tamam, kimse kusmaya bayılmazdı ama benim durumum biraz farklıydı. Kusmaktan korkardım.
Bir elim karnımın üzerindeyken diğeri kucağımdaki şişeyi tutuyordu. "Ah sanırım... Bu kadar pasta bana yeterli Ni." Başım dönüyordu. Elimdeki şişeyi sallayıp içinde ne kadar kaldığını kontrol ettim ve tahminimce şişenin dibini görmüştüm. Harika!
"Biliyor musun? Bu gece burada bizim için hazırlanan balayı süitinde kalacak, yarın akşam da planladığımız Avrupa turuna başlamak için Paris'e gidecektik. Eiffel'in önünde insanların aşkımızı kıskanmasına sebep olacak güzellikte bir fotoğraf, Les Ombres'de romantik bir akşam yemeği-" ben konuşurken o oturduğu yerde kalkmış, karşımda durmuş ve başımı göğsüne koyabileceğim bir şekilde bana sarılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soineanta (Niall Horan)
FanfictionO benim kardeşimin arkadaşıydı, ben onun ilk aşkı. Onun kalbini kıran bendim, benimkini kıran bir başkası. O her şeye sahip olan Niall Horan'dı, ben ise her şeyini hayatının en önemli gününde kaybetmiş olan bir kız.