Okurken "The Feeling" şarkısını dinleyin lütfen. İyi okumalar.
Bana doğru attığı her adımda şaşkınlığım daha da artıyordu. Tanrım bu bir rüya mıydı ? Böyle olması için durmadan dua ediyordum.
Sonunda yanıma ulaştığında "Seni bir yerden hatırlıyorum," diyerek beni süzdü. Anlamsız bakışları arasında ona bakıyordum. "Kes şunu" bana bu kadar dikkatli bakması utanmama neden oluyordu. Başımı hafifçe yere eğerek yüzümün kızarıklığını gizlemeye çalıştım.
Hafifçe gülümsedi. "Utanmana gerek yok, güzelim" en fazla iki saniyelik tebessümünden sonra yine o sinir bozucu ifadesine büründü.
İlk kez onu gülümserken gördüm. Saniyelik de olsa bir temessüm etti sonuçta.
Arkasını dönüp ilerlemeye başladı ve elini 'beni takip et' der gibi salladı. Bunun üzerine arkasından ilerlemeye başladım.
Bir dakika falan sessizlik oldu. Sessizliği bozan ise Justin oldu. "İşte burası" kapıyı işaret etti. Kulübeye girdiğimizde büyük bir salonla karşılaştık ki buraya bir 'kulübe' demek için şahit gerekli.
Salonun ortasında kocaman bir piyano vardı. Gerçekten büyüleyiciydi. Piyanonun yanında duran gitar ve trampet de dikkatimi çekmişti ki diğerlerinden bahetmiyorum bile.
"Ne oldu ? Hayatında ilk defa mı müzik aleti görüyorsun ?" Bakışlarımı aniden ona çevirdim."Bunlar senin mi ?" cevap vermedi. "Demek istediğim, müzikle uğraşıyor musun ?" Bana o soğuk ifadesinle baktı. Sanki birini çıkarmaya çalışır gibi yüzümü inceliyordu. Ama bakışları boştu. Sanırım bi 10 dakika falan öylece gözlerime baktı. Ben onunkilere, o da benimkilere... Gözlerinin renginde kaybolmuştum adeta.
Sessizliği bozmak istercesine "Başlayalım mı ?" diyerek başımı tekrar öne eğdim. "Aslında Ally-" gözlerimi devirdim. "Adım Emma," diyerek yüzümü buruşturdum. "Pekala, ne fark eder ?" diyerek devam etti. "Bir beste yapmak için 'başlayalım mı' demek yetmiyor. Yani demeye çalıştığım şey şu; uygun zamanı beklemeliyiz. Duygularımıza göre hareket etmeliyiz, anlıyor musun ?"
Büyük bir dikkatle onu dinliyordum. "Pekala, öyleyse ilham gelmesini bekleyelim, sayın çok bilmiş" son dediğimi kısık sesle söylemiştim. Duymamasını umuyorum.
O sırada kendi kendi kendime konuştuğumu fark ettim. Çünkü o piyanonun başında bir şeyler mırıldanıyordu.
"Am I in love with you ?
Am I in love with you ?
Or am I in love with the feeling ?"Onu dinlemeye devam ettim.
"Trying to find the truth..."
Mırıldanmaları devam ederken onun yanına, yani piyanonun başıma gittim. Yanında oturup devam ettirdim.
"Sometimes the heart is deceiving"
Onunla aynı melodiyi söylemeye devam ettim.
"Can't get out of my head
I need you to save me"Gözlerini bana doğru çevirdi ve devam etti.
"If I ever lose you, know that maybe I'm crazy" bir yandan da piyanoyla eşlik ediyordu. Yine devam ettirdim. Bu sefer ikimiz de aynı anda söyledik.
"In love with you, am I in love with you ?
Or am I in love with the feeling ?"
...Sonunda şarkıyı tamamladık. Gerçekten mükemmel olmuştu. Ama o an hissettiklerim farklıydı. Şarkıyı söylerken yani. Onda çözemediğim bir şeyler vardı. Farklıydı. Kusursuzdu. Bunları düşünürken bi yandan da onu izliyordum. Sanırım ben..
"Şarkı tamamlandı!" diyerek beni iç sesimdem ayırdı. "Sözler... Çok güzel oldular, Emma"
Bir dakika sessizliğin ardından konuştum.
"Evet, çok güzel oldu"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMP • jb
FanfictionHayatı rutin olan normal bir lise öğrencisiydi Emma Smith. Ta ki o yaza kadar. Okulun düzenlediği bir yaz müzik kampına giden Emma, burada hem yeteneğini hem de Justin Bieber'ı keşfeder ve o yazdan sonra onun için hiçbir şey aynı kalmayacaktır.