Öyle unutsam ki kendimi, bir daha kimse varlığımı hatırlatmasa, bir yağmur gibi yağıp yıkasam geçmişi, baştan alsam. Belki o zaman geriye dönüp ardıma ağız dolusu acıyla bakmayacağım. Yolun sonunda olduğumu, bir daha asla geriye dönemeyeceğimi hatırlatıyor bana burası.
Uzun süredir parmaklarımın arasında parçalanan toprak, kulaklarımda uğuldayan ölülerin sessiz çığlıkları, yüzümü yalayıp geçen sert rüzgâr tüm gerçekliğiyle sarsıyor beni. Buradayım işte. Hâlâ yokluğuna alışamadığı abisinin mezarı başında ağlayan küçük, çaresiz kız çocuğu.
Omuzlarım sanki dünyanın bütün yükünü üstlenmiş gibi öne doğru eğik, gözlerim ağlamaktan kızarık, yanaklarım hâlâ ıslak ve kalbim hiç bitmeyecek katran gibi bir acıyla dolu
Bazıları gitse de geride kalanlar alışmak zorunda kalıyor. Hayat işte, gidenin arkasından birşey kalmıyor geriye. Bir zamanlar alıştığınız kişinin sesini, kokusunu arıyorsunuz; bazen de başkasının sesine, kokusuna benzetiyorsunuzdur. Ama olmuyor işte, ne kadar başkalarında arasanızda sesini, bir süre sonra özlüyorsunuz, hemde deli gibi...
Kaybetmek; hayattaki en acı verici şeydir, hele kaybettiğiniz kişi bu hayattaki tek yaşama sebebiniz, sığınacak dalınız ise... işte o en kötüsüdür. Ben bu hayatta kaybında, özlemin de, acının da en büyüğünü yaşadım. Hayat böyle demek ki, bir yılda büyümüşüm. Ne söz ne teselli hiçbiri avutmuyor beni.
Abime olan özlemim; salgın gibi iliklerime kadar işlemiş. Sanki abim gittikten sonra dünyada yapayalnız, bir başıma kalmışım gibi hissediyorum. İnsanın elinden bir anda herşeyi alınsa, ne yapar? Hiç hiçlik hissiyle boğulup gider. Abim öldü benim, elimde avucumda kalan son şeyim.
" Abi" diyorum ağladığım için taraklı çıkan sesimle. Fakat devamını getiremiyorum, sanki boğazımda koca bir yumru var ve o yumru dilimin ucuna çöreklenerek konuşmamı engelliyor. Böyle lâhzalardan nefret ediyorum, beni daha da acizleştiriyor.
Konuşabilmek adına boğazımı temizleyip, abimin toprağı üstündeki ellerimi çekmeden yüzümü her iki yanıma götürerek kazağımın sımsıkı sardığı omuzlarımla ıslak olan yanaklarımı siliyorum. Sanki parmaklarım bir saniyeliğine oradan kopsa, ruhum kayıp gidecekmiş gibi.
" Abi, ben çok özledim seni. Sana ihtiyacım var. Rüyalarımda seni görebiliyorum fakat o kadar yalnız uyanıyorum ki... Biliyorum sen gitmek istemedin, kalbin kalmak istedi ama gittin işte, ben kalabilmiş olmanı dilerdim. Rüyalarımda sana sarılabiliyorum, sevgini hissedebiliyorum ve hâlâ aynı acıyı hissediyorum abi. Bu tıpkı gerçekmiş gibi geliyor bana. Fakat sende her zaman görmeye hayran kaldığım o güç, sonunda pes etti. Sende terk ettin beni. Kalbimi de aldın götürdün uzaklara." dediğimde hıçkırdım.
Özlemimi dışa vurduğum her lâhza daha da canım yanıyor. Avucumda sıktığım toprağı gevşekçe bırakırken ellerimi sürüyerek soğuk mermer taşa koyuyorum. Gözümden firar eden bir damla yaş tenimin üzerine düşüyor.
" Artık sana neden beni bıraktın diye sormayacağım abi. Senin bile dayanamadığın gerçeklerle yüzleşirsem ne yaparım bilmiyorum. Artık gitmem gerek. Bilirsin babamız" göz yaşlarımın arasında histerik bir gülmeye kapılıyorum. " Çok disiplinlidir. Şimdi evde terör estiriyordur kesin. Ama merak etme, en kısa zamanda her zaman olduğu gibi yine dizinin dibinde olacağım. Hoşçakal abi"
Burnumdan derin bir nefes alırken, gözlerimi bulanıklaştıran yaşları silerek güç bela ayağa kalkıyorum. Mezar taşının üzerindeki ismi gözüme çarparken, hakikatler beni yine acımasızca çarmıhına geriyor.
Aras ERTAŞ
Koskoca otel zincirleri olan Yücel ERTAŞ' ın oğlu; şimdi üzerine attığımız iki avuç toprak parçasının altında yatıyor. Babamın aksine fedakar ve tevazu sahibiydi abim. Babam onu hiç hak etmedi. Bu isim, omurgamdan aşağıya sinsi bir ürpertinin geçmesine neden oluyor. Beynimin duvarlarına yıkım gülleleri ard ardına çarparken, hiçbir şey yapamayacağımı bilmek işin can alıcı noktası. Kendi kendime abin öldü Hera diyorum. Öldü ve sende artık kabullen bunu.
Uykusuzluğun yüküyle ağırlaşmış gözlerimi yumdum arkamı dönmeden hemen önce. Gitmek her vakit olduğu gibi zorlaşırken, kalmak için içimde çırpınan o cılız hisleri abim gibi iki avuç toprağın altına atıyorum. Gitmeliyim...
Başımı kaldırıp kül rengi havaya baktığımda ince bir yağmur serpiyordu. Damlaları gözle görülmediği hâlde, kazağımın örgüleri arasına buzlu bir köpük gibi dolarak vücudumu soğuk bir nemle ürperten bir yağmur. Bütün kaldırımları birkaç dakikada, cilâsı yeni vurulmuş bir deri parçası gibi parlattı. Gökyüzü ise uğursuz bir renge bürünmüş ve puslu. Bir o kadar da iç karartıcı.
Sığ adımlarımın arasında nefes almaksızın yürüyordum. Mezarlıklar her zaman ürkütüyor beni. Sanki biraz yavaşlasam her an biri çıkıp beni götürecekmiş gibi hissediyorum. Sonunda mezarlıktan çıkabildiğimde adımlarımı biraz yavaşlatıyorum. Mezarlığın ürkütücü sessizliğinden sıyrılıp, şehrin gürültüsüne sığınıyorum şimdi.
Adımlarımın sarsaklığı, kalbimin içindeki depremin yan etkisi gibiydi. Depremde ki yıkım ayaklarımın temelini sarmış, yürümemi engelliyordu. Sanki bir kan emici tarafından bacaklarımdaki bütün kuvvet emilmiş gibi.
Şehrin bir otoban dolusu gürültüsünü beynime sıkıştırdım. İşte şimdi daha iyiyim. Gürültü, yalnız olmadığımı hissettirmişti bana. Buna ihtiyacım vardı. Geçtiğim yollarda insanların garip ve bir o kadar yadırgar nitelikteki bakışlarına maruz kalıyordum. Hepsi, şiddetle yağan yağmurun altında şemsiyesi olmadan sarsak adımlarla ilerleyen bu kıza bakıyorlar.
Başım görünmez iki taş el tarafından sıkıştırılırken, bedenim yıkılmış duvarların arasında kaldı. Aniden nükseden bu keskin acıyla olduğum yerde iki büklüm duruyorum. Dişlerimi sıkarak burnumdan derin bir nefes aldığım sırada, önümde bir araba duruyor. Camları filtreli olan bu arabaya çatık kaşlarımla bakarken, kulaklarımı şiddetlenen yağmurun sesi dolduruyor.
İçimdeki merak bir kurtçuk gibi beni kemirirken, aniden arabanın arka camlarından biri yavaşça açıldı ve gözlerim tanıdık olan bu simayı gördüğümde merakım toz bulutu olup yağan yağmura karışıp gitti. Barkın dostum diyeceğim tek insan.
Ela gözlerinde her vakit görmeye alışık olduğum parıltılarla bana bakarken:
" Hadi, atla. Kafa dağıtmaya gidelim." diyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HERA
JugendliteraturBeni duyuyor musun? Etrafına bakmayı kes. Görebileceğin bir yerde değilim. Sadece bana kulak ver. Ben acıyan kalbinim, hiç düşünülmeden üstüne basılarak ezilen gururun... Burada durmaya devam edeceksin misin Hera? Bu kadar aciz misin sen? Kalk hemen...