Bir beyaz uzun bulut. Adı umut. Hep gülümsüyor, onun işi bu, rolü bu, gülümsüyor... O gülüş ki sıcacık, insanın içini ısıtıyor, inandırıyor, güneşe, sıcaklığa, insanlığa... O bir umut. Beyaz bir umut. Her şeyi kucaklıyor. Ne olursa, kim olursa... Yargılamıyor, sorgulamıyor. Şu an karşısında olman yeter. O seni seviyor. O seni şefkatle sarıyor. O sarış ki anne kucağı gibi, baba ocağı gibi, güven veriyor. Korunuyorsun diyor.
Umut, o bir beyaz bulut. Bakınca gözün yaşarıyor. Unuttuğunu sanki sana hatırlatıyor. İçinde, derinlerde bir zamanlar gömdüğün, gizlice sakladığın ve üzerini örttüğün her şeyi sana gösteriyor. Hatırla diyor; kendini, geçmişini, özünü...
Umut... O ki her şeyi değiştiren bir bulut. Karaları beyaz yapan, grileri dağıtan bir bulut. Gerçek sevginin ve inancın en naif hali... En neşeli, neşesi hiç geçmeyen hali... Seni nasıl yok sayıyoruz, seni nasıl göremiyoruz? Biz seni nasıl öteliyoruz? Bundan çok daha fazlasını hak ediyorsun umut, bizden çok daha fazlasını hak ediyorsun. Biz ki iflah olmaz umutsuzlar, bezginler... Bir gün anlar mıyız seni, çağrını duyar mıyız? Biz de sana gülümser miyiz, sana koşarak gelir miyiz?
Kimse Artık Uyanmıyor
Kaos her yeri sarmış durumda. İnsanlar panik içinde. Güven yok, özgürlük yok, gelecek yok! Her şey belirsiz. Kontrol birilerinin elinde. Kumandaya basıp kanal değiştirir gibi baştakiler... Kanal değişir, oyuncular değişir, roller değişir. Bir güler bir ağlarsın. Kanal değişir, ortam değişir, hüzünler sevince, sevinç hüzne dönüşür. Garip bir oyun. Kuralını anlamadığımız, nedenini bilmediğimiz bir oyun. Bize düşen oynamak, ne olursa olsun oynamak. Durmadan, dinlenmeden, nefes almadan oynamak. Bir saniye, sadece bir saniye herkes dursa, o kumanda çalışmasa ve biz düşünsek, hissetsek. Ne yaptığımızı, ne yapmaya çalıştığımızı ve ne yapamadığımızı. Savaş kurguda, savaş içimizde, savaş yaşanan bu hızlı telaşta. Sanki kimse kimseyi sevmiyor, umursamıyor. Verilen, biçilen rolü sadece oynuyor. Oyun uzadıkça uzuyor. Ruhlar yoruluyor, bedenler çözülüyor, biri gidiyor yerine yenisi geliyor. Oyun uzuyor, oyun bozulmuyor. O kumandanın pili hiç bitmiyor. Ona uzanan el hiçbir yere gitmiyor.
Oyuncular değişiyor, zaman değişiyor, mekan kararıyor. Gece oluyor, uykuya dalıyor ve kimse artık uyanmıyor. Sonsuza dek herkes uyuyor.
Kıtlık Kimsin Sen?
Kıtlık denince aklıma savaş zamanları geliyor. Sıkıntı her yeri sarıyor. Azlık, her şey az... Sevgi, saygı, huzur, anlayış, özgürlük, para... Her şey çok az... Yemek, aşk, ekmek... Kıt kanaat geçiniliyor. Aza kanaat etmek, ses çıkarmamak, ne olursa olsun şükretmek. Çok şükür, şükür etmeyi severiz, ama neden, neden kıt kanaat geçinmek. Şimdi, şu zamanda, savaş zamanları değilken. Artık yaşantılar başka türlü, her şey çok; zaman, eğlence, özgürlük, para... Ya sevgi... O da çok.
Para ile sevgi doğru orantılı mı acaba? Çok sevgi çok para... Bol sevgi bol para... Kıt sevgi, kıt para... Belki de, kim bilir...
Nereden geliyor bu kıtlık? Savaş falan da görmedim ki ben! Bilmiyorum, sanki mecburiyet gibi. Elimizde olmayan, ortamın, yaşamın getirdiği bir dalga, bir oluş... Kafa tutulamaz, isyan edilemez. Ne siyah ne gri....
Kıtlık küçük bir balon, ama etkili bir balon, sanki ufak bir el bombası gibi, patlamayan ama hep korkutan, ürküten, inciten, acıtan. Kıtlık kimsin sen, nesin, necisin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeğin Özgürlüğü
Tâm linhGün içinde 6 dakikada yazdığım yazıların tamamı burada, her gün yeni bir 6 dakika... Beni bu çalışma ile tanıştıran Yeşim Cimcoz'a sonsuz teşekkürler. Siz de ona ulaşmak istiyorsanız --> http://yazievi.yesimcimcoz.com/