Kıtlık denince aklıma savaş zamanları geliyor. Sıkıntı her yeri sarıyor. Azlık, her şey az... Sevgi, saygı, huzur, anlayış, özgürlük, para... Her şey çok az... Yemek, aşk, ekmek... Kıt kanaat geçiniliyor. Aza kanaat etmek, ses çıkarmamak, ne olursa olsun şükretmek. Çok şükür, şükür etmeyi severiz, ama neden, neden kıt kanaat geçinmek. Şimdi, şu zamanda, savaş zamanları değilken. Artık yaşantılar başka türlü, her şey çok; zaman, eğlence, özgürlük, para... Ya sevgi... O da çok.
Para ile sevgi doğru orantılı mı acaba? Çok sevgi çok para... Bol sevgi bol para... Kıt sevgi, kıt para... Belki de, kim bilir...
Nereden geliyor bu kıtlık? Savaş falan da görmedim ki ben! Bilmiyorum, sanki mecburiyet gibi. Elimizde olmayan, ortamın, yaşamın getirdiği bir dalga, bir oluş... Kafa tutulamaz, isyan edilemez. Ne siyah ne gri....
Kıtlık küçük bir balon, ama etkili bir balon, sanki ufak bir el bombası gibi, patlamayan ama hep korkutan, ürküten, inciten, acıtan. Kıtlık kimsin sen, nesin, necisin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeğin Özgürlüğü
EspiritualGün içinde 6 dakikada yazdığım yazıların tamamı burada, her gün yeni bir 6 dakika... Beni bu çalışma ile tanıştıran Yeşim Cimcoz'a sonsuz teşekkürler. Siz de ona ulaşmak istiyorsanız --> http://yazievi.yesimcimcoz.com/