Medya: Oyuncular
Medyadaki şarkıyı bu bölümü okurken dinlemenizi öneririm. -Düzenlendi-Yazardan (06.07.2015)
Her geçen gün daha da normalleşiyordu hayat. Her gün açan güneş, peşinden kuş sesleri. Kahvaltı için uyanan bütün yurt koridorda ölü gibi yürüyordu. Kendinin farkında olmadan hatta uyandığından bir haber olan bir sürü garip insan. Hepsi aç olan karınlarını doyurmak amacıyla yemekhaneye doğru gidiyordu. Bu kadar sessizliğin yanında sadece ayak sesleri ve yemekhaneye yaklaştıkça demir tabldotlara çarpan çatal ve bıçak sesleri geliyordu.
Gece uyumadığı için mavi gözlerinin altı morarmış ve şişmişti. Zaten yazın sıcağında uyuyabilmek gibi yetenekleri yoktu. Attığı adımlar vücudunu hareket ettiriyor olmasına rağmen çok az yol katediyordu. Yemekhaneye yaklaştığı sırada arkadan gelen birkaç kahkaha sesini duyup aldırmadı. Başı nerdeyse çatlayacak gibi olsada bu sesler bağırması için büyük bir sebep değildi. Ayağını yemekhanenin kapısından içeri atacağı sırada sırtına çarpıp büyük bir kahkaha ile içeri koşarak giren kızın ardından bir erkek yine ona çarparak geçti. Bu sefer sinirlerine hakim olamayarak
"Ya çocuk musunuz? Yeter artık ya! Koşturmayı ve birbirinizi aptal aptal kovalamayı bırakın!" diye bağırdı. Bütün yemekhane bu tok sesle inlerken herkes sessizliğe büründü. Kız koşmayı bırakıp utanarak bir masaya oturdu. Bunun ardından o da yoluna devam etti. Herkes eski haline dönmüş olmasına rağmen o hala sinirliydi. İnsanların onu rahatsız etmesini hayatı boyunca hiç sevmemişti. Kafasını kaldırıp beyaz saçlı birilerini aradı, bulduğu gibi hızlanarak o masaya ilerledi. Oturup onun için ayrılmış olan tabldotu alacakken onun yerine Bafra hızla önüne çekti. Sinirli bakışlarla kumral saçlı çocuğa bakarken çocuk önündeki ekmeği iştahla bölüp kahvaltısına başladı. Hiçbir şekilde Aras'ı aldırmıyordu. Sinirle bakan mavi gözlere bakıp ağzında yemek varken"Ne? Birazcık hızlı olsaydın sende." deyip yemek yemeye devam etti. Aras, bu sefer Asya'ya baktı. İnce uzun parmaklarıyla sakin bir şekilde kahvaltısını yapıyordu. Asya, kafasını kaldırıp kendisi ile aynı olan gözlere bakınca
"Bana hiç bakma! Gidip senin için kahvaltı almayacağım. Hızlı gelip alsaydın." dedi. Aras, sinirle etrafına bakındı. Gördüğü esmer çocuğu hemen yanına çağırdı.
"Sefa! Gel bakalım buraya!"
"Nerde benim kahvaltım?" Minik çocuk gelen soruyla kahverengi gözlerini mavi gözlere dikti. Doğulu olduğunu belli eden şivesiyle
"Ben ne bileyim ağabey. Gidip alsaydın." Aras kaşlarını çatıp şaka yapmak amacıyla
"Ne demek lan o? Ben sana demedim mi benim yemeğimi sen getireceksin önüme yoksa seni okutmak için para vermem diye..."
"Ağabey valla böyle şantaj olmaz. Sen çok fenasın ha. Ben küçük bir çocuğum. Burada zaten getir götür işleriyle uğraşıyorum bir de senle uğraşamam." Bafra ve Asya arkadan çocuğun dediklerine gülerken Aras hafif sırıtarak
"Ulan ne biçim adamsın be? Büyümüş de küçülmüş bana laf yapıyor. Hadi bir koşu git gel. Çok yorgunum valla." dedi. Çocuk Aras'ın kulağına yaklaşırken Asya'ya bakarak
"Bana Asya'yı ayarlayacak mısın?" dedi. Aras gülerken çocuğun kulağına onun yaptığı gibi fısıltıyla
"Sen büyü gel ben sana bütün kızları ayarlarım." dedi. Bunu duyan Asya masanın çaprazında olmasına rağmen ayağını sertçe Aras'a vurdu. Çocuk koşa koşa gitsede Aras acıyla inledi.
"Kızım napıyorsun ya?" Asya iyice sinirlenmiş tavrıyla eliyle beyaz saçlarının bir kısmını kulağının arkasına attı.
"Ya şu çocuğa şöyle şeyler söyleme!" Aras, Asya'nın kulağının arkasına aldığı saçını geri açıp
"Böyle daha güzelsin. Azıcık ikizin gibi yakışıklı ol." diyerek güldü. Asya, sinirli şekilde Aras'a bakarken
"Göstereceğim ben sana yakışıklı olmayı." dedi. Aras, yemeği gelince Sefa'ya kafa sallayıp gönderdi. Yemeğine iştahla başlayacakken Bafra kolunu tutup
"Seni Melin Hanım çağırdı. Kahvaltısını yapıp gelsin dedi." deyip önüne döndü. Buna karşılık Aras çatılını eline alıp
"Yine ne yaptım kim bilir?" dedi ve yemeğini yedi.
💮💮💮
"Anladım... Tamam o işi halledeceğiz... Bilmiyorum... Düşünürüz bir şeyler... Ben size geri döneceğim...İyi günler..."
Bugün her şey üst üste gelmişti. Nedense daha öğlen olmasına rağmen kendini çok yorgun hissediyordu. Ayaklarındaki topuklu ayakkabıyı çıkartıp ayaklarını birbirine sürttü. Bu stilettolar çok acıtıyordu. Biraz sızlandıktan sonra önündeki orta boyda olan kutuya baktı. Yüzü hafifçe hüzünlenirken içindeki özlem duygusunu bastıramadı. Daha bir yıl önce yanında oturup dedikodu yapan Diyora şimdi yoktu. Yakın arkadaşından kalan tek şey bu kutu ve ikizlerdi. Onlara gözü gibi bakarken üzüldüklerini gördükçe kahroluyordu. Kendini tutamayıp kutuya yavaşça dokundu. Sanki arkadaşının beyaz tenine dokunuyormuş gibi tozlu kutuda elini gezdirdi. Onu gerçekten çok özlemişti. Eli kilit yerine geldiğinde yavaşça dokunup kutuyu açmaya kalkıştı. O sırada tıklanan kapı aniden açıldı. Kutudan ellerini çekip kafasını kapıdan içeri sokmuş olan beyaz saçlı çocuğa baktı. Gülümseyip
"Gel Aras'cığım." dedi. Çocuğun mavi gözleri ve uzun boyu babasını, beyaz teni ve beyaz saçları annesini andırıyordu. Gözünün önüne arkadaşının siması gelince çocuğa daha çok gülümsedi. Buna karşılık alırken çocuk yavaşça siyah koltuklardan birine oturdu. Oda göz yormayan kırık beyaz rengindeydi ve siyah beyaz mobilyalarla dizayn edilmişti. Bazı eşyalarda ise kırmızı renk hakimdi.
Aras, etrafı biraz inceledikten sonra kahverengi gözlü orta kilodaki kadına baktı. Böyle bir kadın nasıl müdüre olabilirdi. Gayet güzel ve alımlıydı. Oturduğu koltuğa daha çok yayılarak
"Beni çağırmışsınız..." dedi. Melin, gözlerini kırpıştırıp kafasında söyleyeceklerini tarttı. Fazla uzatmadan lafa girmek istediğini düşünüp derin bir nefes aldı.
"Aras! Artık bazı şeyleri öğrenmenin vakti geldi çünkü belli bir yaşa geldin ve yeterince olgun olduğunu düşünüyorum. Kendine birçok konuda hakim oluyor ve kendi içinde yaşıyorsun. Bu yurda gelmenin tek sebebi ailenden uzak olman olsaydı keşke. Bunu bende çok isterdim. Biliyorsun ailenle çok yakındık. Annenle çok iyi anlaşırdık. En azından onunla yakın olduğumu görmüştün. Annen bana senin için bir şey bıraktı." Soluklandı, devamını söylemeye gücü yetmiyordu sanki. İlk defa böyle bir şey yapıyordu sonuçta ve normal çocuklar küçüklüğünden itibaren her şeyi öğrenirdi. Karşısındaki kişi hiçbir şeyden habersiz öylece ona bakıyordu ve bu onu geriyordu.
Derince bir nefes alıp çocuğa baktı. Yüzü hiçbir tepki içermeksizin duruyordu. Daha çok ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Bu sefer kutuyu tamamen önüne çekip yavaşça çocuğun önüne doğru ittirdi. Mavi gözleri fırtına olan gökyüzü kadar ürkütücüydü. Boş bakışları kutuyu buldu. Derince yutkundu. Melin ise konuşmasına devam etti.
"Bunu annen benim sana vermem için bana verdi. İçinde ailenle ilgili her şeyi anlatan bir şey var. Öğrendiğinde afallayacaksın fakat doğru yolu seçeceğinden eminim." dedi.
Aras, öylece kutuya bakarken hiçbir şey düşünemiyordu. Annesinden kalan bir şey vardı ve bundan daha önce haberi olmamıştı. Titreyen uzun parmaklarını kutunun üstüne koydu. Üstünde kocaman bir "Ş" harfi vardı. Soyisminin baş harfiydi "ŞANAL". Kutuyu yavaşça eline alıp hiçbir şey diyemeden titrek adımlarla odadan çıktı. Kendini kaybettiği koridorda ilerlerken kolunun altında hissettiği kutu sanki bir sıcaklık veriyordu. Odasının kapısını hızla açıp içeri girdikten sonra kapattı. Kutuyu sanki annesine sarılıyormuşçasına kollarının arasına aldı. Kapıya sırtını dayadığı anda sırtı kapıda yavaşça kaydı ve yere oturdu. Kutuya sıkıca sarıldı. Annesini çok özlemişti. Onu çok özlemişti. Mavi gözlerinden bir damla yaş süzülürken gözlerini kapattı ve boşluğun içinde kayboldu.
Bu bölümde düzenlendi. Geçen bölüme yine yorum gelmedi ama olsundu ben yazmaya devam edeceğim. Bu sefer fazla konuşmayacağım iki hafta sonra diğer bölümü yayımlayacağım. Öptümmmmm...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARASYA
FantasyBir deniz düşünün, uçsuz bucaksız sevgiyle ve iyilikle kaplanmış; bir de gökyüzü düşünün, hırçınlık ve üzüntüyle dolup taşmış. Birbiriyle alakası olmayan ama yine de her seferinde birbirine tutunan deniz ve gökyüzü. Her an birbirine karışacak gibi d...